En Saadetli Taş: El-Haceru’l-Esved
El-Haceru’l-Esved, Kâbe’nin doğu köşesinde, yerden 1,5 metre yükseklikte gümüşten bir mahfaza içinde muhafaza edilen yaklaşık 30 cm çapında siyaha yakın koyu kırmızı renkte bir taştır. Hacer, kelime olarak Arapçada taş demektir. El-Haceru’l-Esved siyah taş anlamına gelir.
Cennet’ten indirildiği ve zaman içinde renginin değiştiği Allah Resûlü’nün ibret dolu ifadelerinde şöyle anlatılmaktadır: “Haceru’l-Esved, Cennetten indi. İndiği vakit sütten beyazdı. Onu insanların günahları kararttı.”1 Bir başka hadîslerinde de Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) onun renginin beyazlığını ve Cennet’ten indirilişini şu ifadelerle belirtmektedir: “Hacerü’l-Esved ve Makam-ı İbrahim, Cennet yakutlarından iki yakuttur. Allah (cc), onların nurunu örtmüştür. Eğer örtülmemiş olsalardı doğu ile batı arasını aydınlatırlardı.”2 Bu hususiyetlerinden ötürüdür ki Hacerü’l-Esved’e, en saadetli taş mânâsında “Haceru’l-Es’ad” da denilmiştir.
Evet o, en saadetli taştır. Zîrâ o bu özelliklerinin yanında, pek çok peygamberin el ve dudaklarının da değdiği bir taştır. Efendimiz’in dudaklarından bûseler, el ve yanaklarından izler taşıyan bir yakuttur. Ona taş diyoruz; ama bu onu başka bir kelimeyle ifâde edemediğimiz içindir. Onun mâhiyetini ifâdeye daha uygun bir kelime bulunmuş olsaydı o kullanılırdı. Bu, şeaire saygı ve bir edep meselesidir.
Hacerü’l-Esved, Kâbe’nin inşası bittikten sonra tavafın başlangıç noktasını belirlemek maksadıyla bulunduğu köşeye Hz. İbrahim (aleyhisselam) tarafından yerleştirilmiştir. Rivayetlerde hâdisenin şöyle cereyan ettiği belirtilmektedir: “Hz. İbrahim Kâbe’yi tamamladıktan sonra oğlu İsmail’i görevlendirmiş ve bir taş getirmesini istemiştir. Hz. İsmail vadiye taş aramaya gittiği sırada Hz. Cebrail Aleyhisselâm Haceru’l-Esved’i getirmiştir. Hz. İsmail döndüğünde bu taşı görünce ‘Bu nereden geldi, kim getirdi?’ diye sormuştur. Bu soru üzerine Hz. İbrahim ona şöyle cevap vermiştir: ‘Beni, ne sana ne de getireceğin taşa muhtaç bırakmayan Zât gönderdi.”3 Bu ifadelerden öyle anlaşılıyor ki Kâbe ve müştemilâtı o kadar önemlidir ki tavafa başlangıç noktasını belirtecek olan bir işaret taşı dahi Allah tarafından Cennet’ten gönderilmiştir.
Hacerü’l-Esved’in Kudsiyeti
Hacerü’l-Esved, Allah ve Resulü tarafından muazzez ve mübarek kılınmış bir taştır. Yoksa bizim bir şeye kudsiyet atfetmemiz asla o şeye bir değer ve kudsiyet kazandırmaz. Bu durumda sadece kendimizi ve insanları aldatmış oluruz. Dolayısıyla her konuda olduğu gibi bu hususta da hüküm verecek olan ancak Allah ve Resulü’dür. Kullara düşen vazife ise -hikmetini anlasın veya anlamasın- mukaddes kılınan eşyaya karşı Allah için saygılı olmak, mübarek olduğu belirtilen mekânlarda dikkatli olup oraya indirilen rahmet ve bereketten azamî istifade etmektir.
Pek tabiîdir ki insanın aklına, “Acaba niçin bir taşa, bir mekâna veya bir zaman dilimine farklı bir değer verilmiştir?” şeklinde bir soru gelebilir. İnsan aklı bunu sorgulayabilir. Hattâ şeytan bu mevzuda insana vesvese de verebilir. Dolayısıyla daha baştan bu hususta teslimiyet ve şeaire saygı duymak önemlidir. İnanan bir insan bilmelidir ki “Kim Allah’ın nişânelerine, hürmetli kıldığı alâmetlere saygı gösterirse, şüphesiz o saygı duyma, kalblerin takvasındandır.” (Hac, 22/32) Bu saygı gönülleri kötü düşüncelerden himaye edip koruyan sebeplerdendir.
Şeaire saygı, iman, teslimiyet ve takvadan neşet eden ve neticede yine takvaya dönüşen bir değerdir. Onun için sahabe-i kiram efendilerimiz, Allah Resulü’nün değer verdiği her şeye değer vermiş, onu aziz tutmuştur. Mesela Hz. Ömer’in bir umresine şahit olan Âbis İbni Rebîa, bir taşa karşı gösterilen saygıyı onun şöyle sorguladığını nakletmektedir: “Ben Hz. Ömer’i (ra) Haceru’l-Esved’i öperken gördüm. Onu hem öptü, hem de: ‘Biliyorum ki sen bir taşsın, ne bir faydan ne de zararın vardır. Ben Resûlullah’ı (sas) seni öperken görmeseydim, asla öpmezdim.’ dedi.”4
İşte bu rivayette ortaya konulan bakış açısı meselemizin temel noktasıdır. Zîrâ “Resûlullah’ı (sas) seni öperken görmeseydim, asla öpmezdim” beyanı, bir şeye değer verip kudsiyet atfetmede tek ve eşsiz ölçünün Allah ve Resulü olduğunu açıkça belirtmektedir. İmam Nevevî’nin de belirttiği gibi Hz. Ömer’in bunu söylemesine sebep: “Müslümanların putperestlikten yeni kurtulmuş olmalarıdır.
Hz. Ömer (ra) Hacerul Esved’i öperse, cahillerin bu işin eski hâl üzere devam ettiği zannına kapılmalarından korkmuş ve istilamdan maksadının yalnız Allah’ı tazim ve Peygamberimiz’in emrine itaat olduğunu, bunun Allah’ın tazimini emrettiği hac şeairinden sayıldığını, bu uygulamanın cahiliyet devrindeki putperestlik olmadığını anlatmak istemiştir. Çünkü cahiliye döneminde Araplar, putların, insanı Allah’a yaklaştırdığına inanırlardı.
Hz. Ömer, bu itikada muhalif hareket etmek gerektiğine, ibadetin ancak, faydası ve zararı olmayan şeyleri yaratan Allah’a yapılacağına tembihte bulunmuştur.”5 Hz. Ömer bu açıklamasıyla böyle bir sapma ile Allah ve Resulü’nün bir emri olarak Hacerül Esved’e istilamın birbirine karıştırılmaması gerektiğini özellikle vurgulamıştır. Aslında bu ifadede Hattabi’nin de belirttiği gibi küllî bir prensip vardır: “Aklî sebep ve illetleri bilinmese bile, Peygamber Efendimiz’in Sünnet’ine tâbi olmak vaciptir.”
Hz. Ömer’in bu açıklamaları onun yüksek basiretinin bir örneği olarak da görülmelidir. Zîrâ o bu değerlendirmesiyle bundan sonra Haceru’l esved’e karşı gösterilen saygı konusunda yapılabilecek her türlü tenkit ve yakıştırmaların da önünü kapatmış, onlara kalıcı en kesin cevabı vermiştir.
Fethullah Gülen Hocaefendi de Hacerül Esved’le ilgili Hz Ömer’in yukarıda bahsettiğimiz yaklaşımına, muhaddislerin daha ziyade Sünnet’e ittiba zaviyesinden yaklaştığını belirterek şunları ifade etmektedir: “Hz. Ömer (radıyallâhu anh), nübüvveti en iyi anlayan ilk iki kişiden (diğeri Hz. Ebu Bekr) biridir. Adaletin temsilcisi olan bu devâsâ kâmet, Sünnet’e olan bağlılığından dolayı Haceru’l-Esved’i öpmüş ve sonra da “Ey taş biliyorum ki, sen bir taşsın, ne fayda ne de zarar verebilirsin. Eğer Allah Rasulü’nün seni öptüğünü görmeseydim seni asla öpmezdim.” demiştir.
Zayıf sayılan bazı hadîs rivayetlerinde, o esnâda Hz. Ömer’in arkasında bulunan ve onun bu sözünü işiten Hz. Ali ona: “Yâ Ömer! Onda saklı bulunan sırları bilseydin şimdi böyle seslenmezdin!” mukabelesinde bulunur. Hattâ bazıları bu hâdiseye bir ekleme yaparak, Hz. Ali’nin bu sözü üzerine Hz. Ömer’in “Ali olmasa idi, Ömer helâk olurdu!” dediğini rivayet ederler.
Nihayetinde bir taş olan Haceru’l-Esved’in öpülmesi, bir taşın takdis edilmesi gibi bir anlayışa sebebiyet verebilir; verebilir ve herkes o taşı bu duygu ve bu düşüncelerle öpmeye kalkışır. Daha sonra da bundan bir hayli hurâfe doğar. Ve böylece Kâbe, hak ve hakikate açık olmanın yanında şeytanların da oyun oynadığı bir yer hâline gelir. Çünkü şeytanlar, kalbin etrafında dönüp durmakta ve onun zayıf taraflarını yakalamaya çalışmaktadır.
Esasen kalb de insan hissiyatına göre bir Kâbe’dir. Kalbin etrafında şeytanların menzilleri ve mazgal delikleri vardır. Kalbde takdis edilecek şeylere dair öyle küçük menfezler vardır ki, ‘doğru şeyler’ takdis edilirken, takdis edilmemesi gereken başka şeyler de takdis edilerek saygı ve tazimin yanında her zaman kaymalar olabilir. Meselâ Makam-ı İbrahim’e, Haceru’l-Esved’e, Kâbe’nin kapısının eşiğine ve zeminine yüz sürülüp, gözyaşı dökülmesi, küçük vesilelerin büyük hedeflere bağlandığı yer ve tavırlardır. Bu, bazı insanların, bir kısım nesnelere karşı, o nesnelerin verâsında Allah’ın rızasını hedefleyip saygı duyması demektir. Fakat kişi, böyle bir saygı esnasında dengeyi muhafaza edemeyip takdis ettiği bu şeylerde dengeyi koruyamazsa, başka şeylere de olduğundan fazla saygı göstererek büyük bir inhirafa düşebilir.
Hulâsa, o kudsî mekânlarda Allah’ın emrettiği belli mânâlar ifade eden şeylere karşı yine Allah’tan ötürü saygı duymak gerekir. Hattâ bunlar birer imtihan vesilesi olarak da değerlendirilebilirler. İşte o büyük basîret âbidesi Hz. Ömer, avamca anlayışı tevhid çizgisine getirmek için -mânâ olarak- “böyle taşta, toprakta bir kudsiyet aramayın. Allah Resulü, onu öpmüştür. Eğer O öpmeseydi ben de öpmezdim. Zîrâ Haceru’l-Esved’i öpmek, O öptüğünden dolayı sünnettir.” diyerek, aklın hür olduğu nokta ile teslim olduğu noktayı birbirinden ayırmıştır.”7
Genel olarak Haceru’l-Esved’e bu derece önem verilmesini ise Fethullah Gülen Hocaefendi şöyle açıklamaktadır: “Cenâb-ı Hakk’ın her işinde bir hikmeti vardır. Kâbe bir binadır ve biz namazda o tarafa doğru döneriz. Fakat esas bizim dönüşümüz Allah’adır. Yani biz Cenâb-ı Hakk’ın marziyatına teveccüh etmiş oluruz. Cenâb-ı Hak bazı yerlere kudsiyet lütfetmiştir. Meselâ Mescid-i Aksâ, Mescid-i Haram ve Ravza-i Tâhire hep mukaddestirler. Mülk sahibi Allah’tır ve mülkünde istediği gibi tasarruf eder.
İnsanı bütün hayvanat âleminden üstün kıldığı gibi, İki Cihân Serveri’ni de meleklerin dahi önüne geçirmiş ve üstün kılmıştır. O istediğini yapandır. Şerefli ve aziz kılmak da, hor ve zelîl kılmak da O’nun elindedir. İşte O Allah, bir taşı aziz kılmış ve o taş bütün inananların nezdinde mukaddes kabûl edilmiştir. Bize düşen Cenâb-ı Hakk’ın, hangi nur ve hangi sırra ma’kes yaptığını bilmek değil, O’nun mübârek saydığı şeylere saygılı olmaktır. Hikmetini anlarız veya anlayamayız. Bu asla sonucu değiştirmez. Bizim sevgimize ve saygımıza mâni olmaz.”8
Hacerü’l-Esved, Tavafa Başlangıç Noktasıdır
Tavaf ibadetine Haceru’l-Esved’in bulunduğu köşeden veya hizasından, onu selâmlayarak başlanır. Buna İstilâm denir. İstilâm için Haceru’l-Esved’e dönülüp namaza durur gibi eller kulaklar hizasına kaldırılır. “Bismillahi Allahu ekber” denerek üzerine konur ve eller arasından Haceru’l-Esved öpülür. İzdihamdan dolayı bugün başkalarına da rahatsızlık vermemek için uzaktan avuçların içi Kâbe’ye doğru çevrilerek aynı şekilde Haceru’l-Esved selâmlanır ve sağ elin içi öpülür. Haceru’l-Esved uzaktan işaretle selâmlanırken karşısında durulup beklenmez, yürümeye devam edilir.
İbn Ömer anlatıyor: “Resûlullah (sas) tavafın her şavtında Rukn-i Yemanî ve Haceru’l-Esved’i istilam etmeyi terk etmezdi.”9 İbn Ömer bizatihi Efendimiz’den bu şekilde gördüğünü ifade ederek bu uygulamayı asla terk etmeyeceğini belirtmektedir: “Ben, şu iki rükne, Rükn-i Yemânî ve Haceru’l-Esved’e Resûlüllah’ın istilam ettiğini göreliden beri rahat hâlde de olsam sıkışık hâlde de olsam istilâmda bulunmayı hiç terk etmedim.”10 İmam Nafi’ de İbn Ömer’in uygulamasını bize şu şekilde nakletmektedir: “Ben İbn Ömer’i tavaf yaparken gördüm. Haceru’l-Esved’i eliyle selâmlıyor, sonra da elini öpüyordu.”11 Hatta İbn-i Abbâs’dan bir rivayette: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Veda haccında bir deve üzerinde tavaf yaptı. Rükn’e bir bastonla istilam buyurdu.”12 denilmektedir.
Haceru’l Esved, Öpülecek ve Yanında Ağlanacak Bir Taştır
Allah Resulü (sas), Haceru’l-Esved’i selâmlamış, öpmüş ve onun yanında ağlamıştır. İbn Ömer (ra) anlatıyor: “Resulüllah (sas) Haceru’l-Esved’e yöneldi, sonra dudaklarını üzerine koyup uzun müddet ağladıktan sonra ayrılırken bir de baktı ki Ömer ibn Hattab yanı başında, o da ağlıyor. Bunun üzerine Peygamberimiz ona şöyle söyledi: ‘Ey Ömer! İşte burada gözyaşları dökülür.’”13
Hacerül Esved’e bir selâm ve saygı ifadesi olarak dokunmak onunla âdeta musafaha yapmak demektir. Hadîs-i şerîfte de belirtildiği gibi musafaha etmek selâmlaşmanın da bir göstergesidir: “Musafaha etmek üzere bir müminin elinden tutulması selâmlaşma cümlesindendir.”14 Dolayısıyla istilamın tam gerçekleşmesi için Haceru’l-Esved’e mümkünse dokunmak, imkân varsa öpebilmek ona karşı en güzel istilamın gereğidir. Ayrıca bu musafaha, Efendiler Efendisinin belirttiği gibi günahların dökülmesine de bir vesiledir: “Rükn-i Yemanî ve Rükn-i Esved’e dokunmak günahları döker”15 Bu durum tıpkı iki Müslüman’ın karşılaştığı anda yaptığı musafahaya da benzetilebilir: “İki Müslüman karşılaşıp musafahada bulununca ayrılmalarından önce günahları bağışlanır.”16
Hacerul Esved’i öpmeye gelince bu tıpkı ziyaret edilen bir melikin elini öpme gibidir. Zîrâ “Bir padişahı uzaktan ziyarete gelenler ona olan sevgi ve saygılarını belirtmek için onun elini öperler. Rahmân’ın misafirleri de Kâbe’ye ziyarete gelince Haceru’l-Esved’ı öperler.”17 Bunu Allah’ın rızasını ve Resulü’nün hoşnutluğunu kazanmak için yaparlar. Peygamberimiz onu öptüğü için öper ve teslimiyetin, şeaire saygılı olmanın gereğini sergilerler. Emre itaat eder, kul olduklarını ispat ederler. Bir başka deyişle “Haceru’l-Esved’ın üzerine ellerimizi koyup onu öpmek, itaatkâr kulların itaatlarının bilmüşahade görülmesi için teşri edilmiştir.”18
Evet, Allah Resulü’nün beyanıyla Hacerü’l–Esved hem öpülecek hem de yanı başında gözyaşı dökülecek bir mekân, burası gözyaşlarıyla yıkanılacak bir alandır. Burada sadece kalbin ve dilin hareketi yetmez. Özle birlikte gözler de harekete geçmeli. Kalb dolup boşaldığı gibi gözler de dolmalı ve boşalmalıdır. Zîrâ göz yaşarmadan öz yeşermez. Bu mekânda vicdan bütün fakülteleriyle hakka açılıp kanatlandığı gibi bütün uzuvlar da ona tâbi olarak bu miraca talip olmalıdır. İşte tam böyle bir eşref saatinde, konsantresi tam bir Hak yolcusuna huzur-u Rahmânda, miraç yaşatacak bir vesiledir, gözyaşları…
Hacerül Esved’i Öpmek için İzdiham Yapılmamalıdır
Sünnet’te asıl olan Haceru’l-Esved’i öpmektir. Fakat kalabalıktan kaynaklanan bir izdiham söz konusuysa, onu sadece selâmlamakla yetinilmeli, öpmek için insanlar itilip-kakılmamalı ve asla rahatsız edilmemelidir. Zîrâ burası kardeşlerimizle muharebe meydanı değil huşû ve hudû içinde ibadet mahallidir. Allah Resulü (sas) bu mevzuda da sahabe-i kirama tahşidatta bulunmuş ve onları özellikle uyarmıştır. Meselâ bu hususta Hz. Ömer’e uyarısı çok dikkat çekicidir: “Ey Ömer! Sen güçlü kuvvetli bir adamsın. Haceru’l-Esved’i öpeceğim diye zayıfa eziyet vermeyesin. Rüknü boş görürsen yanaşarak istilâm et, değilse tekbir getirip geç.”19 Daha sonraki dönemlerde sahabe-i kiram ve tâbiînin de aynı hususa özellikle dikkat ettiklerini görmekteyiz.
İbn Ömer, Sünnet’i adım adım takip noktasında o kadar hassasiyet gösterir ki, her ne olursa olsun bu Sünnet’i asla ihmal etmeyeceğini şöyle ifade eder: “Ben, şu iki rükne, (rükn-i Yemânî ve Haceru’l-Esved) Resûlullah’ın istilâm ettiğini göreliden beri rahat hâlde de olsam, sıkışık hâlde de olsam istilâmda bulunmayı hiç terk etmedim.”20 Aslında o gün ve bugün sadece selâmlama bir izdihama veya izdiham da selâmlamaya bir engel teşkil etmemektedir. Ancak öpmek bugün ciddi bir izdiham ve kargaşa sebebidir. Dolayısıyla bugün Hacerul- Esved’i öpeceğim diye Rahmân’ın misafirlerini itmek, ezmek, âdeta ibadeti bırakıp onlarla kavgaya tutuşmak kulluk makamına yakışmayan büyük bir vebaldir. Bu büyük yanlışın farkında olan sahabe-i kiram efendilerimiz ve onların yetiştirdiği güzide tâbiîn nesli de bu mevzuda çok hassas davranırlardı.
Bu konudaki dikkatli uygulamayı Hanzala (İbn Ebî Süfyân İbn Abdirrahman) bize şöyle anlatmaktadır: “Tâvus merhumu tavaf yaparken gördüm. Haceru’l-Esved çevresinde izdiham varsa sıkışıklık yapmaz, geçer giderdi; boş ve müsait bulursa üç sefer öperdi. Sonra şunu söyledi: “Ben İbni Abbas’ı (ra) aynen böyle yaparken gördüm.” İbni Abbas da: “Hz. Ömer’i (ra) aynen böyle yaparken gördüm.” dedi. Hz. Ömer de: “Ben Resûlullah’ı (sas) böyle yaparken gördüm.” dedi.”21
Dolayısıyla Hacerül-Esved’e el sürmek ve öpmekle insanlara eziyet vermek içtima edince hangisinin tercih edileceği bellidir. Karşıdan selâmlamak da Sünnet’in îfası için yeterlidir. Urve İbnu’z-Zübeyr (rahimehullah) anlatıyor: “Resûlullah (sallallâhu aleyhi vesellem), İbn Avf’a (ra): ‘Ey Ebu Muhammed! Rüknü’l-Esved’i nasıl istilâm ettin?’ diye sordu. ‘İstilâm ettim ve bıraktım!’ deyince, Resûlullah (sas): ‘Doğru yapmışsın’ dedi.”22 Kaldı ki bir Sünnet’i yerine getireceğim diye insanlara eziyet vermek haramdır. Bunun için farzı, vacibi ve sünneti insanları incitmeden yapabilme adına çözümler üretilmelidir. Umre ve hacca gidenler de mutlaka ciddi bir eğitimden geçirilmelidir.
Haceru’l-Esved Bir Şahittir
Görünüşte sadece bir taş olan Haceru’l-Esved acaba niçin selâmlanır? Tavaf gibi hac ibadetinin önemli bir rüknüne, niçin onun hizasında ve mümkünse üzerine eller konularak ve öpülerek başlanır? Haceru’l-Esved’ı selâmlamanın bir hikmeti olarak İbn Abbas’tan rivayet edilen bir hadîste şöyle anlatılmaktadır: “Bu taşın gören iki gözü, konuşan bir dili, iki de dudağı vardır. Kendisine hak üzere istilâmda bulunanlar lehinde kıyamet günü şahitlik yapacaktır.”23
Tabii insanın aklına hemen bir taşın nasıl şahitlik yapabileceği gelmektedir. Bugün bu meseleyi ilmî tahlillerle ispat edemeyebiliriz. Bugünün tekniği, bunu anlamaya yeterli olmayabilir. Fakat benzeri gördüğümüz öyle hârikalar var ki, hepsi de bu mevzûda bizim düşüncemizi teyit etmektedir. Meselâ, cansız ve câmid maddelerden bir araya getirilen şu insanın konuşması nasıl bir hârikulâde ise, Haceru’l-Esved’in şâhidlik yapması da öyle bir hârikadır.
Esas itibâriyle öyledir, fakat ülfet ve alışkanlık, bize, insandaki bu hârikulâdeliği unutturmuş bulunuyor. Nasıl insanda hâfıza kuvvesi var ve nice malûmat orada muhâfaza ediliyor, öyle de Cenâb-ı Hakk’ın yaratmasıyla Haceru’l-Esved’de da böyle bir durumun olması gayet normaldir. O binlerce video bandı gibi, bütün kendisini istilâm edenlerin resim ve seslerini kaydedebilir ve bunlar öbür âlemde birer şahit hüviyetini alabilirler.24 Kaldı ki biz, camit zannettiğimiz taşların Efendimiz’in elinde nasıl O’nun peygamberliğine şahitlik yaptığını biliyoruz.
Burada önemli olan, bu şahidin huzurunda Haceru’l-Esved’i öpen Rahmân’ın misafirleri, o an onun şahitliğinde Allah’a sadakat sözü verdiklerinin bilincinde olmalarıdır. Bu şuurla, yeryüzünde Hacerul-Esved’e uzattıkları ellerini, bir daha nefsin ve şeytanın istediği haram şeylere uzatmamalarıdır. Gerçek mânâda Haceru’l-Esved’i öpen ve onu yarın kıyamet günü kendi lehinde şahit olarak bulacak olan kimse de ancak buna muvaffak olandır.
Bediüzzaman Hazretleri de Haceru’l-Esved’in bir bilgisayar diski gibi bütün şehadetleri, istilâm ve öpmeleri kaydeden bir vazife gördüğüne şöyle işaret etmektedir:
“Bir vakit, إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ “Ancak Sana kulluk eder, ancak Sen’den yardım isteriz” (Fatiha, 1/4) âyetindeki birinci çoğul şahıstan ‘nun’ harfini düşündüm ve birinci tekil şahıstan نَعْبُدُ (kulluk ederiz) sîgasına intikalin sebebini kalbim aradı. Birden, namazdaki cemaatin fazileti ve sırrı, o nun’dan inkişaf etti. Gördüm ki: Namaz kıldığım o Beyazıt Câmii’ndeki cemaatin her biri benim bir nevi şefaatçim hükmündedir.
Aynı zamanda her biri kıraatimde izhar ettiğim hükümlere ve davalara birer şahit ve birer teyit edicilerdir. Bunu görünce, eksik kulluğumu, o cemaatin büyük ve pek çok ibadetleri içinde dergâh-ı İlâhiyeye takdim etmeye cesaretim geldi. Derken birden bir perde daha inkişaf etti. İstanbul’un bütün mescitleri ittisal peyda etti. Âdeta bütün İstanbul, Beyazıt Câmii hükmüne geçti. Birden, onların dualarına ve tasdiklerine mânen bir nevi mazhariyet hissettim. Onda dahi yeryüzü mescidinde, Kâbe-i Mükerreme etrafında dairevî saflar içinde kendimi gördüm. Elhamdülillahi Rabbil Alemin dedim. Benim bu kadar şefaatçilerim var; benim namazda söylediğim her bir sözü aynen söylüyorlar, tasdik ediyorlar. Madem hayalen bu perde açıldı; Kâbe-i Mükerreme mihrab hükmüne geçti. Ben bu fırsattan istifade ederek o safları şahit tutarak tahiyyatta getirdiğim, “Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resulullah” olan imanın tercümanını, mübarek Haceru’l- Esved’e tevdi edip emanet bıraktım.”25
Sonuç olarak şunu belirtmek gerekir ki, şahitliğin mâhiyeti ne şekilde ve nasıl olursa olsun, bizim için mühim değildir. Mühim olan Allah ve Resulü’nün değer verdiği her şeye değer vermek, şeaire saygılı olmak ve Hacerul-Esved’in lehimize şahitliğini kazanmaktır.
Dipnotlar
1. Tirmizi, Hacc 40; Ahmet b. Hanbel’in rivayetinde ise Hacerul-Esved’in kardan daha beyaz olduğu onu ehl-i şirkin günahlarının kararttığı ifade edilmektedir. Bkz. Sa’atî, el-Fethu’r-Rabbanî, XII/26
2. Tirmizi, Hacc 40; Sa’atî, el-Fethu’r-Rabbanî, XII/28
3. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz.,Hadis Ansiklopedisi, Canan İbrahim, 14/33
4. Buharî, Hacc 50, 57, 60; Müslim Hacc, 248, 120; Muvatta, Hacc 36; Tirmizî, Hacc 37; Ebu Dâvud, Menâsik 47; Nesâî, Hacc 147; İbnu Mâce, Menâsik, 27
5. Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim, VII/16-17
6. Kamil Miras, Sahih-i Buharî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, VI/108-109
7. Fethullah Gülen, Prizma IV/98 (Tevhid İnancı)
8. Fethullah Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler, III/104-105
9. Ebu Davud, Menasik 48; Nesaî, Hac 156
10. Buharî, Hac 60; Müslim, Hac 245
11. Buharî, Hac 60; Müslim, Hac 246
12. Buharî, Hacc 58, 61, 62, 74, Salât 24, Müslim, Hacc 253;Ebu Dâvud, Menâsik 49; Nesâî, Hacc 15; Tirnıizî, Hacc 40; İbnu Mâce, Menâsik 28
13. İbni Mace, Menasik 27
14. Tirmizî, İsti’zan 31
15. Saatî, XII/24
16. Ebu Davud, Edeb 153; Tirmizî, İsti’zan 31
17. Saatî, XII/ 38
18. Saatî, XII/38
19. Sa’atî, el-Fethu’r-Rabbanî, XII/34; Beyhakî, Sünen, V/80
20. Buharî, Hacc 60; Müslim, Hacc 245
21. Nesâî, Hacc 148
22. Muvatta, Hacc 113
23. İbn Mace, İstilamu’l-Hacer 27; Müstedrek, I/457; Sa’atî, XII/27. Ahmet b. Hanbel’in rivayetinde Haceru’l-Esved’in kıyamet gününde Ebu Kubeys tepesinden daha büyük bir şekilde geleceği belirtilmektedir.
24. Hacer-i Es’ad’in şahitliği konusunda bakınız. Fethullah Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler, III/106
25. Said Nursî, Mektubat (29. Mektup, 6. Nükte) s. 505.
Yazar: Dr. Selim Koç/Yeni Ümit Dergisi
Sitemizin yazarlarından Selim Koç, 1987 yılında Uludağ Ünv. İlahiyat Fakültesinde lisans eğitimini tamamladı. 1992. yılında aynı fakültede hadis ilimlerinde yüksek lisansını bitiren yazarımız, 2002 yılında Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Tefsir alanında doktorasını tamamladı. Yazar, aynı yıllarda Tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf alanlarında özel dersler almaya da devam etti. Yıllardır siyer alanında da okumalar yapan ve makaleler kaleme alan yazarımız sekiz yıldır sitemizde düzenli olarak yazmaktadır. Yazarımız, 1,5 yıl kadar Mekke ve Medine’de ikamet etmiş ve Allah Resûlünün hayatıyla ilgili pek çok mekanlara gitmiş ve özel araştırma ve incelemelerde de bulunmuştur.