“Akîl bize ev mi bıraktı ki!” (4 Zilhicce 10 Hicrî)

567

Hac yolculuğunun son gününde Mekke’ye ulaşan Allah Resûlü, Zî Tuvâ’da konaklamıştı. Akşamın bir vakti huzura giren Hazreti Üsâme, “Yarın nerede kalacaksınız yâ Resûlallah?” diye bir soru sordu. O, Allah Resûlü’nün konaklayacağı yeri hazırlamakla vazifeliydi. Ancak bu sefer durumu kendisine sorma ihtiyacı hissetmişti. Zira Peygamber Efendimiz, Fetih günlerinde yerleşim alanının dışında konaklamıştı.

Resûlullah’ı duygulandıran bir soruydu bu. Zira O (sallallahu aleyhi ve sellem), hicretle Mekke’den ayrılınca biri babasından diğeri de Hazreti Hadîce ile birlikte yaşadığı, ondan kendisine kalan evlerine el konulmuştu. Üsâme doğru söylüyordu; yarın memleketine, ana ve ata yurduna kavuşacaktı kavuşmasına ama nerede kalacaktı?

Yüreğine ok gibi saplanan bu soru karşısında Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), amcası Ebû Tâlib’in büyük oğlunu kastederek, “Akîl bize ev mi bıraktı ki!” buyurdu. Zira o günkü Mekkeliler, Muhacirlerin maddi varlıklarına el koyarken Ebû Tâlib’in oğlu Akîl de, hicret sonrasında Efendimiz’e ait olan herşeye sahip çıkmış ve kendi tasarrufuna almıştı. Ardından ilave etti:

“Allah’ın izniyle yarın, Benî Kinâne Vâdisi’nde konaklayacağız!”

Benî Kinâne Vâdisi’nde bulunan Muhassab, Mekke’nin yukarı tarafındaki bir yerleşim biriminin adıydı; Kedâ adı verilen tepe de burada yer almaktaydı ki biraz aşağısında bulunan yerde de Küdâ tepesi bulunmaktadır. 

Muhassab’ın bir başka özelliği de sakinleri olan Benî Kinâne ile Kureyş’in el ele verip boykot kararını aldığı, müslümanlara ekonomik ve sosyal boykot ilan ettikleri yer olmasıydı. Müslümanları muhasara altına alarak üç yıl mudayaka altında tuttukları, yiyecek ve içecekten mahrum bıraktıkları, beşerî münasebetlerini keserek kız alıp verme ve her türlü akrabalık yollarını kapattıkları çetin sürecin kararını burada almışlar, sonra da gidip bu kararları Kâbe’nin içine asmışlardı! Bütün bunları özetler mahiyette Resûl-ü Kibriyâ Hazretleri şunları söyledi: 

“Kureyş küfür üzerinde, Benî Hâşim ile nikâh akdi ve alışveriş yapmamak üzerine burada anlaşmıştı!”

Mekke’yi fetih adına geldiği zaman da benzeri bir ifadesi olmuştu Allah Resûlü’nün. Ezâhir mevkiine geldiğinde durmuş ve Mekke evlerini seyretmişti. Ardından Allah’a hamd u senada bulunmuştu. Sonra da çadırının kurulduğu yeri göstermiş ve “Burası Kureyş’in küfür üzerine yeminleşip bizi Mekke’den sürmek için anlaştıkları yerdir!” buyurmuştu.

Küfürden de küfrü temsil eden kâfirden de çok çekmişti. Üstelik çeken, sadece kendisi değildi; O’na gönül veren, O’nun için imkanlarını seferber eden ve hak bildiği davayı hayatına taşıyan herkes çekmişti. Ancak şimdi o acı günler geride kalmış, lezzetli birer hâtıraya dönüşmüştü. 

Şüphesiz ki Mekke’nin çetin baskı ve zulümlerine on yıl boyunca tahammül eden, geniş imkanlarına rağmen üç yıllık muhasara yıllarında yokluğu acı acı yaşayan, insanları aydınlığa çıkarabilmek için canını koyduğu bu davada bütün servetini feda eden ancak güzel günlere erişemeden ruhunu teslim edenlerden birisi de Hadîce Validemiz idi. Zî Tuvâ’ya her geldiğinde yaptığı gibi Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), 25 yıllık hayat arkadaşı ve çileli günlerinin en sarsılmaz destekçisi Annemiz’in mezarını ziyaret etti. Mezarı başında durmuş, sanki hayattayken konuşuyor gibiydi. Uzun uzadıya dua ediyor ve sanki, Şi’b-i Ebî Tâlib’deki üç yıllık çilenin sonunda mübarek dizlerine başını koymuş vaziyette ebediyete göçen Annemiz’le de helalleşip vedalaşıyor gibiydi! Şüphesiz ki bu ziyaret, dünyadaki son buluşmaydı. Bundan sonraki vuslat, bir daha ayrılmamak üzere, ebedî âlemde olacaktı!

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.