Kur’ân ve Sünnette Yardımlaşma ve Dayanışma (3), İnfak Düsturları
İnfak Düsturları
İnfak/Yardımlaşma Muttaki Mü’minlerin Sıfatıdır
İslâm’da infak “Bir kimsenin Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla kendi malından/mülkünden harcama yapması, ihtiyaç sahiplerine gerek nakdî gerekse de aynî yardımda bulunması” demektir. İnfak kavramı, bütün sadaka çeşitlerini; gönüllü yapılan her çeşit hayrı/yardımı ve farz olan zekât ibadetini de içine alan geniş bir terimdir.
Kur’ân’ın ikinci Sûresi olan Bakara Sûresinin ilk ayetlerinde, takva sahibi müminlerin özellikleri sayılırken iman ve namazın ardından hemen infak zikredilir: “O müttakiler ki görünmeyen âleme inanırlar. Namazlarını tam dikkatle ifa ederler. Kendilerine sürekli ihsan ettiğimiz nimetlerden hayır yolunda devamlı harcarlar.”1
Yine bir başka ayette gerçek müminlerin özellikleri anlatılırken infak ibadeti de zikredilir: “Gerçek müminler ancak o kimselerdir ki yanlarında Allah zikredilince kalpleri ürperir, kendilerine O’nun âyetleri okununca bu, onların imanlarını artırır ve yalnız Rab’lerine güvenip dayanırlar. Namazı hakkıyla ifa edip kendilerine nasib ettiğimiz mallardan hayırda/hayırlı işlerde infak edip harcarlar. İşte gerçek anlamda inanmış olanlar, bunlardır. Onlar, Rab’leri katında en yüksek derecelere erişecek, kusurları affedilerek bağışlanacak ve en değerli nîmetlere kavuşacaklardır.”2
Bu ayetler bize infakın, kişiyi kötülüklerden arındıran, onu gerçek iman, takva ve sadakat ufkuna ulaştıran, inancını besleyen, aynı zamanda da onu inkâr ve nifaktan da koruyup uzaklaştıran bir özelliğe sahip olduğunu gösterir. Bu durum sadece veren için değil kendisine yardım edilip destek olunan kişi için de böyledir. Maddi-manevi yardım, sadaka ve infaklar sonuçta bir toplumu da iyileştiren temel dinamiklerdir.
Bu yazımızda infak düsturlarını maddeler halinde inceleyeceğiz.
İnfak Düsturları 1
Kimseyi Geriye Mahzun Çevirme!
İslâm’ın yardımlaşmayla ilgili verdiği ölçülerden birisi de hiçbir muhtacı eli boş geri çevirmeme prensibidir: “Sakın yetim ve öksüzü (çocuk, dul ve kimsesiz zavallıları hor ve hakir görüp) kahretmeye kalkışma! Sana ihtiyacını arz edip yardım dilenenleri (sıkıntı ve sorunlarına çözüm yolu olacak cevaplar bekleyenleri de) azarlama/mahrum ve mahzun bırakma!”3 Bu durumda insan empati yapmalı ve kendisini o yoksulun yerine koymalı ya da bir gün onun durumuna düşebileceğini düşünerek hareket etmelidir.
Allah Resûlü bu hususta “Sizden hiçbir kimse kendisinden yardım isteyeni parmağında iki altın yüzük görse bile menetmesin; ona versin.”4 buyurur ve her halükârda isteyeni hoşnut etmek gerektiğini belirtir. İbrahim en-Nehâî’nin yaklaşımıyla ihtiyaç sahipleri ahiret postacılarımızdır. Onun için Allah Resûlü, her isteyeni boş çevirmemeyi; az bir şeyle ya da güzel bir sözle de olsa memnun edip uğurlamak gerektiğini ifade eder.5
Allah Resûlü isteyenleri geriye boş çevirmeme ilkesini verirken diğer taraftan çalışmaya da teşvik eder: “Kesinlikle hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yemek yememiştir. Allah’ın Peygamberi Dâvûd (as) da kendi elinin emeğini yiyordu.”6
Çalışmanın insan onur ve şahsiyetini koruyabilmesi adına önemli bir husus olduğunu gündeme getirir: “Sizden birinizin urganı alıp ormana giderek bir bağ odun getirip satması ve böylece Allah’ın onun itibarını koruması, bir şey verip vermeyecekleri belli olmayan kimselerden dilenmesinden daha hayırlıdır.”7
Dolayısıyla müminin imanı, irfanı, kendisinden maddî-manevi yardım talep edenleri eli geriye boş çevirmesine müsaade etmez, vicdanı buna razı olmaz. Bir ümitle kendisine geleni hayal kırıklığına uğratmaz; ona inkisar yaşatmaz.
Maddî ya da manevî yardım imkânı yoksa da en azından güzel bir sözle olsun isteyeni onure eder, muhtaçın gönlünü yapar: “Eğer elinin dar olması sebebiyle Rabbinden umduğun bir lütfu, bir imkânı beklerken o hak sahiplerine şimdilik ilgi gösteremiyor/yardım edemiyorsan, hiç değilse onlara gönül alıcı bir şeyler söyle.”8 Zira güler yüz ya da içten söylenen olumlu, ümit verici ve yol gösterici birkaç cümle bazen yapılacak maddi yardımlardan daha değerlidir. Bunun için ehl-i hikmet, “Muhtaçları tebessümle karşıla, verirsen teşekkür eder, vermezsen mazur görürler.” der. Bu psikolojik gerçek sebebiyledir ki Allah Resûlü “Kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibâret bile olsa hiçbir iyiliği hor görme!”9 buyurur.
Elhasıl, yardımı gönül alıcı sözlerle yapmalı, iyilik yaparken fakiri/yoksulu ezmemeli, isterken hatası ya da eksiği vs. olduysa Kur’an’ın şu tavsiyesine imtisalle onu da affetmeli: “Gönül alıcı bir söz ve başkasının bir ayıbını örtüp affetmek, peşinden incitmenin geldiği herhangi bir yardımdan daha hayırlı.”10
İnfak Düsturları 2
Yardım Gizli Yapılmalı
Yardım yapılırken mümkün olduğu kadar gizli yani gösterişe ve reklama girmeden yapılmalıdır. Sadece zekât gibi farz olan ibadetlerde açıklık güzeldir. Zira burada başkalarına güzel örneklik söz konusudur. Nitekim infakın gece ve gündüz her zaman yapılabileceğini ifade eden ayet-i kerimede onun gizli ya da açık olarak da eda edilebileceği belirtilir.11 Burada aslolan halis niyeti korumak ve riyaya girmemektir.
Zaten infakta gizlilik esasını ifade eden “sağ elin verdiğini sol elin bilmemesi” esası da bu hikmete mebnidir. Bu gizlilik aslında iyilik yapanı gösterişten ve kibirden, kendisine ihsanda bulunulan kimseyi de ezilmekten ve mahcubiyetten koruyan temel bir ilkedir: “Eğer sadakaları gizler de onları öylece fakirlere verirseniz, bu sizin için daha hayırlı/daha isabetlidir. Allah bu sebeple bir kısım günahlarınızı affeder. Allah, yaptığınız bütün şeylerden haberdardır.“12
Ayetin fezlekesi, yapılan yardımların, vereni günahlarından ve hatalarından arındıracağını bildirdiği gibi kendisine sahip çıkılan kimselerin kalplerini de düşmanlık ve kıskançlıklardan temizleyeceğine işaret eder. Bu sayede zengin ve fakirlerin kalplerinde birbirlerine karşı sevgi, şefkat ve kardeşlik gibi duygular filizlenir; toplumun tek vucut olması sağlanır. Böylece zengin, toplumun bir güven toplumuna dönüşmesine büyük katkıda bulunur.
Ashab-ı kiram bu ayetin muhtevasına uygun hareket eder, her vaktin bereketinden ve gizli açık vermenin her ikisinin faziletinden de istifade etmeyi düşünürlerdi.
Bir gün Hz. Ali, sahip olduğu dört dirhemin, birini gece, birini gündüz, birini gizli, diğerini de açıktan olmak üzere tasadduk etmişti. Allah Resûlü kendisine niçin böyle yaptığını sorunca “Rabb’imin vaad ettiği şeyi hak etmek için.” demişti Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, “Umduğuna nail oldun!” buyurmuş ve kendisini müjdelemişti.13
İnfak Düsturları 3
Yardım zamanında Yapılmalı, Geciktirilmemeli
İnfakla ilgili Kur’ân’da verilen bir ilke de geç kalmama esasıdır. Geç kalmama; hem infakta bulunacak kişininin bu fırsatı kaçırmama ikazını hem de mağdurlar ve muhtaçların imdadına koşmada gecikmemeyi içine alır: “Herhangi birinize ölüm gelip de ‘Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!’ demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın. Allah, eceli geldiğinde hiçbir kimseyi asla ertelemez. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”14
Bu konu üzerinde özellikle duran Allah Resûlünün, bir yatsı vakti Uhud’a doğru yürürken Hz. Ebû Zerr’e söylediği şu sözler konumuzu tam aydınlatır mahiyettedir: “Allah Resûlü Uhud’a doğru baktı ve bana ‘Ey Eba Zerr! Şu gördüğün dağ altına dönüşse ve ben ona sahip olsam, borçlarım için ödeyeceğimin haricinde üç günden fazla, bir dinar bile yanımda tutmaz, -bu esnada Allah Resûlü sağına, soluna ve arkasına elleriyle verme işareti yaparak- onu Allah’ın ihtiyaç sahibi kulları arasından dağıtırdım.’ buyurdu. Bu sözlerinin ardından bir miktar daha Uhud’a doğru yürüdükten sonra bana döndü ve bu kez şöyle buyurdu: “Şüphesiz ki malını, şuraya şu kadar verilsin buraya şu kadar infak edilsin diye plan yapıp çevresindeki ihtiyaç sahipleri arasında dağıtanlar hariç, daha çok zenginleşmek/servetlerini katlamak için biriktirenler, kıyamet günü sevap cihetiyle fakirlerin ta kendileridir. Bu şekilde plan yapan ve bunu uygulayanlar da çok azdır…”15
Dolayısıyla zamanında yapılan yardım, fakirin ihtiyacını giderir onu muztar durumdan kurtarır. Geciken yardımlar ise ihtiyaç sahiplerinin daha fazla ma’duriyet yaşamasına sebebiyet verir. Kaldı ki bazen iyilik yapmaya insanın ömrü yetmeyebilir. Ecel her an gelip insanı yakalayabileceği için acele etmek ya da iyiliği geciktirmemek esas alınmalıdır.
Kur’ân, müminleri bu hususta da özellikle uyarır: “Size azap gelip çatmadan önce, Rabbinize dönün ve O’na teslim olun, O’na itaat edin. Yoksa yardım göremezsiniz. Size azap farkına varmadığınız yerden ansızın gelip çatmadan önce, Rabbiniz tarafından size gönderilen hükümlerin en güzeline tâbi olun. Ta ki kişi şöyle demeye mecbur kalmasın: ‘Rabbime karşı yaptığım bunca kusurdan dolayı yazıklar olsun bana! Yazıklar olsun bana ki ben O’nun diniyle, kitabıyla alay edenler arasında yer aldım!’ Yahut: ‘Allah bana hidâyet verseydi, ben de Allah’a karşı gelmekten sakınanlardan olurdum.’ Yâhut cehennem azâbını gözleriyle görünce, ‘Ah, keşke bana bir fırsat daha verilseydi de, yeniden dünyaya dönüp iyilik yapanlardan olsaydım!’ demesin diye bu Kur’ân’ı gönderdik.”16
İnfak Düsturları 4
Her Gün İyilik Yap, Yardım Et
Allah Resûlünün müminleri yardımlaşmaya ve sosyal dayanışmaya teşvik ederken getirdiği ilkelerden birisi de her gün sadaka vermedir: “İnsanların her bir eklemi için her gün bir sadaka gerekir…” O bu teşviklerinde sadakayı maddi-manevi geniş anlamıyla ele alır ve bu beyanını şöyle açar: “… İki kişi arasında adâletle hükmetmen sadakadır. Bineğine binmek isteyene yardım ederek bindirmen yahut yükünü bineğine yüklemen sadakadır. Güzel söz sadakadır. Namaz için mescide giderken attığın her adım bir sadakadır. Gelip geçenlere eziyet veren şeyleri yoldan gidermen de sadakadır.”17
Allah Resûlü bu ilkeyi yaşayabilmek için genel bir kural da koyar: “Her iyilik sadakadır.”18 Bu çerçevede bir defasında “Her Müslümana sadaka vermesi gerekir.” buyurunca ashab-ı kiramdan birisi “Ey Allah’ın Resûlü! Ya verebilecek bir şey bulamazsa?” diye sorar. Bu soru üzerine Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) sadakanın ve yardımlaşmanın çok kolay olduğunu ve geniş anlamda ele alınması gerektiğini şu örneklerle ifade eder: “El emeğiyle çalışır, kazanır ve sadaka verir.” Sahabi “Peki buna da gücü yetmez ya da bunu da yapamazsa?” diye sorunca Allah Resûlü “O zaman işini yapamayan bir kimseye yardımcı olur.” buyurur. Sahabi, “Ya bunu da yapamazsa?” deyince Peygamberimiz “İnsanlara hayrı gösterir, iyiliğe yönlendirir.” diye cevap verir. Bunun üzerine sahabi “Bunu da yapamazsa?” diye sorar. Efendimiz bu sefer son sözü söyler ki bu da sadakanın yardımlaşmanın hiç kimsenin aklına gelmeyecek önemli bir çeşitidir. “Kötülüklerden uzak durur. Zira bu da onun için sadakadır/iyiliktir.”19
Sonuç
Her iyiliğin, her güzel sözün ve her hayırlı işin/yardımlaşmanın sadaka/ibadet sayıldığı; insanlara hem sevap ve hak katında dereceler kazandırdığı hem de günahlarına/hatalarına keffaret kabul edildiği bir dinin mensupları, yardımlaşmayı ve sosyal dayanışmayı asla ihmal edemez. Ederlerse hem şahsî hayatlarında hem de içtimaî hayatta kaybederler.
Bundan dolayıdır ki Allah Resûlü müminlerin karşılıklı yardımlaşma ve dayanışması gerektiğini anlatırken iki elinin parmaklarını birbirine sımsıkı geçirerek şöyle buyurur: “Müminin, diğer müminlerle karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir.”20 İyiliklerde ve hayırda yardımlaşmayan/dayanışma içinde olmayan ve bu anlamda sosyal organizasyonlarla herkesi kucaklayamayan kitleler sağlıklı ve sağlam toplumu oluşturamazlar.
Yazar: Dr. Selim Koç
Dipnot:
- Bakara, 2/3
- Enfal, 8/2-4; ve bkz. Ra’d, 13/22
- Duha, 93/9, 10
- Kurtûbî, Tefsir, Duha Sûresi, İlgili ayetin tefsirinde
- Bkz. Kurtûbî, Tefsir, Duha Sûresi tefsirinde
- Buhârî, Büyû’, 15 (2072)
- Buhârî, Müsâkât, 13 (2373); Müslim, Zekât 36/106, 107 (1042)
- İsrâ, 17/28
- Müslim, Birr 43/144 (2626)
- Bakara, 2/263
- Bkz. Bakara, 2/274
- Bakara, 2/271
- Bkz. İbn Kesîr ve Kurtûbî, Bakara Sûresi 274. ayetin tefsirinde
- Münafikûn, 63/10, 11
- Buhârî, Rikâk 14 (6444); ve bkz. İstikrâz 3 (2388); Müslim, Zekât 9/31 (991)
- Zümer, 39/54-58
- Buhârî, Cihâd 72 (2891, 2989); Müslim, Zekât 17/56 (1009)
- Buharî, Edeb 33 (6021); Müslim, Zekât 17 (1005)
- Buharî, Edeb 33 (6022); Müslim, Zekât 17 (1005)
- Buhâri, Edeb 36 (6026); Müslim, Birr 17/65, (2575)