Gatafân gazvesi ve bir suikast girişimi
Bir başka bilgi de Benû Sa’lebe ve Muhârib yurdundan geliyordu; sözde Efendimiz’i etrafından kuşatıp da tüketmeyi planlamışlardı. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), yerine Hz. Osman’ı vekil bırakarak dört yüz elli kişiyle birlikte Rebîülevvel ayının on ikisinde yola çıktı. O’nun ashâbıyla birlikte gelişini duyunca Benû Sa’lebe ve Muhârib orduları dağılıp kaçmış ve dağlara sığınmışlardı. Belirlenen hedefe gelindiğinde, sadece bir adamla karşılaştılar. Oturup bu adamla bir müddet konuşunca o da Müslüman oldu ve Müslümanlar gelinceye kadar orada yaşanılanları teker teker anlattı.
Bu sırada şiddetli bir yağmur yağmış ve bu rahmetle ıslanmışlardı. Yağmur dinip de giysilerini kurutmak için kenara çekildikleri sırada Du’sûr İbn Hâris1 bir adam Efendimiz’in arkasından yaklaşacak ve kılıcını kaldırıp soracaktı:
– Bugün Seni benden kim kurtaracak?
Meğer adam, çok önceden planını kurmuş ve planlı bir şekilde gizlenerek Efendimiz’e yaklaşıp O’nu öldürmek istemişti. Buraya gelmeden önce de kavmi arasında ahdetmiş ve Muhammedü’l-Emîn’i öldürmeden geri gelmeyeceğini söylemişti.
Onun bu hâlini gören Efendiler Efendisi, gözleriyle esir almaya çalıştığı adama dönecek ve:
– Allah, buyuracaktı. Tevekkülü tamdı ve Allah’ın da, O’nu koruyacağına dair teminatı vardı. Zira adam tam kılıcını kaldırdığı anda karşısında Cibril-i Emîn temessül etmiş ve göğsüne indirdiği bir darbe ile adamı yere yuvarlayıvermişti.
Şaşkınlıktan neye uğradığını şaşıran adam, sağına soluna bakıyor ve bu darbenin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu. Bu sırada Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) de, adamın düşen kılıcını almış ve üzerine yürümüş; anladığı dilden sesleniyordu:
– Peki, seni Benim elimden kim kurtaracak?
Çaresizdi; elinden tutacak kimsesi yoktu. Sadece kendi bilek gücüne güveniyordu ama o da bu durumda bir işe yaramazdı. Teslim olmaktan başka çare gözükmüyordu ve önce:
– Hiç kimse, diye cevapladı. Çünkü etrafında, kılıcını kaldırıp da tam indirecek kadar meseleye hâkim iken kendisini yere çalıp da başkasına mahkum edebilecek başka bir güç görünmüyordu. Olsa olsa bu güç, inâyet-i ilâhîyeye sırtını dayamış bir Nebi’ye ait olabilirdi ve şunları söyledi:
– Bundan sonra ben, ne Senin karşına çıkıp kılıç çekerim ne de Sana kılıç çeken bir topluluğun içinde yer alırım. Ve ben şehadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve yine ben şehadet ederim ki Muhammed de O’nun Resûlü’dür.
Birileri yine O’nun bedenini ortadan kaldırma niyetiyle koşup gelmişti ama şimdi kendisi hayat bularak geri gidiyordu; hem de başka ‘ölü’lere de hayat olmak niyetiyle! Zira Du’sûr İbn Hâris de kavmine dönecek ve hemen onlara Allah ve Resûlullah’ı anlatma gayreti içine girecekti. Onlara şöyle diyordu:
– Şu anda ben, insanların en hayırlısının yanından geliyorum.
Minnet sadedinde gelen mesajda bu duruma da telmihte bulunulacak ve şöyle denilecekti:
– Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; hani bir topluluk size ellerini uzatmışken Allah da onların ellerini sizin üzerinizden savmıştı. Öyleyse sizler, Allah’ın takva sınırları içinde bir hayat yaşayın ve mü’minler, topyekûn Allah’a tevekkül etsinler.2
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), on bir gün burada kaldıktan sonra herhangi bir problemle karşılaşmadan yeniden Medine’ye dönecekti.
Bu ve benzeri gazvelerle Medine’deki yapının gücü ortaya çıkıyor ve Hicaz’daki hâkimiyet artık İslâm adına pekiştirilmiş oluyordu.
Yazar: Dr. Reşit Haylamaz