RENGARENK KÂİNAT, RENGARENK SANAT

403

Allah’ın Boyası

Zerreden şemse kadar bütün kevn u mekanları rengârenk boyayan ilâhî boya ve ilâhî sanat, her şeye ve herkese özel bir renk vermiştir. Uçsuz-bucaksız kâinatta şekil, biçim, tür ve renk çeşitliliği insanın başını döndürecek ve onu hayretten hayrete düşürecek kadar nihayetsizdir. Kur’ân’ın dikkat çeken ifadesiyle “İşte Allah’ın boyası! Allah’ın boyasından daha güzel ve ondan daha güzel boya vuran/renk ve desen veren kim olabilir ki?..”1

Allah Resûlünün beyanlarıyla bütün renklere kendine has rengi veren Yüce Sanatkâr’dır. İsrailoğulları Hz. Musa’ya “Ey Mûsa! Rabb’in boyar mı?” diye sorar. O da kendilerine “Allah’tan korkun ve O’na karşı saygılı olun!” buyurur. Bunun üzerine Rabb’i ona şöyle vahyeder: “Ey Mûsa! Onlar sana Rabbin boyar mı diye soruyorlar. Onlara de ki, Evet! Bütün renkleri Ben yarattım. Kırmızıya, beyaza ve siyaha renklerini veren Benim.”2

Tarihi süreç içerisinde doğan ve gelişen sanatların her alanında renklerin önemi tartışılmazdır. Bu açıdan renkler sanatın en temel unsurları arasında yer alır. Bir başka ifadeyle sanatın pek çok formu kendilerini ancak renklerle gerçekleştirebilir. Kur’ân yeryüzündeki bu renk çeşitliliğine dikkatlerimizi çeker ve bunu Rabbimizin varlık ve kudret delillerinden biri olarak takdim eder ve insanoğlunu üzerinde durup düşünmeye davet eder.

Kur’ân’da Renk Kelimesi

Kur’ân’da levn (ﻟﻮﻥ) yani renk kelimesi türevleriyle beraber yedi ayette toplamda dokuz defa kullanılır. Ana renklerin sayısı da beyazla birlikte yedidir. Renk tayfı, prizmadan geçen beyaz rengin altı renge (mor, mavi, yeşil, sarı, kırmızı ve turuncu) ayrışmasıyla oluşturulur. Ana renklerin haricinde renklerin sayısı da esma-i hüsnânın tecelliyâtına bağlı adeta sonsuzdur.

Renk kelimesi Kur’ân’da geçtiği her ayette de insan, mikro ve makro alemdeki renklilik ve ondan doğan muhteşem sanat eserleri üzerinde düşünmeye davet edilir: Sûrelerin tertip sıralamasına göre baktığımızda kelime ilk önce Bakara sûresinin 69. ayetinde sarı rengin insanı rahatlatan ona mutluluk ve sevinç veren yönüne dikkat çekilir: İsrailoğulları Hz. Musa’ya “Bu sefer dediler ki: ‘Rabbine yalvar da onun rengini bize bildirsin.’ O da: Allah diyor ki: ‘O, bakanların içini açan/onlara huzur veren parlak sarı bir inek olacaktır.’ dedi.”3

İkinci olarak Nahl sûresinde geçen “levn” kelimesi yeryüzünde yaratılan renkliliğin O’nun varlığının ve sonsuz kudretinin bir tecellisi olduğu ifade edilir: “Sizin için yeryüzünde yetiştirdiği/yarattığı rengârenk -bitkiler/çiçekler, ağaçlar/hayvanlar vs. gibi göz alıcı bütün- varlıkları da O sizin hizmetinize verdi. Şüphesiz bunda, öğüt almasını bilen topluluklar için -ilâhî sanatın ihtişamını gösteren- nice ibretler vardır!”4

“Levn” kelimesi üçüncü olarak Rûm sûresinde zikredilir. Bu ayette insanoğlunun lisanlarının ve renklerinin farklılığı nazara verilir ve bunun üzerinde ilim adamları düşünmeye ve araştırmalar yapmaya davet edilir: “O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de: Gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin farklı olmasıdır. Elbette bunda alimler/ilim adamları için ibretler vardır.”5 İnsanların dillerinin ve renklerinin farklı farklı olması ilahi iradeyi ve takdiri gösteren önemli bir delildir. Bu anlamda tenlerdeki renk ve insanlar arasındaki dil çeşitliliği üzerinde durulması gereken önemli iki konudur. Bazılarının beyaz, bazılarının siyah, bazılarının sarı ırktan olması ve bunların içinde bile farklı tonlarda renklerin bulunması tesadüflere verilemeyecek ilahi takdir, lütuf ve rahmetin apaçık göstergesidir.

Kâinatı ve insanın yaratılışını dikkatli bir şekilde inceleyen bilim adamları için bu yaratılışta çok önemli hikmetler vardır.

Fâtır sûresinde vurgu yapılan bu renkliliğin sadece bitki ve hayvanlar aleminde değil, her şeyde ve yerde hâkim olduğuna dikkat çekilir. “Görmüyor musun, Allah göklerden su indirmekte ve onunla türlü renklerde ve tatlarda meyveler yetiştirmekte ve dağlarda da beyaz kırmızı çeşitli renklerde ve kapkara yollar veya çizgiler meydana getirmektedir.”6

Son olarak kelime, Zümer sûresinde yeryüzündeki renkliliğe ve sonra bunun nasıl sönüp/kuruyup değiştiğine ve sonra nasıl çürüyüp/yok olup gittiğine dikkat çeker ve bu canlılığın/renkliliğin tesadüfen ya da eşyanın tabiatından kaynaklanmadığı; bunun ilahi bir takdir olduğu nazara verilir: “Allah’ın gökten sağanak sağanak su indirerek, onu tatlı ve serin pınarlar hâlinde yeryüzünde akıttığını ve bu suyla, rengârenk meyveler, ekinler yeşerttiğini görmüyor musun? Derken bu güzelim bitkiler, zamanla kuruduğunu hatta onların tamamen sararıp solduğunu görürsün ve sonunda Allah, onları bir çer çöp yığını haline getirir…” Aynen bunun gibi, istifade edilen göz alıcı dünya nimetleri de bir gün böyle yok olup gider ve kendisine değer verilen her şey bir saman çöpüne döner ve insanoğlu bunun karşısında hiçbir şey yapamaz.

Dolayısıyla “Hiç kuşku yok ki bu anlatılanlarda, akıl ve sağduyu sahipleri için öğüt vardır.”7 Allah’ın sonsuz ilim, irade, kudret ve takdirlerini gözler önüne seren, hem dünya hayatının gelip geçici birer oyalanmadan ibaret olduğunu anlatan hem de Allah’ın katından vadettiklerinin ise ebedi olduğunu bildiren dersler vardır.

Renklilik Mucizesi

Kur’ân, Allah’ın yeryüzünde inşa ettiği bahçelere farklı ayetlerde de dikkat çeker: “Asmalı- asmasız bağ ve bahçeleri, mahsulleri, çeşit çeşit hurma ve ekinleri, birbirine şekil ve renk yönünden benzer, tat bakımından ise benzemez tarzda yaratıp yetiştiren hep O’dur. Her biri mahsul verince ürününden yiyin, devşirildiği gün hakkını (öşürünü) da verin, israf etmeyin, çünkü O müsrifleri sevmez.”8

İnsan doğduğu andan itibaren gözlerini çok renkli bir aleme açtığı için renklerin olmadığı bir dünya aklına hiç gelmez. Hatta renksiz bir dünyayı düşünemez bile.

Zira renksiz bir âlem denilince insanın aklına yine siyahın beyazın ya da grinin farklı tonları gelir. Halbuki bunlar da birer renktir. Onun için insanın renksizliği ya da hiçbir rengin olmadığı karanlık bir dünyayı hayal bile etmesi mümkün değildir. Birkaç dakikalığına yeryüzünde renklerin yok olduğu düşünülse renklerin hayattaki yeri, önemi ve değeri nasıl büyük bir ihsan-ı ilahî olduğu daha iyi anlaşılır. Bu durumda her şey birbirine karışır, eşyayı birbirinden ayırt etmek zorlaşır, çevremizdeki bütün güzellikler kaybolur, hayat artık adeta bir kabusa döner. Kaldı ki insanın çevresiyle bağlantı kurmasında, hafızanın çalışmasında ve beynin öğrenmesinde renklerin önemli bir yeri vardır. Öğrenme eyleminde eşyaların şekil ve renklerinin, çevresel şartların ve mekânın tesiri büyüktür. İnsan kişiler ve tabiattaki objeler arasında ancak dış görünüşleri; şekilleri, farklı renk ve desenleri sayesinde tam bir bağlantı kurar. Sadece ses veya dokunma eşyayı tanımada ve tanımlamada yeterli olmaz.

Zira dış dünya farklı şekil ve farklı renkleriyle bir bütündür. Üstelik bütün mahlukat içerisinde bunu görebilecek ve renkleri en iyi bir şekilde algılayabilecek olan en fonksiyonel göz insan gözüdür. Yine eşyayı, renkleri ve bunların oluşturduğu sanat ve harmoniyi en isabetli şekilde anlayıp yorumlayabilecek akıl, düşünce ve muhakeme yeteneğine sahip tek varlık da insandır.

Yeryüzünün, gökyüzünün, ağaçların, çeşit çeşit çiçeklerin ve hayvanların siyah ya da beyaz tek bir renk olduğu varsayıldığında renkliliğin nasıl bir ilahî ayet/mucize olduğu rahatlıkla anlaşılır.

Mesela, kelebekler, kuşlar, ağaçlar ve meyveler renksiz ya da tek renk olsa, yeryüzünde güzellik ve sanattan bahsetmek belki de mümkün olmazdı. Ancak insanoğlu bütün renklere de alıştığı için çoğu zaman çevresinde sahip kılındığı bu nimetin ve bununla ortaya çıkan güzelliklerin; antika sanatların farkına varamaz. Halbuki renksiz bir âlem modeli de muhal değil, mümkündür. O zaman mikro ve makro alemlerin rengarenk olmasını tercih ve takdir eden yüce bir Sanatkâr, yüce bir Yaratıcı vardır.

Bediuzzaman hazretleri tabiatın bu şahitliğini, öldükten sonra dirilişin ispatını da içine alacak şekilde şöyle ifade eder: “Bu sergilere bak ve şu ilânlara dikkat et ve bu dellallara kulak ver ki, mu’ciznümâ bir padişahın antika sanatlarını teşkil ve teşhir ediyorlar; kemâlâtını gösteriyorlar, misilsiz cemâl-i mânevîsini beyân ediyorlar, gizli güzelliklerinin letâifinden bahsediyorlar. Demek, onun pek mühim, hayret verici kemâlâtı ve manevî güzelliği vardır. Gizli, kusursuz kemâl ise, takdir edici, istihsan edici, ‘mâşallah’ deyip müşahede edicilerin başlarında teşhir ister. Mahfî (gizli) benzersiz cemâl ise, görünmek ve görmek ister. Yani, kendi cemâlini iki vecihle görmek -biri muhtelif aynalarda bizzat müşahede etmek, diğeri müştak seyirci ve mütehayyir istihsan edicilerin müşahedesi ile müşahede etmek- ister. Hem görmek hem görünmek hem daimî müşahede hem de ebedî şahitlik ister. Hem o daimî cemâl, müştak seyirci ve istihsan/takdir edicilerin vücutlarının devamını ister.

Çünkü, daimî bir cemâl, zevale mahkûm müştâka razı olamaz. Zira dönmemek üzere zevale mahkûm olan bir seyirci, zevalin tasavvuruyla, muhabbeti düşmanlığa döner, hayret ve hürmeti tahkire meyleder. Çünkü, insan bilmediği ve yetişmediği şeye düşmandır. Halbuki şu misafirhanelerden, herkes çabuk gidip kayboluyor; o kemâl ve o cemâlin bir ışığına, belki zayıf bir gölgesine, bir anda bakıp doymadan gidiyor. Demek, bir seyrangâh-ı daimîye gidiliyor.”9

Dolayısıyla yeryüzünü ya da denizlerin altında bitkiler ve hayvanlar âlemini seyrettiğimizde adeta bir sanat galerisine girer, sonsuz renk cümbüşüne şahit oluruz. Aynı toprak, su ve güneşten beslenen ancak farklı şekil ve renklerde yaratılan milyonlarca varlık, bitki ve canlı türleri, renkleri, şekilleri ve farklı güzellikleri; sanatlı yaratılışlarıyla bizlere tebessüm eder ne hazlar yaşatırlar. Bu ayetleriyle Kur’ân, Allah’ın tabiatta yarattığı rengarenk tabiata ve içindeki süslemelere dikkat çeker, insanın güzellik duygularını harekete geçirir; zevk ve bediî duygularına da hitap ederek tefekküre sevk eder.

Bu vesileyle basiretini açar, öğüt alma kabiliyetini inkişaf ettirir, mükemmel sanat eserleri üzerinden onu kemâl arayışına yönlendirir. Zira O’nun kâinata koyduğu mizanın,10 her şeyi yarattığı ölçü, düzen ve nizamın11 renk, şekil ve her şeyin birbiriyle muhteşem ahenginin ortaya çıkardığı güzellik ve sanat eserleri, insanın gönlünü Hakka ve hakikatlere açacak niteliktedir. Bu anlamda arzın yanında semaların da süslü ve gösterişli/görkemli yaratılışı üzerinde düşünülmesi gerekli önemli bir husustur.

Semaların Görkemli Yaratılışı

Allah (celle celalahu) arzı ve kâinatı daha da güzelleştirmek için semaları da öyle yaratmış ve bakanların göz zevkine uygun tasarımlar ve düzenlemeler de yapmıştır: “Hakikaten Biz dünyaya en yakın göğü muhteşem güzelliklerle, parlak birer inci demeti gibi ışıldayan yıldızlarla süsleyip donattık.”12 “Gerçekten de Biz, uzayın derinliklerine burçlar (büyük takım yıldızları) yerleştirdik ve onları seyredenler için süsleyip ışıl ışıl bezedik.”13

Bugün astronomi biliminin verilerine göre evrende 2 trilyon galaksi, her galakside 300 milyar kadar yıldız tespit edilmiştir. Buna göre güneş sistemi içindeki Dünya gezegeni ancak bir futbol sahası içindeki herhangi bir top ya da bir toz zerresi kadar yer kaplar. Allah Resûlünün beyanıyla “Ey Ebu Zer! Bütün arz ve semavât Kürsî karşısında çöle atılmış bir yüzük halkası kadardır. Arşın, Kürsîye üstünlüğü de çölün halkaya olan nispeti gibidir.”14

Yeryüzünün küçüklüğüne rağmen Allah’ın dünya semasını gören gözler için süslediğini ifade etmesi yaratılışta estetiğe verilen değeri açıkça gösterir. Kur’ân bu ifade ve benzetmelerle bir taraftan mikro ve makro alemdeki ince sanatlara dikkat çekerken diğer taraftan insanoğlunu estetik ve sanat arayışına ve yeni eserlerin inşasına teşvik eder, sanatta süsleme, ışıklandırma ve aydınlatmanın önemine vurgu yapar.

Işık, hayat için vazgeçilmez bir ihtiyaç olduğu gibi sanat için de vazgeçilmez bir unsurdur. Zira kâinatta bütün renk ve güzellikleri ortaya çıkaran ışıklandırma/aydınlatmadır. Bu açıdan ışık/aydınlatma estetiğin/sanatın vazgeçilmez bir öğesidir.15 Hatta ışığın bizatihi kendisi yarı saydam veya saydam olmayan nesneler yoluyla biçimlendirilerek sanatın nesnesi haline getirilmesi de söz konusudur. Bu durumda artık ışık nesne ilişkisinde ışığı taşıyan gövdenin, bütünüyle içinden yayılan ışığın denetimi altına girmesi de mümkündür.

Bu konuda yapılan çalışmalar bugün ışığı araç olmaktan çıkarmış sanatsal malzemenin kendisi olma noktasına taşımıştır.16

Dolayısıyla Allah, yarattığı aydınlatma sistemleri ve zengin tasarımlarla, dünyamızı ışıl ışıl bezemeseydi ne güzelliklerden bahsedilebilir ne de sanat yapılabilirdi. Kapkaranlık ya da tamamen loş bir alemde estetikten bahsetmek mümkün olmazdı. Bir yandan semanın burçlarla donatılması, diğer yandan bunların ortaya çıkardığı ihtişamlı manzaralar ve estetik görseller Yüce Sanatkâr’ın kudret ve azametinin büyüklüğünü gösteren apaçık delillerdir. O, insanoğlunu arz ya da semalardaki sanat eserlerini seyretmeye ve araştırmaya/incelemeye davet ederken sanatının güzelliğine ve mükemmelliğine özellikle vurguda bulunur: “Üstlerindeki göğe bakıp görmüyorlar mı onu nasıl bina ettiğimizi ve nasıl süslediğimizi? Üstelik onda en ufak bir çatlaklık, gedik/yırtık en küçük bir kusur, düzensizlik de yoktur.”17 Yaratmasında ve sanatındaki kusursuzluk bütün insanlara işlerini/eserlerini sağlam ve düzenli yapma ya da eserlerinde kusursuz olma ilkesini de verir.

Bediuzzaman Said Nursî, semanın bu haşmetli süslenişini ve manasını şöyle anlatır:

“Semavat yüzünde, öyle bir haşmet içinde bir parlamak ve bir ziynet içinde bir tebessüm var ki Sâni’-i Zülcelal’in ne kadar muazzam bir saltanatı ve ne kadar güzel bir sanatı olduğunu gösterir. Donanma günlerinde kesretli elektrik lambaları, sultanın derece-i haşmetini ve medeniyette derece-i kemalini gösterdiği gibi koca semavat o haşmetli ziynetli yıldızlarıyla Sâni’-i Zülcelal’in kemal-i saltanatını ve cemal-i sanatını, öylece nazar-ı dikkate gösteriyorlar.”18

Yine Bediuzzaman hazretlerinin yaklaşımı ve ifadeleriyle kudreti sonsuz Allah (celle celaluhu), semanın bağrına yerleştirdiği bu yıldızların diliyle insana şöyle hitap eder: “O vakit yıldızlar namına bir yıldız der ki: ‘Ne kadar akılsız ve gözsüzsün ki bizim yüzümüzdeki sikke-i vahdeti (tevhid mührünü) ve turra-i ehadiyeti (birlik mührünü) görmüyorsun, anlamıyorsun. Ve bizim üstün nizamımızı ve kulluk (işleyiş) kanunlarımızı bilmiyor, bizi intizamsız/başıboş zannediyorsun. Bizler öyle bir zatın sanatıyız ve hizmetkârlarıyız ki bizim denizimiz olan semavatı ve şeceremiz olan kâinatı ve mesiregâhımız olan nihayetsiz feza-yı âlemi kabza-i tasarrufunda tutan bir Vâhid-i Ehad’dir. Bizler bir donanmadaki elektrik lambaları gibi onun kemal-i rububiyetini gösteren nurani şahitleriz ve saltanat-ı rububiyetini ilan eden ışıklı bürhanlarız. Her bir taifemiz onun daire-i saltanatında ulvi, süflî, dünyevî, berzahî, uhrevî menzillerde haşmet-i saltanatını gösteren ve ziya veren nurani hizmetkârlarız.’

‘Evet, her birimiz kudret-i Vâhid-i Ehad’in birer mu’cizesi ve şecere-i hilkatin birer muntazam meyvesi ve vahdaniyetin birer münevver delili ve melaikelerin birer menzili, birer tayyaresi, birer mescidi ve ulvî alemlerin birer lambası, birer güneşi ve saltanat-ı rububiyetin birer şahidi ve feza-yı âlemin birer ziyneti/süsü, birer sarayı, birer çiçeği ve sema denizinin birer nuranî balığı ve gökyüzünün birer güzel gözü olduğumuz gibi heyet-i mecmuamızda sükûnet içinde bir sükût ve hikmet içinde bir hareket ve haşmet içinde bir ziynet ve intizam içinde bir hüsn-ü hilkat ve ölçü içinde bir kemal-i sanat bulunduğundan Sâni’-i Zülcelal’imizi, nihayetsiz diller ile vahdetini, ehadiyetini, samediyetini ve evsaf-ı cemal ve celal ve kemâlini bütün kâinata ilan ettiğimiz halde, bizim gibi nihayet derecede safi, temiz, itaatkâr, sizin emrinize hazır hizmetkârları, karmakarışıklık ve intizamsızlık ve vazifesizlik hattâ sahipsizlik ile ittiham ettiğinden tokada müstahaksın.’ der.”19

Yazar: Dr. Selim Koç

Dipnot:

  1. Bakara, 2/138
  2. İbn Kesir, Bakara Sûresi 138. Ayetin tefsirinde
  3. Bakara, 2/69
  4. Nahl, 16/13
  5. Rûm Sûresi, 30/22
  6. Fâtır, 35/27
  7. Zümer, 39/21
  8. En’am, 6/142
  9. Said Nursî, Sözler, -10. Söz- s. 54, 55
  10. Bkz. Rahman, 55/7
  11. Kamer, 54/49; A’la, 87/2-5
  12. Sâffât, 37/6; Bkz. Fussılet, 37/6; Mülk, 67/5
  13. Hıcr, 15/16
  14. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 13/422; Beyhâkî, el-Esmau ve’s-sıfât, 2/149; İbn Hıbban, Sahih, (361); Ebû Nuaym, el-Hılye, 1/167
  15. Daha geniş bilgi için bkz. Fatih Bayram, Işık ve Aydınlatma,

    www.academia.edu

  16. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Dilek Toluyağ, Bahar Başak Üstel Arı, Sanatta Işığın Plastik Dili, idildergisi.com
  17. Kâf, 50/6
  18. Said Nursî, 32. Söz, Birinci Mevkıf
  19. Said Nursî, Sözler, -32. Söz, 1.nci mevkıf-
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.