Bedir’de mekân tercihi

427

İki ordu, birbirine çok yaklaşmış ve buluşacakları yer, Bedir olarak kesinlik kazanmıştı. Öyleyse, bir an önce oraya gidip karargâh kurarak yerleşmek gerekiyordu. Ve Ramazan ayının on yedinci günü bir cuma akşamı Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), ashâbıyla birlikte Bedir’e gelip konaklama emri verdi.

Bu arada yanına yaklaşan Hubâb İbn Münzir:

– Yâ Resûlallah, dedi.

Hubâb, henüz gençti ve Allah Resûlü’ne muhalefet etme endişesi taşıyordu. Onun için sesini olabildiğince kısmış, endişe dolu bir sesle hitap ediyordu. Ancak zaman ve mekân açısından ortada, istişarenin hakkını vermeyi ve bildiğini ortaya koyup tecrübeyi paylaşmayı gerektiren bir durum vardı. Şöyle devam etti ve sordu:

– Bu mekânı tercihiniz; bizim herhangi bir değişiklik yapıp da takdim veya tehir tercihimiz olmayan ve Allah’ın Size bildirdiği bir vahiy neticesi mi yoksa bu, harp ortamını göz önüne alarak Zatınızın yaptığı bir tercih mi?

– Bilâkis, savaş şartları düşünülerek yapılmış bir tercih, diyordu Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem).

Bunun üzerine Hubâb şunları söyledi:

– Yâ Resûlallah! Şu anda bulunduğumuz yer, savaş açısından uygun bir mekân değil; en iyisi insanlara emret ve bizler, onlara yakın olan aşağı taraftaki kuyunun yanına gidelim! Çünkü ben, burayı ve buradaki kuyuları iyi biliyorum. Orada, benim bildiğim, suyu tatlı ve kesilmeyen bir kuyu var. Oraya bir havuz yapıp daha fazla su toplar ve ihtiyacımızı buradan karşılar, diğer kuyuları da kapatırız.

Ortam, savaş ortamıydı ve yürekten gelen bu samimi teklif, makul görünüyordu. Bu arada, Cibril-i Emîn de gelmiş, Hubâb’ın teklifinin isabetli olduğu müjdesini getirmişti.

Bunun üzerine Efendimiz:

– Doğru olan, Hubâb’ın işaret ettiğidir, dedi ve tarif edilen yere doğru yola koyuldu ve sözü edilen kuyunun yanına gelerek burada karargâh kurdu.

Bu arada, diğer kuyular da kapatılmıştı. Dikkat çeken bir husus da, Şam cihetindeki mevkiyi tutan Müslümanların güneşi arkalarına almış olmalarıydı. Tabii olarak müşrikler de, Yemen tarafını tutmuş ve güneşe karşı savaşmak zorunda kalmışlardı.

Bu kadar gelişmeden sonra bir sahabînin gelip rüzgârı da arkalarına almalarının kendi lehlerine olacağını, çünkü rüzgârın vadinin yukarısından bu tarafa doğru estiğini ve bunun da bir nusret emaresi olduğunu bildirmesi üzerine Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem):

– Ben artık saflarımı düzenledim ve sancağımı da buraya diktim; bir daha onu değiştiremem, buyuracak ve böylesine kritik anlarda bir liderde olması gereken kararlılığı gösterecekti.

Bu arada, Efendimiz’in de içinde kalacağı çadır kurulmuş, akışı değiştirecek hamle için merkez de tayin edilmişti. Bu sırada, savaşın cereyan edeceği alanı teftiş etmek istedi. Yanında bir grup ashâbıyla birlikte Bedir kuyuları arasında dolaşırken Kureyş ulularının isimlerini saydı ve bizzat mübarek elleriyle onların teker teker ölüp de düşecekleri yerleri gösterdi.

Çok geçmeden Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de, Hz. Ebû Bekir’le birlikte bu çadıra girdi. Sebeplere riâyet edip savaşın hakkını verecek tedbirlerin yanı sıra Mevlâ-yı Müteâl ile olan irtibatını da ihmâl etmiyordu. Zira, atılan her adımda O’nun rızası olmalıydı; O razı olduktan sonra inâyeti de zahîr olur ve her türlü sıkıntının üstesinden gelirlerdi. Evet, şimdi de sohbet-i cânân zamanıydı.

Bir aralık, dışarıda bekleyen birinin varlığını hissetti; dışarı çıkıp da baktığında oradaki insanın Sa’d İbn Muâz olduğunu gördü. Yüzünde, endişe dolu bir bekleyiş hâkimdi. Belli ki, müşriklerin Efendimiz’e bir kötülük yapabileceklerinden endişe etmiş ve kılıcını kuşanarak O’nu korumak için buraya kadar gelmişti. Bu endişe, onun yüzüne de yansımıştı. Düşmandan gelebilecek tehlikelere karşı tedirgin bir hâli vardı. Efendiler Efendisi ona döndü ve:

– Sanki sen ey Sa’d, bu insanlardan gelecek tehlikelere karşı endişe duyuyorsun, diye seslendi.

– Vallahi de, evet yâ Resûlallah! Zira bu, bizim müşriklerle yapacağımız ilk savaş, diyordu. İşi ihtimale bırakmayan bu tedbir insanı, ancak takdir görürdü ve Efendimiz de, onun bu hassasiyetini takdirle karşılayacaktı. O gece sabaha kadar dua dua Rabbine yalvaracak ve Allah davasını ikame etmek isteyen bu bir avuç insanı, inâyet edip muzaffer kılmasını talep edecekti. Dua ederken:

– Allah’ım, diyordu, işte Kureyş, bütün benliği ve şatafatıyla birlikte buraya kadar geldi. Onlar Sana meydan okuyor ve Resûlü’ne yalancı isnadında bulunuyorlar. Allah’ım! Onlara karşı Senden, Bana vadettiğin nusretini talep ediyorum! Allah’ım! Yarın sabah erkenden, onların burnunu yere sürt!

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.