Tebûk’e hareket (Receb 9/Perşembe)

480

Efendimiz’in (aleyhissalâtu vesselâm) rehberliğinde Medine’de inşa edilen yeni ictimai hayat ve medeniyet, gören gözler için ilk günden itibaren bir cazibe ve çekim merkezi olmuştu. Ruhları ilahi hakikatlere aç, gönülleri nura muhtaç sineler, soluğu orada alıyor ve burada şahit oldukları güzellikleri temsil ve tebliğin diliyle en ücra yerlere kadar taşıyorlardı. Özellikle insanlarla İslam arasındaki engellerin kalkması, bu hayata ve medeniyete ait güzelliklerin daha berrak ve duru bir şekilde gözükmesini netice vermiş; dört bir taraftan farklı kimliklere sahip insanlar fevç fevç İslam’a koşmuş ve işin kaynağını teşkil eden Medine’nin sesi soluğu her taraftan yankılanır olmuştu. 

Akın akın Medine’ye gelen heyetlerle ilgilenen Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm), Şam ile Medine arasında un ve zeytinyağı ticaretiyle meşgul olan Nabatîlerden Müslümanlara saldırmak için Şam’da çok ciddi askeri hazırlıkların yürütüldüğü haberini almıştı. Buna göre Müslümanlardan hiçbir şiddet görmediği halde İslam’ın çevrelerinde kabul görmesinden rahatsızlık duyan bazı Hristiyan Araplar, o günlerde Medine ve civarında hüküm süren kuraklığın Müslümanlara verdiği zararı da değerlendirmek istemiş ve Bizans imparatoru Herakliyus’a şu içerikte bir mektup göndermişlerdi:

– Şu peygamberlik davasıyla ortaya çıkmış bulunan adam öldü! Müslümanlar da kıtlık ve yokluk yıllarına tutuldular. Kendilerinin servetleri yok oldu. Eğer onları dinine katmak istiyorsan şimdi tam zamanıdır!”

Onların bu mektubuna karşılık Herakliyus, sürekli büyüyen ve sınırlarına kadar dayanan Medine gerçeğinin önünü almak için kırk bin kişilik askerî birliği, Kubaz isimli bir komutanıyla harekete geçirmiş; kendisi de onlarla birlikte Hıms’a kadar gelmişti. Onun emriyle orduya destek için Şam’da da büyük bir askeri hareketlilik başlamış, saldırı için yığınaklar yapılmış, askerlerin bir yıllık erzakları hazırlanmış; Lahm, Cüzam ve Âmile kabilelerinden destek alınmıştı. Yine onlarla birlikte Müslümanların üzerine yürümek isteyen Gassan hükümdarı savaş için hazırlıklara girişmişti.

Medine’ye ulaşan bu haberler, Müslümanları endişelendirmişti. Yaklaşık bir yıl önce vuku bulan Mûte’de başta Efendimiz’in (aleyhissalâtu vesselâm) amcasının oğlu Hazreti Ca’fer İbn-i Ebî Tâlib ve Zeyd İbn-i Hârise olmak on iki sahabî (radıyallahu anhum) şehit düşmüş; üç bin kişilik birlik, kalabalık Rum ordusu karşısında Hazreti Halid’in dâhice hamle ve manevralarıyla sapasağlam Medine’ye geri dönmüştü. 

Hem Mûte’den hem de gelip giden tüccarlardan dolayı Rumların asker sayısı, askeri gücü ve saldırı kapasitesi hakkında hayli malumat edinmişlerdi. Müslümanların can ve mal güvenliği bu sefer daha büyük bir tehdit ve tehlike altındaydı. Saldırmalarını beklemek felakete sebep olabilirdi. En isabetlisi onların gözünü korkutmak, dişler arasında öğütülecek kolay bir lokma olmadıklarını, gücü ne olursa olsun her saldırı karşısında varlıklarını muhafazaya ve haklarını müdafaaya hazır olduklarını tuzak kuranlara göstermek ve kendilerini saldırı fikrinden vazgeçirmekti. Bunun için o güne kadar ki gazvelerde gizli tutulan seferin hedefi ve istikameti, açıktan herkese ilan edilmiş ve hazırlık yapmaları istenmişti.

Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) düşmanın asker sayısının çokluğunu, gidilecek mesafenin uzaklığını, kıtlık ve yokluğu dikkate alıp sefer için adeta seferberlik başlattı. Müslüman kabilelere Rumların önünü almak için sefere çıkılacağını ve bunun için hazır olmaları gerektiğini bildirmek için sahabîler gönderdi. Bütün hazırlıklar tamamlanınca da otuz bin kişilik orduyla yılın en sıcak günlerinde, hicretin dokuzuncu yılının Receb ayının ilk günlerinde, bir Perşembe günü Müslümanların muhafazası adına harekete geçti.1

Zira ufukta beliren ve halkın can güvenliğini tehlikeye atan böylesi büyük hadiseler karşısında harekete geçmemek yok edilmeye davetiye çıkartmak bir diğer ifadeyle intihar etmek olurdu. Nitekim Rumların saldırı hazırlığını haber alan Peygamber Efendimiz, tehlikenin büyüklüğünü halka hissettirmek için her gün minbere çıkıp halkın da duyacağı şekilde Bedir’deki gibi “Allahım! Bu topluluğu helak edecek olursan yeryüzünde Sana ibadet edecek kimse kalmaz!” diyerek dua etmiştir.2

Dipnot:

  1. Bkz. Buhârî, Cihad ve Siyer 103; İbn-i Hişâm, Sîre 595; İbn-i Sa’d, Tabakât 2/165; Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid 6/191
  2. Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid 6/191
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.