“Vesvâsu’l-hannâs” İnsanlar
Kur’ân-ı Kerim’in Nâs sûresinde “insî şeytanlar” olarak nitelendirdiği kimselere gelince onlar cin taifesinden daha tehlikeli olabilirler. Zira insanın hemcinsi olmaları hasebiyle farklarına varılamayabilir ya da “Ben kendimi onlardan rahatlıkla koruyabilirim!” algısıyla hafife alınabilirler. Bundan dolayı da insana daha fazla zarar verebilir, fert ve toplum hayatında daha büyük tahribata yol açabilirler. Peki kimdir bu Vesvâsu’l-hannâs insanlar?
1- Kötü Arkadaş
İnsî şeytanların ilki ve en tehlikelisi kötü arkadaştır. Kötülüğü azar azar ve yavaş yavaş sevdirerek insanın ruhuna içireceği için çoğu zaman fark edilmez ve hissedilmez. Bu yönüyle kötü arkadaş da sinsîdir.
Dost ve güvenilir kabul edildiği için fırsatı da çoktur; emeline kolayca ulaşır. Arkadaşının kalbine ve duygularına girebilmesi ve değerler ile olan bağlantısını koparabilmesi için sadece biraz zamana ihtiyacı vardır.
Üstelik acelesi de yoktur. Nitekim Allah Resûlü kötü arkadaş tehlikesine karşı uyarırken şöyle buyurur:
“Kişi dostunun dini üzerinedir. Öyleyse her biriniz, kiminle dostluk kuracağına dikkat etsin.”1
Hadiste “din” gibi genel bir kelime kullanılarak itikad, amel, adet, muamelat ve ahlak gibi hususlarda, arkadaşların sonunda birbirine benzeyeceğine dikkat çekilir. Salih/iyi ve doğru arkadaş seçimi, insanı, iyiliklere ve güzel davranışlara sevk ettiği gibi kötü arkadaş ya da fasık bir çevre de insanı Allah’a isyana; kötülüklere ve her türlü günaha bulaştırabilir.
Bu yönüyle de insan hiç farkına varmadan “vesvâsu’l-hannâs” ile arkadaş olur ve ahirette “Eyvah bana! Ne olurdu, keşke fasık ve facir kişileri dost edinmeseydim. Hain ve zalimlerin peşlerine gitmeseydim.”2 diye pişmanlıkla kıvranacağı bir yola girer.3
2- Mele’ ya da Yandaş Çemberi
Çoğu zaman her güç, iktidar ve servet sahibinin etrafını kuşatarak onu telkinleriyle yönlendiren; zulüm ve haksızlıklarında yanında yer alıp ona cesaret veren, harama giden yolları onun için kolaylaştıran şer halkası denilebilecek yandaş, mabeyn ve çıkar çevresi vardır.
Bunlar da “vesvâu’l-hannâs” kategorisinde değerlendirilir. Zira ayette geçen “صدورالناس” terkibinin bir manası da insanların önde gelenleri, onları idare edenlerdir. Kur’ân’ın “mele‘” diye de isimlendirdiği bu kesim, bir toplumun önde gelenlerini, imtiyaz sahibi seçkinlerini; kodaman gürûhu ifade eder.
Ayetlerin çoğunda bu sınıf tasvir edilirken onların, inkarcı/nankör,4 kibirli,5 zalim,6 hakaret eden/küçümseyen,7 zenginliklerinden dolayı şımarıp azgınlaşan/azgınlaştıran,8 inatçı9 ve alaycı10 olduklarına dikkat çekilir.
Yine bu kimselerin atalarından devraldıkları sisteme körü körüne bağlı oldukları11 ve bağnaz/tutucu kişilikleri sebebiyle müminleri tehdit ettikleri/edecekleri de özellikle vurgulanır.12
Bunlar -her devirde- sahip oldukları iktidar, güç, konum ve servetleriyle övünen; maddi imkanlarına ve irtibatlarına güvenerek hak dine ve Peygamberlere/Allah dostlarına karşı mücadeleye girişen, üstelik bununla da yetinmeyip inananlara zulüm, işkence ve baskı uygulayan azınlık fakat çoğunluğa hâkim bir gruptur.
Onlar, toplumun/hayatın inanç, ahlak ve hak hukuka göre şekillenmesini istemez kendi menfaatlerini esas alır ve her şeyi onun etrafında örgülerler.
Güç ve iktidarlarının ayaklarının altından kaymasına sebebiyet verecek her şey onlar için en büyük tehdittir.
Beka derken kastettikleri de kendi beka ve iktidarlarıdır. Bunlar liderlerini ve kendilerini vazgeçilmez gördükleri için topluma devamlı bir şekilde “Biz olmazsak siz mahvolursunuz! Ülke batar!” telkininde bulunur, bir nevi “vesvasü’l-hannâs”lık yaparlar.
Toplumu, kendi düzenlerinin bekası ve maddi menfaatleri istikametinde yönlendirmek istedikleri zaman yazılı/görsel medya üzerinden insanların akıllarına ve kalplerine fısıldamaya devam ederler.
Yalancılardan ve iftiracılardan oluşturdukları trol ordularıyla bir insanı ya da topluluğu kötülemek istediklerinde hakkında her türlü yalanı uydurur ve onu yayarlar. Ortaya attıkları yalan ve iftiraları da gündemden düşürmeyerek insanların beyinlerini yıkamaya devam ederler.
Onlar hakkında yeni haberler yaparak topluma şüphe ve korku pompalamayı da ihmal etmezler. Kolluk kuvvetlerini de kullanarak haklarında yaptırdıkları takip ve operasyonlar ile yandaşlarını ve toplumu yanlarında tutmaya çalışırlar.
Bu gürûh, toplumun ve siyasetin önde görülenleri olduğu için Kur’an, onların sözlerinin/projelerinin halk üzerinde etkili olacağını özellikle belirtir:
“İnsanlardan öyleleri vardır ki dünya hayatına ilişkin sözleri/söylemleri Senin hoşuna gider ve kalbindeki nifak/fesat ve bozuk niyetine rağmen Allah’ı şahit getirir. Allah’ın adını kullanarak/yeminler ederek dine ve davaya sadık ve samimi olduğunu belirtir; oysa o (gizli ve tehlikeli) azılı bir düşmandır.”13
Bu uyarıdan hemen sonra bu grubun iş başına geçti mi, iktisadi ve sosyal/kültürel hayatı hedef alacakları da özellikle belirtilir:
“İş başına geçtiği zaman yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekin ve nesli yok etmeye çalışırlar. Fakat Allah fesadı sevmez.”14
Fesad; anarşi, terör, bozgunculuk ve her türlü ahlaki yozlaşma, içtimaî kokuşmadır. Buradaki ikazla bir milletin istikbalinin iki önemli rüknüne dikkat çekilir ve korunması istenir. İlki, maddî/ekonomik hayatın esası ürün, ikincisi manevi hayatın esası, yeni nesillerin eğitimi ve iyi yetiştirilmeleridir.
3- İftiracı ve Dedikodocular
Yalanı, iftirayı ve dedikoduculuğu meslek edinmiş ve bunlardan beslenen politikacılar da bir çeşit “vesvâsu’l-hannâs” kategorisindedirler. Bunlar kendi menfaatleri için Hakka/hakikate batıl karıştırır, yalanı gerçek olarak aktarır, süslü edebi/beliğ sözlerle yalan ve iftirayı süsler ve bunu topluma doğru diye yuttururlar.
Muhaliflerini karalar bir sürü tezviratla onları yaşadığı toplum ve dünyada ademe mahkum etmeye çalışırlar. Halbuki Kur’ân iftirayı yasaklar ve bunun büyük bir vebal olduğunu açıkça belirtir:
“Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.”15
Hele hele mü’minlere işlemedikleri suçları isnad edip asıl failleri gizleyenler ağır kul haklarına girdikleri için daha da büyük bir vebal altına girerler:
“Kim bir hata işler veya bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur.”16
Kur’ân, insî ve cinnî bu vesvâsu’l-hannâs şeytanlara dikkat çeker ve mü’minleri uyarır:
“İşte böylece Biz, hem insanlar hem de cinler arasından azgın şeytanları, (gelmiş-geçmiş bütün peygamberlerin ve onlara inananların can düşmanı yaptık. Bu şeytanlar, hakikati tersyüz ederek insanları aldatmak amacıyla, birbirlerine gerçekte zararlı olduğu halde, görünüşte son derece çekici ve baştan çıkarıcı olan yaldızlı sözler/şeytanî fikirler ilham ederler. Gerçi Rabb’in dileseydi, bunların hiçbirini yapamazlardı. Fakat Allah, imtihan hikmeti gereği onlara biraz mühlet verir. O halde ey Müslüman! Bırak onları uydurduklarıyla başbaşa kalsınlar!”17
Yani ey Resûlüm! Sen, bıkmadan/usanmadan çağrına kulak verecek tertemiz gönüllere ulaşmaya çalış. Zalim liderler ve yandaşları, böyle süslü ve aldatıcı propagandalar ile her çeşit zulüm ve haksızlığı meşru gösterir ve halka kendilerine destek vermeyi telkin ederler:
“Ta ki ahirete inanmayanların kalpleri o yaldızlı sözlere yavaş yavaş meyletsin, böylece ondan iyice hoşlansınlar ve güç ve serveti elinde bulunduran zalimler, halkı kandırıp kendi saflarına çekerek öteden beri işledikleri suçları/yapageldikleri yolsuzlukları yapmaya devam etsinler.”18
Dolayısıyla Müslüman bu yaldızlı sözlere ve propagandalara kanmamalı hakkı araştırmalı ve bulmalıdır. Kur’ân’ın, ifk hadisesi üzerine getirdiği temel prensiplere bağlı hareket etmelidir:
“Bu iftirayı işittiğiniz zaman, iman eden erkek ve kadınlar, kendi din kardeşleri hakkında iyi zan besleyip de ‘Bu apaçık bir iftiradır.’ deselerdi ya!”19
Hüsnüzannın yanında bir de mü’minlere düşen bu vesvâsu’l-hannaslardan delil, şahit ya da belge istemelidirler:
“Onlar (iftiracılar) bu iddialarına dair dört şahit getirselerdi ya! Madem ki şahit getiremediler, işte onlar Allah yanında yalancıların ta kendileridir.”20
Mü’minlere burada düşen bir diğer sorumluluk da insî-cinnî vesvâsu’l-hannâs’ların iftira ve dedikodularını seslendirmemektir:
“Hani o iftirayı dilden dile dolaştırıyor; hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyleri ağzınıza alıp söylüyor ve bunu önemsiz iş sanıyordunuz. Halbuki bu, Allah katında büyük bir günahtır.”21
Hatta Kur’ân, bu sahtekarları/zalimleri susturma adına inananlara sorumlukta yükler: “Bu iftirayı işittiğiniz zaman,
“Böyle sözleri ağzımıza almamız bize yaraşmaz. Seni eksikliklerden uzak tutarız Allah’ım! Bu çok büyük bir iftiradır.’ demeli değil miydiniz?”22
Bu vesvasu’l-hannâsların iftiralarına ve söylemlerine hizmet etmemeleri için mü’minlere suizan da yasaklanır:
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünki zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini ve kusurlarını araştırmayın! Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a gönülden saygı besleyip O’na karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tevbeleri çokça kabul edendir.”23
Dolayısıyla hüsnüzan emrine ve suizan yasağına uymayan kimseler gıybet ve dedikodocuların emellerine hizmet eder vebalde ortakları olurlar. Bunların tuzak ve oyunlarını bozacak ve planlarını boşa çıkaracak şey ise vesvâsü’l-hannâslara karşı müminleri korumaktır:
“Kim bir mü’mini, bir münafığa bir gıybetçiye karşı himaye ederse Allah da onun için kıyamet günü, etini cehennem ateşinden koruyacak bir melek gönderir. Kim de kötülenmesini isteyerek bir mü’mine iftira atarsa Allah onu kıyamet gününde, cehennem köprülerinin birinin üzerinde (hasmını razı ederek ya da cezasını çekerek) söylediğinin günahından kurtuluncaya kadar hapseder.”24
4- Şehevî Hisleri Tahrik Edenler
Kur’ân, erkek ve kadın ilişkileriyle ilgili hem erkeği hem kadını hem de aileyi/toplumu koruyan ölçüler koyar ve bu çerçevede nikahsız birlikteliği yasaklar.25 Hatta zinayı haram kılarken “Zinaya asla yaklaşmayın!..” beyanını kullanarak yalnız zinayı değil, onunla birlikte bu günaha zemin hazırlayan ve insanın şehevî arzularını tahrik eden şeyleri de yasaklar; o tür ortamlarda bulunmaktan da meneder.
Böylece insanı zinaya sevk edecek tüm sebepleri ortadan kaldırmayı hedefler. Nikahı meşru’ kılar ve evliliğe teşvik eder.26 Getirdiği ceza-i müeyyidelerle nikah dışı ilişkileri önler ve böylece fert, aile ve toplumları korur.
Allah Resûlü de “Evleniniz, çoğalınız… “27 buyurur ve nikaha teşvik eder. İnsî-cinnî şeytanların böyle bir günaha teşviklerine karşı da iradeyi güçlendirmek için “… Oruç kalkandır!..”28 buyurur ve orucu tavsiye eder.
Dünden bugüne insanın fitrî arzu ve ihtiyaçlarını sosyal ve görsel medya üzerinden sinsi bir şekilde tahrik eden şehvet tüccarları da “vesvâsu’l-hannâs” kategorisinde değerlendirilmelidir. Bu tüccarlara karşı mü’minler ancak Kur’ân ve Sünnet’in kendilerine verdiği ölçülere riayet ederek iffetlerini koruma altına alabilirler. Bu noktada sinsi insî şeytanların tuzaklarına ve şehvet simsarlarına karşı, inananlar gözlerine-kulaklarına, el ve ayaklarına sahip çıkmalıdır. Allah Resûlü bu hususta mü’minlerin dikkatini şu ifadelerle çeker:
“Âdemoğlu, zinaya meyilli bir tabiatta yaratılmıştır. Onun için iradesinin hakkını veremeyen herkes zinaya düşebilir. Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası dinlemek ve dilin zinası konuşmaktır. Nefis arzu eder, insanın ferci bunu ya gerçekleştirir ya da boşa çıkarır.”29
Hz. Ali’ye “Ey Ali! Ansızın bir haramı gördüğünde dönüp tekrar bakma! Zira ilk bakış senin için affedilmiştir. Ancak ikinci bakış aleyhinedir.”30 buyurur ve bakışların sorumluluğunu hatırlatmanın yanında iffeti korumanın gözleri korumaktan geçtiğini de ders verir.
Sonuç
Günümüzde göze, kulağa ve şuuraltına yapılan gizli-açık bütün telkinler ve tahrikler karşısında mü’minler, daima uyanık bir kalp ve sağlam bir irade ile hareket etmeli, sayılan “vesvâsu’l-hannâslara” imkân ve fırsat vermemelidirler. Bir taraftan iradelerinin hakkını verip onlara karşı mücadele ederken diğer taraftan Allah’a sığınıp O’nun yardımını talep etmeyi; dua ve istiâze ile iradelerini beslemeyi ve güçlendirmeyi de ihmal etmemelidirler. Zira bu gruplar, cinlerden daha tehlikeli, daha şerlidirler. Çünkü bu kimseler hem cinsleri olmaları itibariyle tehlikesiz ve zararsız zannedilir ve bu zan sebebiyle kendilerine karşı gevşekliğe girilir. Halbuki bu şer şebekeleri, ağlarını tuzaklarını kurar ve onları gizlerler; tespit ettikleri gizli açık yollarla ve suret-i haktan gözükerek fırsat kollar ve kalplerin içlerine kadar nüfûz eder, insanı Allah’tan koparır kendilerine takipçi, müşteri ve bağımlı ederler.
Sitemizin yazarlarından Selim Koç, 1987 yılında Uludağ Ünv. İlahiyat Fakültesinde lisans eğitimini tamamladı. 1992. yılında aynı fakültede hadis ilimlerinde yüksek lisansını bitiren yazarımız, 2002 yılında Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Tefsir alanında doktorasını tamamladı. Yazar, aynı yıllarda Tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf alanlarında özel dersler almaya da devam etti. Yıllardır siyer alanında da okumalar yapan ve makaleler kaleme alan yazarımız sekiz yıldır sitemizde düzenli olarak yazmaktadır. Yazarımız, 1,5 yıl kadar Mekke ve Medine’de ikamet etmiş ve Allah Resûlünün hayatıyla ilgili pek çok mekanlara gitmiş ve özel araştırma ve incelemelerde de bulunmuştur.
Dipnot:
- Ebû Dâvud, Edeb 19; Tirmizî, Zühd 45
- Furkân Sûresi, 25/28
- Geniş bilgi için bkz. https://peygamberyolu.com/dogru-arkadas-secimi/
- Bkz. Mü’minûn Sûresi, 23/33-38
- Bkz. A’raf Sûresi, 7/75, 88
- Bkz. A’raf Sûresi, 7/103; Yûnus Sûresi, 10/83
- Bkz. Hûd Sûresi, 11/27
- Bkz. Yunus Sûresi, 10/88; Kasas Sûresi, 28/32
- Bkz. Sâd Sûresi, 38/6
- Bkz. Hûd Sûresi, 11/38
- Bkz. Mü’minûn Sûresi, 23/24, 25
- Bkz. A’raf Sûresi, 7/88-90. Mele’ kelimesi iki yerde ise kendisine herhangi olumsuz bir anlam yüklemeden “danışılan sınıf” manasına da kullanılır. Bkz. Yusuf Sûresi, 12/43; Neml Sûresi, 27/29, 32, 38
- Bakara Sûresi, 2/204
- Bakara Sûresi, 2/205
- Ahzab Sûresi, 33/58
- Nisa Sûresi, 4/112
- En’âm Sûresi, 7/112
- En’âm Sûresi, 7/113
- Nûr Sûresi, 24/12
- Nûr Sûresi, 24/13
- Nûr Sûresi, 24/15
- Nûr Sûresi, 24/16
- Hucurât Sûresi, 49/12
- Ebû Davud, Edeb 36
- Bkz. İsrâ Sûresi, 17/32
- Bkz. Nûr Sûresi, 24/32
- İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî, IX/13
- Buhârî, Savm 9; Müslim, Sıyam 163 (1151)
- Buhârî, Kader 9; Müslim, Kader 5/20-21 (2657)
- Ebû Dâvud, Nikah 42, 43; Tirmizî, Edeb 28