“Ne niyetle ihrama girip telbiye getirdin?” (6 Zilhicce 10 Hicrî)
Bugün, gün boyu Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebtah’ta kaldı. Huzuruna gelenlerin sorularını cevapladı. Yanlış bilgileri tashih etmekle meşgul oldu. Genel görüntüye bakıldığında çoğunlukla, bir önceki gün gündeme gelen konuların konuşulduğu anlaşılmakta. Mesela umre sonrası ihramdan çıkma, hac mevsiminde umre yapmamakla ilgili Câhiliye’den kalma kuralın kaldırılması, kurbanlık hayvanı hacca gelirken beraberinde getirme veya getirmemenin ihramdan çıkmaya tesirinin olup olmadığı gibi konular kulaktan kulağa aktarılıyordu.
İletişim adına, bugün bizim elimizde bulunan radyo, televizyon ve internet gibi imkanlardan hiç birisinin olmadığı ve aynı anda yüz bini aşkın insanın bilgilendirilmesi gerektiği düşünüldüğünde ortada garipsenecek bir durumun olmadığı anlaşılıyor.
Günün en önemli hâdisesi, şüphesiz Hazreti Ali ile Ebû Mûsâ el-Eş’arî’nin Yemen’den gelişleri. Ramazan ayında Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazreti Ali’yi, başta kurbanlık hayvanlar tedarik edip Mekke’ye getirme işi olmak üzere birçok görevle Yemen’e göndermişti. Aradan geçen zaman zarfında Hazreti Ali (radıyallahü anh), verilen vazifeleri yerine getirmiş ve kurbanlıklarla birlikte bugün Mekke’ye gelmişti.
Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) ile Ebtah’ta buluştu ve getirdiği develeri teslim etti. Üç ay boyunca görüp duyduklarından, karşılaştığı farklılıklardan bahsediyordu.
Beri tarafta Hazreti Fâtıma (radıyallahu anhâ), üç aydır merakla beklediği eşinin geldiğini duyunca kaldığı çadıra güzel kokular sürmüş, gözlerine sürme çekmiş ve üstüne de boyalı bir elbise giymişti. Çadıra gelip de hanımının bu halini gören Hazreti Ali, bir garip olmuştu. Zira hanımı Fâtıma, ihram yasaklarını ihlal edecek işler yapmış gözüküyordu! Din adına “temsil” makamında bulunanların, dinin ruhuna aykırı bir tavır sergilememeleri gerektiğini düşünüyor ve hanımına kızıyordu!
Bir yönüyle bu çok normaldi; zira neredeyse üç aydır Resûlullah’tan uzakta bulunuyordu. Halbuki vahiy devam ediyor ve Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), Kıyâmet’e kadar yaşayacak bir dinin değişmez kurallarını koyup tatbik ediyordu! O’nun Yemen’e gidişinden sonra da birçok yenilik söz konusu olmuş ve iletişim imkanlarının sadece mektup ve birebir görüşmeyle gerçekleştiği o günlerde Hazreti Ali’nin bazı değişikliklerden haberi olmamıştı.
Ancak bir yanlışlığın olma ihtimali de vardı ve Hazreti Fâtıma’yı bu halde görür görmez hemen sebebini sordu. Tabii olarak Hazreti Fâtıma (radıyallahü anh), “Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), bize umre yaptıktan sonra ihramdan çıkmayı emretti, biz de çıktık!” diyordu. İlmin kapısı Hazreti Ali’nin bilmediği birşeyi söylüyor ve üstelik bunu da Allah Resûlü’ne dayandırıyordu. Halbuki bir yıl öncesinde o (radıyallahü anh), Hazreti Ebû Bekir’in hac emirliği altında vazifesini yaparken umre yapmamış, eskiden olduğu gibi sadece hac yapmıştı. Demek ki az zamanda çok şey değişebiliyordu; Yemen’e gitti gideli kim bilir daha neler olmuştu?
Hanımından bunu duyar duymaz soluğu, Habîb-i Ekrem’in yanında aldı Hazreti Ali. Elbette bu gelişiyle o (radıyallahü anh), hanımı Fâtıma’ya güvenmiyor değildi; onun hedefinde, duyduğu bu haberi, asıl kaynağından öğrenme arzusu yanında, din adına daha ne türlü bilgilerin geldiğini anlama isteği yatıyordu. Huzura girer girmez de sordu:
“Fâtıma, boyalı elbisesini giydi, sürmesini sürdü ve ‘Bunu bana babam emretti!’ dedi; doğru mu yâ Resûllalah?”
Damadının heyecanlarında, din adına bir hassasiyet nümâyândı. Onda gördüğü bu asil duruşu tasdik edercesine baktıktan sonra, kızı Fâtıma’yı kastederek, “Doğru söyledi, doğru söyledi, doğru söyledi; bunu ona, ben emrettim!” buyurdu.
Bu sefer sorma sırası Efendimiz’deydi; “Sen nasıl bir niyetle ihrâma girip telbiye getirdin?” “Yâ Resûlallah!” hitabıyla söze başlayan Damad-ı Nebî, “Allah’ım! Yanımda kurbanlık olduğu halde ben, Senin Peygamberi’nin niyeti gibi niyet edip telbiye getiriyorum!” diye söyledim.
Bu cevabıyla onun niyetinin de kendisi gibi “kıran” haccı olduğunu anlayan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Hazreti Ali’ye, “O halde sen ihramdan çıkma!” buyurdu. Böylelikle Hazreti Ali “kıran” haccı yaparken hanımı Hazreti Fâtıma (radıyallahü anhâ), “temettu’” haccına niyet etmiş oluyordu.
Beri tarafta Yemen’den gelen başka birisi daha vardı; aslen Yemenli olan Ebû Mûsâ el-Eş’arî’yi de Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), hac öncesi bir vesileyle yine Yemen’e göndermişti. Kabilesine Nebevî ruhu taşıyan sahâbisine de aynı soruyu sordu: “Ne niyetle ihrama girip telbiye getirdin?”
Hepsi aynı kalıptan çıkmış gibilerdi ve Ebû Mûsâ el-Eş’arî de, Hazreti Ali’nin verdiği cevabı verdi: “Allahım! Peygamberimiz nasıl niyet edip ihrama girmişse ben de o niyetle ihrama girdim!” Bu cevaba karşılık, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), ona bir soru daha sordu: “Peki, yanında kurbanlık getirdin mi?”
Ebû Mûsâ el-Eş’arî (radıyallahü anh), “Hayır!” dedi. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ona, Kâbe’yi tavaf etmesini, Safâ ile Merve arasını sa’yetmesini ve traş olmak suretiyle ihramdan çıkmasını söyledi. Çünkü Ebû Mûsâ el-Eş’arî’nin (radıyallahü anh), “temettu’” haccı yapması gerekiyordu!