Kureyş kervanı, takip kararı ve geri çevrilen gençlerin hüznü
Bütün gelişmeler, Kureyş’in Mekke’de büyük bir yığınak yaptığını gösteriyordu. Üstelik Kureyş, Muhâcirlerin Mekke’de bırakmak zorunda kaldıkları mal ve mülklerine el koymuştu. Bunlar arasında ticaret açısından kıymetli gördüklerini de satmak için Şam’a götürüp değerlendirmek istiyordu. Kısaca, Müslümanların malıyla yine Müslümanları vurma planları yapıyordu.
Kervan, büyük bir servet demekti ve yaklaşık kırk kişinin görevlendirildiği bu kervanda,1 elli bin dinarlık bir servet bulunmaktaydı. Bu servet, savaş için yığınak yapan Mekke için karşı konulmaz bir güç demekti. Ve bu güç, doğrudan Medine’ye karşı kullanılacaktı. Göz göre göre bir tehlike geliyordu ve işin garip tarafı, gelen bu tehlike, Medine yakınlarından geçerek Mekke’ye ulaşacaktı. Yani, kendilerine yönelen bu tehlikeyi Müslümanların, daha erken bir hamle ile önceden engelleme imkânları vardı.
Hedefteki Kervan ve Takip Gerekçeleri
Öyleyse, Ebû Süfyân başkanlığında Şam’a giden Kureyş kervanı, mutlaka engellenmeli ve böylelikle onlara, sinsi planlarını rahat uygulama imkânı verilmemeliydi.
Bütün dikkatler, Şam’dan gelecek haberler üzerinde yoğunlaşmıştı. Kervan hakkında bilgi toplamak ve onları yakın takibe almak için Talha İbn Ubeydullah ile Saîd İbn Zeyd’i göndereli on gün olmuştu. Şimdi Medine, bu kervanın Şam’dan ayrılıp geri dönmek üzere yola koyulduğu haberleriyle çalkalanıyordu.
Diğer taraftan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), bütün insanlara Allah’ın adını duyurmak için gönderilmiş bir peygamberdi. Herkesle konuşup mesajını ulaştırmak, O’nun bir vazifesi idi.
Hâlbuki Mekke, o gün bu davete icabet etmeyip karşı çıktığı gibi bugün de aynı huyunu devam ettiriyordu. Bütün bunlara ilave olarak, Medine’de karar kılan Muhâcirlerle artık devlet hâline gelen Efendimiz’i tehdit ediyor ve burada tutunmalarının önüne geçmek istiyorlardı. Bütün hazırlıkları, bu hedeflerini gerçekleştirmeye matuftu. Kendilerince, son bir defa ve karşı konulamayacak güçte bir darbe ile Müslümanların işini bitirme planları içindeydiler!
Bunun için bir kervan tertip etmişler ve herkesin katkısıyla ortaklık kurup savaş malzemesi tedarik etmek için yola koyulmuşlardı. Zü’l-Uşeyre gazvesinde arkasından gidilen ve kendilerini takibe geldiklerini duyunca da hareket edip kaçan kervan, işte bu kervandı. Ebû Süfyân’ın sorumluluğundaki yaklaşık bin beş yüz deveden meydana gelen bu kervanı, yaklaşık kırk kişilik bir Mekkeli organize ediyordu.
Hayır yolunda engel oluşturan bu dikenli yollar temizlenmeli ve Allah adının etrafta yayılmasının önündeki paslı engeller ortadan kaldırılmalıydı. Çünkü onlar, Allah’ın davetine icabet etmek isteyen güçsüz insanların üzerinde de baskı kuruyor ve bir türlü imanlarını açıklamalarına fırsat vermiyorlardı. Güçlünün yanında yer almayı tercih eden bazı insanlar da, gelişmeleri takip ediyor ve imanlarını bu takibe göre şekillendirmek istiyorlardı.
İslâm’ın bir izzeti vardı ve sürekli küfrün sultası altında varlığını devam ettirmesi düşünülemezdi. Hakk’ın gücünün hâkim olduğunun gösterilme sırası gelmişti.
İşte, bütün bunlar düşünüldüğünde bu kervan Mekke’ye ulaşmamalıydı. İşin ucunda ne olursa olsun artık, küfür adına tek taraflı hamlelere son verilmeli ve Allah’ın Nebî’si, Müslüman varlığının ağırlığını Hicaz’da hissettirmeliydi. Yollar, Bedir’i gösteriyordu. Ve Allah Resûlü de, Ramazan ayının on ikisinde, hedefini açıklamış ve söz konusu kervanı durduracak kadar ashâbının Ebû Inebe kuyusunun başında toplanması emrini vermişti.2
Geri Çevrilenlerin Hüznü
Kureyş kervanının Şam’dan ayrıldığı haberi üzerine ordunun toplanması emrini veren Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), böylesine kritik bir noktada ashâbını bizzat teftiş edecek ve kendisiyle birlikte yola çıkacaklar konusunda daha titiz davranacaktı.
Gerçi, gidilen istikamet neresi olursa olsun ashâb-ı kirâm O’nunla birlikte olmaya can atıyordu. Zira birlikte oldukları her an yeni bir şeyler öğreniyor, Efendimiz’in Cibril’le olan münasebetine şahit oluyor ve kendilerindeki eksikliklerin daha iyi farkına varıp onları fazilete dönüştürüyorlardı. Yetişkinlerdeki bu heyecan gençleri de sarmış; onlar da maiyet şerefinden mahrum kalmamak için hep O’nun izini takip yarışına girişmişlerdi. Hatta çocuk denebilecek yaştaki insanlar bile aynı hassasiyetle ileri atılıyor ve hiçbir hamlelerinde O’ndan geri kalmak istemiyorlardı.
Diğer yandan Kureyş’in içinde bulunduğu hazırlıklardan ortalığın bir hayli gergin olduğu anlaşılıyor ve bu şartlarda Ebû Süfyân kervanını takip etmek ise, neticesi itibarıyla her türlü olumsuzlukla karşılaşma ihtimalini güçlendiriyordu. Onun için Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem); Abdullah İbn Ömer, Üsâme İbn Zeyd, Râfi’ İbn Hadîc, Berâ İbn Âzib, Üseyd İbn Hudayr, Zeyd İbn Erkam, Zeyd İbn Sâbit ve Umeyr İbn Ebî Vakkâs gibi yaşı küçük olduğu hâlde kendisiyle birlikte gelmek isteyenlere seslenecek ve onlardan geri dönmelerini talep edecekti. Yaşı küçük olduğu için arkadaşlarının geri çevrildiğini görenler, âdeta parmak uçları üzerinde yükselerek boylarını uzun göstermeye uğraşıyor ve birlikteliklerine son vermemek için büyükler sınıfında oldukları intibaını vermeye çalışıyorlardı.
Geride büyük bir burukluk, derin bir hüzün yaşıyorlardı. O’nunla birlikte gidemedikleri için gözyaşı döküyor ve haklarında verilen kararı feshedebilmek için âdeta yalvarıyorlardı. Bunu gören Umeyr İbn Ebî Vakkâs, hıçkırıklara boğulmuş; bir kenarda ağlıyordu. Onun bu hâlini gören ağabeyi Sa’d İbn Ebî Vakkâs yanına yaklaştı ve:
– Sana ne oldu, neyin var ey kardeşim, diye sordu.
Umeyr İbn Ebî Vakkâs:
– Resûlullah’ın, beni de küçük görüp bu kutlu yoldan alıkoyacağından korkuyorum, dedi önce.
O (sallallahu aleyhi ve sellem), giderken geride kalmayı kendine yediremiyordu. Esas niyeti ise, Resûlullah’la birlikte savaşırken şehit olmaktı. Onun için:
– Hâlbuki ben, Allah’ın bana şehadet nasip edeceğini umuyor ve onun için de yola devam etmek istiyorum, diye ilave etti.
Çabaları netice vermişti; diğerlerine nispetle yaşı biraz daha olgun olan Umeyr İbn Ebî Vakkâs’a izin verilmişti. Elinde, uzunca bir kılıç vardı ve onu kuşanmakta zorlanıyordu. Ağabeyi geldi ve sevincinden uçacak gibi olan kardeşine yardım etti. Onu kuşanıp da giderken, kılıcın bir tarafı yerde sürükleniyordu.3
Dipnot:
- Bu sayının yetmiş olduğu da söylenmektedir. Bkz. İbn Seyyidinnâs, Uyûnu’l-Eser, 1/321; Sâlihî, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd, 4/18
- Bu emrin, Ramazan ayının sekizinci günü verildiğine dair de bir rivâyet bulunmaktadır. Bkz. İbn Hişâm, Sîre, 3/159; İbn Seyyidinnâs, Uyûnu’l-Eser, 1/325
- Buhârî, Sahîh, 4/1456 (3739); İbnü’l-Esîr, Üsüdü’l-Ğâbe, 4/287. O gün Umeyr, on altı yaşındaydı.