Modern Dünyada Hz. Muhammed (sas) Algısı ve Anlatımı
Onsekizinci yüzyılda Avrupa kültürünün dünyevileştirici öğelerinden türeyen modern şarkiyatçılık ile birlikte1, Batı’da İslâm’a ve Hz. Muhammed’e (sallallahü aleyhi ve sellem) bakış değişmeye başlamıştır. Ortaçağda Hz. Peygamber hakkındaki bilgiler birtakım hurafelere ve batıl inançlara dayanmaktaydı. On sekizinci yüz yıldan itibaren ise ilmi esaslara dayalı, tarafsız olmak iddiasındaki çalışmalar ortaya çıkmaya başlamıştır.
Ondokuzuncu yüzyılda Reinhart Dozy (1820-1883) ve William Muir (1819-1905) gibi yazarlar tarafından kaleme alınan İslam tarihi ile ilgili çalışmalar, kabul edilmesi gerekir ki ciddi bir emek ürünüdür. Ancak bu yazarlarda Doğu’ya ve İslam’a karşı çarpıcı bir nefret gözlenir.
Bu tür çalışmalarla şarkiyatçıların yapmak istedikleri şey, Hz. Muhammed hakkında söylenmedik bir şey bırakmayarak, Onu soğuk bir ışık altında hem engin dini kudretinden hem de Avrupalı’yı ürküten açıklanmamış güçlerinden soyulmuş haliyle göstermektir.2 Bu dönem şarkiyatçıları Hz. Muhammed’i dünyevileştirmek, Onun gerçekte bir peygamber değil dünyevi bir lider olduğunu ortaya koyabilmek için büyük çaba sarf etmişlerdir. Nitekim ünlü müsteşriklerden Caussin, “İslam’ın temelde siyasal bir sözleşme olduğunu, kesinlikle tinsel bir sözleşme olmadığını” iddia eder.3 Yine aynı dönemde İslam konusunda objektif olmaya çalışan bazı şarkiyatçılar, Hz. Muhammed’i “Avrupayı etkilemiş, görüşleri berrak, kendinden emin bir kahraman” gibi seküler niteliklerini ön plana çıkararak tanımlamışlardır.4
Hz. Peygamber hakkında Batı’da kaleme alınan, geçmiş dönemlerdeki benzerlerine göre de nispeten tarafsız gibi görünen söz konusu biyografiler, Müslüman aydınlar üzerinde de etkili olmuştur. Yine aynı dönemde şarkiyatçıların etkilendiği fikri akımlar, yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan ilmî disiplinler de Müslüman düşünürleri etkisi altına almıştır. Bunun sonucunda Batı’da yapılmış İslâm tarihiyle ilgili çalışmalar İslâm ülkelerinin bazı aydınları tarafından beğeniyle karşılanmış; bir kısmının hemen tercümeleri yapılırken,5bir kısım Müslüman aydınlar da benzer metotlarla Hz. Peygamber’in hayatına dair eserler kaleme alınmıştır. Hatta Arap yazarlardan bazıları, Batı’lı yazarlardan etkilenerek, açıkça Onun peygamberliğini inkar ettikleri halde, dehası, siyasi ve askeri başarılarıyla büyük bir insan olduğunu söylemişlerdir.
Şibli Şümeyyil (ö.1917) adlı ünlü bir Arap doktor, Reşid Rıza’ya yazdığı mektupta “Allah’a ve vahye inanmayan, Onu peygamber olarak tanımayan biri olarak bana göre, Muhammed, senin Onu Allah Rasulü olarak gördüğünden daha büyüktür” demiştir.6 Mısır’da Ferid Vecdi, Doktor Zeki Mübarek, Abbas Mahmud el-Akkad7 ve Heykel Paşa gibi aydınlar, Hz. Peygamber hakkında kaleme aldıkları yazılarında kevni mucizelere yer vermemiş, kahramanlığını ve dehasını (Abkariyye) anlattıkları ölçüde Nübüvvetin manevi boyutu üzerinde durmamışlardır. Bu nedenle Mustafa Sabri Efendi (ö.1954) adı geçen zevatı “nübüvvetin yerine dehayı ikame etmeye çalışmakla” suçlamıştır.8 Hatta o, kevni mucizelerin inkarının ve nübüvvetin gaybi boyutunun ihmal edilmesinin bazı müsteşriklerin dile getirdiği “Hz. Muhammed, Peygamber şeklinde ortaya çıkmış bir kahramandan ibarettir” iddiasının kabulünü netice vereceğini söylemiştir.9
Mustafa Sabri Efendi, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin dehasından bahsedilmesine karşı değildir. Ona göre peygamberlik makamının ayrılmaz özelliği mucizedir. Söz konusu yazarlar ise kevnî mucizelerin yerine dehayı ikame ederek dehayı peygamberliğin ayrılmaz mucizesi şeklinde göstermek istemektedirler. Peygamberlik makamına bağlı olarak Onun dehasının anlatılmasının ise bir mahzuru yoktur.10
Batı düşüncesine ve ilim mahfillerine maddeci dünya görüşünün hakim olmasının yanında, Hristiyanlığın mistik karakteri de Hristiyan müelliflerin Hz. Muhammed konusundaki görüşlerinin şekillenmesinde etkili olmuştur. Hz. Peygamber’in hayatını yazan bazı Müslüman yazarlar, Onu dünyevî ve Hristiyanlık karşıtı bir bakış açısıyla ele alırken, Hristiyanlar ise, en iyi durumlarda bile bir tür psikolojik yukardan bakma ile Onu “mazur görmek” istemişlerdir.11 Zira onlar için peygamber prototipi dünya işlerine karışmamış som mistik Hz. İsa’dır. Hıristiyan yazarlar, sürekli Hz. Peygamber’in Hz. İsa’dan farklı olan dünyevî yönüne işaret ederek, “Muhammed, İsa ve öteki din kurucularından, aynı zamanda hem bir inancın yaratıcısı, hem de bir devletin temellerini atan kimse oluşuyla farklılık gösterir”12 tezini işlemişlerdir. Zira onlara göre Hz. Muhammed, öncelikle hem bir ideoloji hem de bir devlet kurucusudur.13Bu yüzden Hz. Muhammed’in manevî boyutunun bulunmadığını, Hz. İsa ile kıyaslanamayacağını, belki Beni İsrail peygamberleri ile mukayese edilebileceğini öne sürerler. Nitekim Hitti, “İslâm, İncil’in ortaya koyduğu Hıristiyanlıktan ziyade Tevrat’ın vazettiği Yahudiliğe yakındır” der.14 Hz. İsa konusunda sahip oldukları kanaatten dolayı Hıristiyan yazarların Hz. Peygamber’in manevî önemini, ruhî ve dinî hayatın prototipi olarak rolünü kavraması oldukça güçtür.15
Modern Fransız şarkiyatçıların belki de en ünlüsü, en etkilisi olan Louis Massignon’a göre İslam, “Tanrı’nın İsa’da vücut bulmasına yönelik sistemli bir reddiyedir”. Bu nedenle ona göre İslam’ın en büyük kahramanı Hz. Muhammed değil, Tanrıyı kişileştirme cüretini göstermiş Müslüman ermiş Hallac-ı Mansur’dur. Böylece Massignon., Hz. İsa’nın figürü olduğu düşüncesiyle Hallac’ı ön plana çıkarmıştır. Burada oryantalistlerin Şark’ı zorlama ile de olsa Batı’nın terimleriyle düzenleme isteğinin bir örneğini görmek mümkündür.16
Hz. Peygamber’in ısrarla dünyevi nitelikleri üzerinde durularak, manevi yönünün ihmal edilmesinin nedenlerinden birisi de içinde yaşanılan sosyal ve kültürel çevredir. Modern dünyada din hayatın diğer alanlarından ayrıldığı için Hz. Peygamber’in siyasi dehası hitabet gücü ve devlet adamlığının yanında, insanlara dini ve manevi alanda kılavuz olması, zühd ve takvayı arzu edenlere hayatının model teşkil etmesi anlaşılamamıştır. Bugünün bir çok insanı, manevi bir şahsiyetin sosyal ve politik alandaki başarılarını anlamakta güçlük çekmektedir.17 Zira Hristiyan Batı’da, özellikle de modern zamanlarda siyasi ve toplumsal başarılar kazanmış liderlerin aynı zamanda manevi kişiliğinin bulunması oldukça az rastlanan bir durumdur. Bu nedenle Batılı yazarlar, Hz. Peygamber’in kişiliğini kavramakta zorluk çekerler. Batı’da yazılmış Hz. Peygamber ile ilgili eserlerde Onun manevi yönünün sürekli ihmal edilmesinin sebeplerinden birisi de bu husustur. Hatta Batılılarca İslam’ın temel ilkeleri hakkında en az bilinen, Hz. Peygamber’in gerçek mahiyetidir.18
Hz. Peygamber’in manevi yönünün görmezden gelinmesinin psikolojik nedenleri de vardır. Bunların en önemlilerinden birisi empati eksikliğidir. Hz. Peygamber’in gerçek önemini anlamak için hayatıyla ilgili metinleri dıştan incelemek yeterli değildir. Onu İslami bakış açısından değerlendirmek ve Müslümanların dini şuurunda işgal ettiği mevkii kavramağa çalışmak da gerekir.19 Bu eksiklikten dolayı Hz. Peygamber’le ilgili birçok Batılı eser, okuyucu için sağladıkları tarihsel ayrıntıların zenginliği yanında Onun gerçek kişiliğinin anlaşılması açısından faydasızdırlar.20
Peygamber Efendimiz’in, toplumsal ve siyasi başarıları yanında evlilikleri ve muhatap olduğu savaşlar da Onun hayatının yalnızca dünyevi açıdan yorumlanmasına sebep olan hususlardır. Peygamberimiz evlilikleri ile dünyevi-toplumsal alanın içine girmiştir. Onun evlilikleri, “vücud”a karşı zaafını göstermez. Aksine kolektif beşeri alanın manevi alanla fiilen bütünleşmesinin sembolüdürler.21 Hz. Peygamber’in savaşlardaki kahramanlığı üzerinde yalnızca oryantalistler durmamış, bu konu Müslüman yazarların da dikkatini çekmiştir. Onlar, modern insana Hz. Peygamber’i daha kolay anlatabilmek için, Onun kahramanlığından bahsetme gereği duymuşlardır. Nitekim inanmayanlara da hitap etmek zaruretinden dolayı eserine Hz. Peygamber’in kahramanlığını anlatarak başlayan Abdurrahman Azzam, “O büyük Peygamber’e kahraman demek ve Onu kahramanlar içinde anlatmak bana ağır geldi” der.22 Ali Şeriati’ye göre Hz. Muhammed, sadece askeri başarıları dikkate alınarak değerlendirilmiş olsaydı bile tarihin gördüğü büyük kahramanlardan sayılırdı. Ancak Onun askeri fetihleri, diğer niteliklerinin yanında İslam’ın en önemsiz saydığı hususlardan birisidir.23 Bu konuda o, “Hz. Muhammed, halkın sadece düşünceleriyle ilgilenen birisi değildi. O, siyaset, savaş, güç (otorite) adamı olduğu halde maneviyat, takva, sevgi kendinde daha çok belirgindi” der.24 Seyyid Hüseyin Nasr da, Hz. Muhammed’in yaratılıştan yalnızlığa ve tefekküre düşkün bir insan olduğuna dikkat çekerek, Hz. Peygamber’i savaşı seven bir insan olarak tasvir eden modern tetkiklerin Onun gerçek kişiliğini tersine çevirdiğini söylemiştir.25
Hz. Peygamber’in manevi yönünü tanımlama güçlüğü yalnızca Batılı yazarlar için geçerli olan bir durum değildir. Müslüman yazarlar için de aynı zorluk söz konusudur. Nitekim ünlü sosyolog ve düşünür Ali Şeriati, bu zorluğu “İnsanı sadece hayatındaki olayları bilmekle tanımak mümkün değildir” sözleriyle dile getirir. Sıradan ölçütlerle Hz. Peygamber’in anlaşılmasının çok güç olduğunu belirten Şeriati, Muhammed’i Tanıyalım adlı eserindeki gayesini “Bu yüce Ruh’a yaklaşabilme çabası” şeklinde ifade eder.26 Zaman zaman psikolojik çözümlemelere yer vermekle birlikte Hz. Peygamber’in hayatını genelde sosyolojik açıdan tahlil eden Şeriati, Resul-i Ekrem’i “O, insanlığın karşısına yeni bir yol ve çığır açmış; okulları kapatıp yeni bir okul açmış; bütün kalıpları kırıp yeni bir kalıp oluşturmuş; beyinlerden eski düşünceleri silip yeni düşüncelerin temelini atmıştır”27 sözleriyle anlatır. Öte yandan Onun (s.a), en belirgin vasfının derin bir vicdan olduğunu vurgular ve şöyle devam eder “Onun ruhunun derinliklerinde esrarlı bir pınar vardır ki “dürüstlük” onun tecellilerindendir”.28 Şeriati’ye göre Cahiliye Dönemi Arapları Hz. Peygamber’i fikirden ziyade vicdan yönüyle tanımaktaydılar, Ona “el-Emin” lakabını da bu nedenle vermişlerdi.29
Sosyal bilimciler içinde, on dokuzuncu yüz yıl maddeci dünya görüşünün en vefalı izleyicileri oryantalistler olmakla birlikte, Batı’da maddeci felsefenin etkisinin azalması neticesinde son yarım yüzyılda Hz. Peygamber hakkında daha dengeli yorumlar yapılmaya başlanmıştır. Marksist oryantalist Maxime Rodinson “Hz. Peygamber’in dinî şevkini ön plâna çıkarmayı tercih eden şarkiyatçılar da vardır” diyerek bu durumdan rahatsızlığını dile getirir.30 Modern şarkiyatçılardan Montgomery Watt, Peygamber Efendimizin İslam tarihi boyunca bir çok mistik şahsiyete örneklik ve öncülük yaptığını öne sürerek, Onun manevi kişiliği hakkında olumlu düşünülmesi gerektiğini söyler. Watt, “Hz. Muhammed’in gerçekten bir peygamber olduğuna inanıyor ve biz Hıristiyanlar’ın, “Onları meyvelerinden tanırsın” (Matta, 7.20) anlamındaki Hıristiyan prensibi gereğince bunu kabul etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Çünkü asırlar boyunca İslam, birçok üstün ve zühd sahibi insan yetiştirmiştir” der.31 Hatta o, Resulullah (s.a) terimini tercüme ederken “Resul” kelimesinin İngilizce’deki karşılığı olan “messenger/elçi”ın seküler bir anlam taşıdığını onun yerine “prophet/peygamber” teriminin kullanılması gerektiğini söyler.32
Şarkiyatçıların son zamanlarda Hz. Peygamber’in ahlâkî ve manevî yönlerini keşfetmelerinin siyasi sebepleri de olabilir. Hz. Muhammed’in çağrısının yalnızca dinî ve ahlâkî içerikli olduğunun vurgulanması, İkinci Dünya Savaşından sonra yoğunlaşan İslam ülkelerindeki kurtuluş savaşları ve cihad hareketlerini fikrî yönden dayanaksız bırakmak düşüncesiyle ortaya atılmış bir iddia da olabilir.33 Oryantalistlerden bazıları Onun gerçek hedefinin ahlâkî bir sistem kurmak olduğunu, çevresindeki insanların ruhî ve ahlâkî düzeyini yükseltmek için samimi bir şekilde çaba sarf ettiğini söylemişlerdir. Nitekim muasır şarkiyatçılardan Claude Cahen, Hz. Peygamber’in gayesini anlatırken “Bütün din kurucuları gibi, Muhammed’in (de) sosyal bir doktrini yoktur; yaptığı yalnızca ahlâkî bir sistemi ilan etmesidir… Muhammed’in asıl istediği, karşılıklı bir sorumluluk ve güçlü bir dayanışma duygusuyla bir araya gelmiş insanlardan bir toplum yaratmaktı”34 der. Cahen, Onun (s.a), dürüstlüğü ve samimiyeti konusunda ise şöyle der: “Hazreti Muhammed, çevresindeki insanlığın ruhî ve ahlâkî düzeyini yükseltmek yollarını aramakta tartışılmaz bir dürüstlük ve coşku dolu bir yetenek göstermiştir. Yaptığı çağrının bu insanların töresine ve karakterine uyum sağlamasında büyük bir beceri, siyasî bir deha göstermesini bilmiş, böylece de onlara canlılık kazandırmış bir kişiliktir. Bu dinî esininin yüceliği kadar, insanlardan gelen zorluklara ve kendisinin uğradığı sıkıntılara karşı savaşımını, bu esiniyle birlikte yürütüşündeki yüceliği içimizde hissettiğimiz anda, derinliğine heyecanlanmamak ve Ona saygı duymamak olanaksızdır.”35
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin hayatı hakkındaki bilgilerin fazla olması Onun farklı açılardan yorumlanabilmesine imkan tanımıştır. Kişiliği hakkında çok sayıda tarihi bilgi ve rivayetler bulunduğu için her yazar, Hz. Muhammed’i farklı özellikleriyle anlatmıştır. Bilindiği gibi Hz. Peygamber’in hayatı ve şahsiyeti hakkında oldukça detaylı bilgiler bulunmaktadır. Hatta bazı Batı’lı yazarlar “Bütün din kurucuları içinde kişiliği açısından tarihsel karakteri en belirgin Hz. Muhammed’dir” demişlerdir.36 Kimine göre O, bir kahraman, kimine göre dünya tarihindeki ilk sosyalist, kimine göre de bir dahidir. Onun kurduğu dini cemaatin kısa zamanda siyası özerkliğini kazanarak yepyeni bir toplum ve kültürün ortaya çıktığı bir çok oryantalist tarafından kabul edilmiştir.37 Hatta “Toplum halinde bir arada yaşama yasasına ilişkin ilkeleri, Hz. Muhammed’in çağdaş tarihçiler tarafından erken bir sosyalist sanılmasına bile yol açmıştır.”38 Gerçekten de Hz. Muhammed, önder, yasa koyucu ve sosyal hayatta insanların öncüsüdür. Ancak unutulmamalıdır ki Onun (s.a.s) yolu, hayatı maddî ve ruhî yönüyle bir bütün olarak kucaklamıştır.39Bu gibi niteliklerinden dolayı beşeri tabiatı manevi tabiatını bürümüş, manevi fonksiyonlarını gözlerden gizlemiştir. Halbuki Peygamber aleyhisselâtü vesselâm, sosyal ve siyasal hayata bu iki beşeri alanı manevi bir merkezle bütünleştirmek için katılmıştır. O, yalnızca metafizik alanı temsil eden bir peygamber de değildir. Onun davranışlarını şekillendiren ve belirleyen beşeri mücadelesinin yanında İlahi murakabedir. Her peygamber, gerçeğin sadece bir yönünü vurgulamıştır. Hz. Muhammed ise peygamberliğin mükemmel örneği ve modeli olduğu için gerçeğin bütününü tam bir ahenk ve denge ile temsil etmiştir.40 “Tüm hakikatın, daima bir dengede gizli olduğu”41 göz önünde bulundurularak, Peygamber Efendimiz anlatılırken beşerî niteliklerinin yanında, sıdkı, emniyeti, zühdü, takvası, kulluğu, Allah’a bağlılığı, kısacası Rabbaniliği unutulmamalıdır.
Yukarıda temas ettiğimiz nedenlerden dolayı Hz. Peygamber’le ilgili birçok modern araştırma okuyucu için sağladıkları tarihsel ayrıntıların zenginliği yanında, Onun gerçek kişiliğinin anlaşılması açısından faydasız ve son derece yararsızdırlar. Zira bu eserler ya modern Batı düşüncesinin tesiriyle yazılmış ya da ona reaksiyon olarak kaleme alınmışlardır. Modernist müslüman yazarlar, Hz. Peygamber’in, kimi zaman farkına dahi varmadan, a priori edindikleri hümanist ve rasyonalist bakış açısına uygun düşmeyen bütün yönlerini ihmal etmişler; Onu alelâde bir insan gibi göstermeye çalışmışlardır.42 Sezai Karakoç, bu durumu şöyle dile getirir: “Batılı bilginler, peygamberleri, halklarının, kritik çağlarında derleyip toplayıcılık, kurtarıcılık rolünü üstlenen önderleri olarak görürler. Şüphesiz, peygamberler, halklarını kurtaran önderlerdir. Ancak onları sadece bu yanlarıyla görmek, tüm insanlık tarihini yanlış, eksik ve gerçek derinliğinden yoksun olarak yorumlamak anlamına gelir… Bugün de, aşağı yukarı, dünyanın her tarafında ortalama “aydın”, geçmiş yorumunda “peygamber”i, bu, tevratlardan kalma görüşün perspektifinden görmektedir. Onlar halklarını güç zamanlarında kurtaran önderlerdir anlayışı giderek daha bir yaygınlık kazanmaktadır. Bu anlayışsa, çağımız için en büyük tehlike, en büyük eksiklik, en büyük yoksunluktur. Peygamberlerin metafizik alanındaki misyonlarını görmezlikten gelme, yani asıl görevlerini ortadan kaldırma, giderek dini de, sadece ahlâk ve eski çağların sosyal kuralları gibi anlama, çağımızın saplandığı materyalist görüş kısırlığının bir sonucu ve bir göstergesidir.”43
Hz. Peygamber’in ahlâkî niteliklerine ve dehasına inanan inanmayan bir çok araştırmacı, temas etmiştir. Ancak vahiyle irtibatı ve metafizik yönü sürekli ihmal edilmiştir. Halbuki klasik İslamî kaynaklarda “Peygamberler, üstün bir akıl gücüne ve mükemmel bir ahlâka sahiptirler. Hatadan korunmuşlardır, fiilleri vahiy kaynaklıdır.”44 şeklinde anlatılır. Üstün bir akıl gücü, güzel ahlâk, doğruluk ve insanlarda güven uyandıran kişiliği Hz. Peygamber’in Cahiliye Dönemin’de de bilinen ve insanların takdir ettikleri nitelikleridir.45 Onun nübüvveti, anılan özelliklerinin yanında gayb alemiyle olan irtibatı ile mümkün olmuştur. Onun peygamberliği, İlahî vahiyle irtibatı ve korunmuşluğu (ismet) olmaksızın, tamamlanmış olmaz. Dolayısıyla Onun gerçek mahiyetinin manevî ve kudsî nitelikleri bir tarafa bırakılarak yalnızca dünyevî özellikleri üzerinde durularak anlaşılması mümkün değildir. Zira Schuon’un da ifade ettiği gibi “Hz. Muhammed, asla kuşku duyulamayacak beşeri dehasından dolayı değil, özü itibarıyla İlâhî bir seçim sonucu peygamberlik vazifesi ile görevlendirilmiştir”.46 Samimi ve tarafsız bir şekilde siyer ve tarih kitaplarındaki bilgilerin bir araya getirilmesi bile Resul-i Ekrem’in “şahs-ı manevisi”ni ve “kudsi mahiyeti”ni anlamak için yeterli değildir. Zira bu gibi eserlerde Onun yalnızca beşerî yönü üzerinde durulmuştur.47 Bundan dolayıdır ki Müslümanlar, Peygamber’e olan sevgilerini dile getirmek için farklı ve daha özgür ifade biçimleri aramışlardır. İlk dönemlerde delâil (Peygamberlik delilleri) ve şemâil (Peygamber’in özellikleri) ile ilgili çalışmalar, Ona karşı hissedilen sevgiyi anlatmak için yazılan kasideler, hep bu ihtiyaçtan ortaya çıkmış ilmî ve edebî ürünlerdir. Hz. Peygamber’e karşı duyulan sevgiyi anlatan ilâhiler, kasideler ve mevlid merasimlerinin, günümüzde de Müslümanları heyecanlandıran, bir araya getiren en önemli dinî motiflerden biri olması48 hiç şüphesiz, Hz. Peygamber’i (sallallâhü aleyhi ve sellem) kalb ve gönül gözüyle tasvir etmeleridir.
Yazar: Prof. Dr. Ayhan Tekineş
Dipnot:
- Edward W. Said, Şarkiyatçılık, Batı’nın Şark Anlayışları, çev. Berna Ülner, İstanbul 1999, s. 130.
- Edward W. Said, a.g.e., s. 162, 163.
- Caussin de Perceval, Essai sur l’histoire des Arabes avant l’Islamisme, 1847-48 (yeni basım Graz 1967), III, 332-9’den nakleden Edward W. Said, a.g.e., s. 162.
- Edward W. Said, a.g.e., s. 163, 130.
- Mesela Dozy’nin İslam tarihiyle ilgili Essai sur l’histoire de l’Islamisme adlı eseri doktor Abdullah Cevdet tarafından tercüme edilerek 1907 yılında Tarih-i İslamiyet adıyla neşredilmiştir.
- Bk. Ali Şeriati, Muhammed’i Tanıyalım, çev. Ali Seyyidoğlu, Ankara 1996, s. 10.
- Mustafa Sabri Efendi, bu dönemin ünlü edebiyatçılarından Abbas Mahmud el-Akkad’ın (ö. 1964) Peygamberimiz’in hayatına dair kaleme aldığı Abkariyyetü Muhammed adlı eserini bir çok yönden takdir etmekle birlikte, kevni mucizelere yer vermediği için şiddetle eleştirmiştir. Bk. Mustafa Sabri, Mevkıfu’l-akl ve’l-ilm ve’l-alem min Rabbi’l-alemin, Kahire 1950’den ofset, IV, 11 vd.
- Mustafa Sabri, a.g.e., IV, 4 vd.
- Mustafa Sabri, a.g.e., IV, 6.
- Mustafa Sabri, a.g.e., IV, 9.
- Schuon, Frithjof, İslam’ı Anlamak, çev. Mahmut Kanık, İstanbul 1988, s. 140.
- Cahen, Claude, İslamiyet, çev. Esat Nermi Erendor, Ankara 1990, I, 21.
- Rodinson, Maxime, Hz. Muhammed, çev. Atilla Tokatlı, İstanbul 1994, s. 213.
- Hitti, Philip, İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1980, I, 193.
- Seyyid Hüseyin Nasr, İslam İdealler ve Gerçekler, çev. Ahmed Özel, İstanbul 1985, s. 77.
- Edward W. Said, a.g.e., s. 114.
- Seyyid Hüseyin Nasr, a.g.e., s. 77, 78.
- Seyyid Hüseyin Nasr, a.g.e., s. 78, 79.
- Schuon, Frithjof, a.g.e., s. 140.
- Seyyid Hüseyin Nasr, a.g.e., s. 82, 83.
- Schuon, Frithjof, a.g.e., s. 141; Seyyid Hüseyin Nasr, a.g.e., s. 80.
- Abdurrahman Azzam, Rasul-i Ekrem’in Örnek Ahlâkı, çev. Hayreddin Karaman, İstanbul 1971, s. 5, 6.
- Ali Şeriati, Muhammed Kimdir, çev. Ali Seyyidoğlu, Ankara 1996, s. 17.
- Ali Şeriati, Muhammed’i Tanıyalım, s. 110.
- Seyyid Hüseyin Nasr, a.g.e., s. 79, 80.
- Bk. Ali Şeriati, a.g.e., s. 9-11.
- Bk. Ali Şeriati, a.g.e., s. 17.
- Ali Şeriati, a.g.e., s. 35.
- Ali Şeriati, a.g.e., s. 29.
- Rodinson, Maxime, a.g.e., s. 221.
- Watt, Montgomery W., Hz. Muhammed’in Mekke’si, çev. Mehmet Akif Ersin, Ankara 1995, s. 12.
- Watt, a.g.e., 99.
- bk. Muhammed el-Behiy, İslami Düşüncede Oryantalıst Etki, çev. İbrahim Sarmış, İstanbul 1996, s. 55-88.
- Cahen, a.g.e., I, 21.
- Cahen, a.g.e., I, 20.
- Cahen, Claude, a.g.e., I, 17.
- Bk. Hodgson, a.g.e., I, 106-127.
- Cahen, a.g.e., I, 21.
- Muhammed Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, çev. Hayreddin Karaman, İstanbul 1997, s. 95.
- Seyyid Hüseyin Nasr, a.g.e., s. 76-79.
- Karakoç, Sezai, Fizikötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi II, İstanbul 1995, s. 106.
- Seyyid Hüseyin Nasr, a.g.e., s. 82, 83.
- Karakoç, s. 105, 106.
- Fahrüddin er-Râzî, en-Nübüvvât ve mâ yete’alleku biha, Beyrut 1986, s. 8.
- Ebu Hâtim er-Râzî, A’lâmü’n-nübüvve, nşr. Salah es-Savi, Gulam Rıza A’vani, Tahran 1977, s. 77 vd.
- Schuon, Frithjof, a.g.e., s. 143.
- Krş. Said Nursi, Mektubat, İstanbul 1990, s. 89.
- Gibb, Hamiltorn A.R., İslam Medeniyeti Üzerine Araştırmalar, çev. Heyet, İstanbul 1991, s. 213.