Allah Resûlü’nün (sas) Kuba Günleri

653

Allah Rasûlü, Hz. Ebu Bekr’le beraber hicret yolculuğuna çıkalı sekiz gün olmuştu. Günlerdir O’nu bekleyen Ensar ve Muhacir, dua ve sabırla geleceği anı bekliyor ve yollarını gözetliyorlardı. Kutlu yolcuların gelişi gecikmişti. Her gün sabahın ilk ışıklarıyla “Harratu’l-Usbe”nin sırtlarına çıkıyor, bin ümitle ufuklarında doğacak Nebi’ye kavuşacakları anı iple çekiyorlardı.

Sıcaklığın yüksek olduğu bir döneme denk geldiği için güneş yakıcı hale gelince evlerine dönüyorlardı. Allah Resûlü ve yanındakilerin varacağı günde yine çıkmış epey beklemişlerdi. Tarih, 8 Rebiu’l-Evvel pazartesi gününü gösteriyordu. Ancak yine onun geldiğini görememiş ve güneş dayanılmaz hale gelince de evlerine dönmüşlerdi. Derken aradan biraz zaman geçmişti ki ağacın gölgeliğinde hala onların gelişini bekleyen bir Yahudi, yüksek sesle bağırmaya başlamıştı:

“Ey Kayleoğulları! İşte beklediğiniz arkadaşınız geliyooor!”[1]

Bu müjdeli haberi alanlar yollara dökülmüş, Ben-i Amr İbn-i Avf yurdunu büyük bir heyecan sarmıştı. Bu sevinç ve coşkuyla yüksek sesle tekbirler getiriyor ve yeri-göğü inletiyorlardı. Diğer taraftan muhtemel bir saldırıya karşı onu korumak için Müslümanlar silahlarını da kuşanmıştı. Bu şekilde ağır ağır ilerleyen Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) Kuba’ya varınca devesinden indi ve dinlenmek için bir hurma ağacının altına oturdu.

İnsanlar O’nu ziyarete geliyor ve selam veriyorlardı. Bazıları O’nu daha önce görmedikleri için Hz. Ebu Bekr’le karıştırıyorlardı. Ancak Hz. Ebu Bekr, Efendimiz’i güneşten korumak için ayağa kalkıp yanı başında gölgelendirmeye başlayınca O’nu tanıyabilmişlerdi. Zira Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm) daima onlardan biri gibi davranıyordu. Diğer taraftan yaşanan izdihama karşı Hz. Ebu Bekr, gelen ziyaretçileri de uyarıyordu. Burada bir süre istirahat eden Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) daha sonra kalkarak Külsüm İbn-i Hidm’in evine geçti.[2]

Kuba’da İlk İkram

Sekiz gündür yollarda olan Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) yorgundu. Oturunca Hz. Külsüm (radıyallahu anh), hemen bir şeyler ikram etmek istedi. Bunun için yanında duran hizmetçisine:

“Ey Necîh! Misafirlerimize taze hurma getir.” dedi.

Hizmetçinin isminin “Necîh” olmasından tefeülde bulunan Allah Resûlü, Hz. Ebu Bekr’e dönerek, “Necahna! (Kurtulduk, başardık) Ya Ebâ Bekr!” buyurdu. Hizmetli Necîh, bir kısmı olgunlaşmış bir kısmı ise henüz olgunlaşmamış bir salkım hurma getirdi. Peygamber Efendimiz, “Bu nedir” diye sorunca Hz. Külsüm: “Ümmü Cürzân çeşidi hurmadan bir salkım” dedi. Bunun üzerine Efendimiz (aleyhissalatü vesselâm), “Allahım! Ümmü Cürzân hurma türünü bereketli kıl” diye dua etti.[3]

Allah Resûlü burada kaldığı 14 günlük zaman zarfında ise sohbetlerini “Menzilu’l-Uzzâb” yani “bekarlar evi” olarak adlandırılan Sa’d İbn-i Hayseme’nin evine gidiyor ve orada yapıyordu.[4]

Bu dönemde Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh) ise Peygamberimizle beraber kalmamış, “Sunh”a giderek Habîb İbn-i İsaf’ın evine, bir diğer rivayete göre ise Harice İbn-i Zeyd’in evine yerleşmişti. Kendisine verilen emanetleri sahiplerine teslim eden Hz. Ali de üç gün sonra Kuba’ya geldiğinde o da Allah Resûlü’yle beraber Külsüm İbn-i Hidm’in evinde kalmıştı.[5]

İslam’da Takva Üzerine İnşa Edilen İlk Mabed: Mescid-i Kuba

Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Kuba’da 14 gün kaldı. Ondan önce hicret etmiş muhacirlerin büyük bir çoğunluğu da burada kalıyordu. Muhacirler burada bulundukları süre içinde Amr İbn-i Avf oğullarına ait hurma kurutulan boş bir arsayı cemaatle namaz kılmak için kullanıyorlardı.

Hazreti Ebu Huzeyfe’nin azatlı kölesi Hz. Salim de burada onlara imamlık yapıyor ve beş vakit namaz kıldırıyordu.[6] Peygamberimiz, buraya gelince bu mekânı genişleterek kalıcı bir mescid inşa etmek istedi. Mescidin arsasının Külsüm İbn-i Hidm’e ait olduğu ve burayı mescid yapılmak üzere bağışladığı veya Allah Resûlü’nün onu satın alarak buraya mescid bina ettiği de rivayetler arasında zikredilmektedir.[7] Bir diğer rivayete göre ise arsanın yeri Leyye adında bir kadına aitti. Münafıklardan bazılarının “Leyye’nin merkebini bağladığı yerde mi secde edeceğiz?!” diyerek tenkit etmeleri ve bunu Efendimiz’in yıktırdığı Mescid-i Dırar’ı yapmaya gerekçe göstermeleri de buna işaret etmektedir.[8]

Allah Resûlü bu mescid yapılırken kendisi de bizzat çalışmış, taş taşımıştı. Hatta O’nu burada çalışırken seyreden Eş-Şemmus Bint-i Nu’man gördüklerini şöyle anlatmaktadır:
“Baktım, en ağır taşları alıyor, onu taşırken de zorlanıyor ve ister istemez öne eğiliyordu. Kendisine yardımcı olmak isteyenlere de ‘Hayır! Git, bir mislini de sen al’ diye cevap veriyordu.”[9]

Temele ilk taşı koyan da O olmuştu. Sonraki taşı Hz. Ebu Bekr daha sonra ise Hz. Ömer koymuştu. Sonra bu temelin üzerine herkes getirdiği taşları yerleştirmeye başlamıştı.[10] Bu sırada ashâb-ı kiram ilk mescidi inşa ediyor olmanın heyecanıyla çok neşeliydi. Bu sevinçle Abdullah İbn-i Revaha’nın söylediği çoşkulu şiirlere Allah Resûlü de son kafiyeyi tekrar ederek iştirak ediyordu.

Hz. Abdullah, “Mescidin inşasına katılanlar, ayakta olsun oturarak olsun Allah’ı zikredenler, Kur’ân okuyanlar, geceleri uykuyla geçirmeyenler kurtuluşa ererler”[11] diye bir taraftan şiirle coşkusunu ifade ederken diğer taraftan gece ve gündüz daimi zikre vurgu yapıyor, insanlara kurtuluşun vesilelerinden bir kaçını hatırlatıyordu.

Allah Resûlü’nün Kuba’da kaldığı günlerde misafir olduğu Külsüm İbn-i Hidm’in evi, bu mescidin güney kısmında ve arsaya bitişikti. Sa’d’ın evi “Beytu’l-Uzzab” da buradaydı[12] ve evden mescide bir kapı açılmıştı. Kıblenin değişmesinden sonra Allah Resûlü bu mescide gelerek Cebrail’in (aleyhisselam) işaretiyle kıbleyi belirlemiş, gerekli değişikliği yapmış ve mescidi yenilemişti.[13]

Kuba Mescidinin Değeri

Kuba Mescidi, İslam’da ilk bina edilen mabed olduğu için ayrı bir değere sahiptir. Bu yönüyle o, İslam’ın ve o gün dinlerini yaşamak için zulümden kaçarak hicret eden Müslümanların hürriyetini ve zalimlerden kurtuluşunu remz ediyordu. Bu hamle yeni bir doğuşun ve başlangıcın göstergesiydi. Artık müesseleleşme başlamıştı. Yeni bir neslin hür bir ortamda yetişeceği kurumların ilkinin temeli atılmıştı. Toplumları karanlıklardan nura çıkaracak ilim, marifet ve eğitim merkezleri kubbe kubbe serpiştirilmeye başlamıştı. Bu artık bundan sonra ne yapılması gerektiğine dair örnek bir başlangıçtı.

Kur’ân-ı Kerim’de de bahsi geçen bu mescidin kuruluşuna ve gördüğü misyona özellikle dikkat çekilmektedir. “…ta ilk günden beri temeli takva üzerine kurulan mescidde namaza durman daha münasiptir. Orada maddi ve manevi kirlerden arınmayı seven kimseler vardır. Allah da temizlenenleri sever.” (Tevbe Sûresi 9/108) Ayet-i kerimenin dile getirdiği hususiyetiyle mescid, bir takva mescididir. Bu ve emsali mescidlerin önemli bir fonksiyonu dışın yanında asıl iç temizliğidir.

Zaten Kur’ân’ın beyanıyla her mümin mescide gelmeden önce temizlenecek ve en temiz, en güzel elbiselerini giyerek gelecektir. (A’raf Sûresi 7/31) Dış temizliği buraya gelmeden yapacak adeta iç temizliğe hazırlanacaktır. Mescide geldiğinde ise onu iç temizlikle taçlandıracaktır. Böyle bir temizliğe muvaffak olabilmenin yegâne şartı ise takvadır. Mü’minler, takva üzerine kurulu bu mescid ve emsali mescidlerde temizlendikçe, takvaları artacak, takvada derinleştikçe imanda da tahkiki yakalayacaklardır. Kıyamete kadar da onun kuruluştaki bu temel esas muhafaza edilecek ve o, bir sevap kaynağı olarak varlığını sürdürecektir.

Alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) daha sonraları şayet Medine’de ise her Cumartesi bazen yaya bazen binekle buraya gelir ve iki rekat nafile namaz kılardı.[15] Ramazan aylarında ise on yedinci günün sabahında buraya gelir ziyaret ederdi.[16] O, bu ziyaretleri esnasında Mescid-i Nebevî’nin yanında burada da devam eden eğitim/öğretim faaliyetlerini de takip eder öyle dönerdi.[17]

Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) sadece kendisi değil ashâbına ve ümmetine de Kuba’yı ziyaret sünnetini şöyle tavsiye etmişti: “Kim evinde güzel bir şekilde abdest alır, sonra da Kuba Mescidi’ne gelerek iki rekat namaz kılarsa onun için umre sevabı vardır.”[18] Dolayısıyla Medinelilere ve kıyamete kadar buraya Allah Resûlü’nü ziyarete gelen herkese Kuba mescidine gidip iki rekat nafile namaz kılmakla umre yapmış gibi sevap elde etme imkanı bahşedilmişti. Bundan dolayıdır ki Hz. Ömer (radıyallahu anh): “Kuba Mescidi, çok uzak mekanlar da bile olsaydı biz oraya develerle seferler düzenlerdik.” demiştir.[19]

Hz. Abdullah İbn-i Ömer, Allah Resûlü’nün bulunduğu, uğradığı, durduğu veya namaz kıldığı mekanları araştıran ve bilen birisiydi. Kendisi, Kuba Mescidi’ni ziyarete geldiğinde “Ustuvane-i muhalleka”nın önünde durur namazını öyle kılardı.[20] Zira Peygamber Efendimiz’in mescidde ilk namaz kıldığı yer burasıydı.

Mimari Yapısı

Kuba mescidinin mimari yapısı ve ilk inşa edilirken uygulanan planla ilgili elimizde herhangi bir bilgi yoktur. Bu konuda İbn-i Şebbe’nin Ebu Ğassan’dan naklederek verdiği ölçüler ise Hz. Osman ve Velid İbn-i Abdilmelik döneminde yapılan genişletme çalışmalarına aittir. Buna göre mescid, uzunluğu ve genişliği eşit olarak kare şeklinde inşa edilmişti. Uzunluk ve genişliği 66 zira’ yani yaklaşık 32’şer metreydi. Dış duvarlarının yüksekliği 19 zira’ yani yaklaşık 9 metreydi. Ortasındaki üstü açık avlu, 50×26 zira’ yani yaklaşık 24×12.5 metreydi. Minaresinin yüksekliği 50 zira’ yaklaşık 24 metreydi. Minarenin genişliği ise 9×9 zira’ ve bir karış, yani yaklaşık 4.30×4.50 ölçülerindeydi. Minareye ait verilen bu ölçülerden o dönemki yapının Emevî mimarisi olduğunu çıkarmak mümkündür. Mescidin üç kapısı vardı. Mescidin kıble tarafında içerde toplam 33 sütûnun taşıdığı üstü kapalı bir alanda vardı. Yine mescidin akşamları aydınlatılması için 14 farklı yerde kandillerin konacağı yerler yapılmıştı.[21]

Mescid, tarihi seyri içerisinde birçok defa yeniden inşa edilmiştir. Ömer İbn-i Abdilaziz, Medine valiliği döneminde (706-712) mescidi yeniden inşa ettirdi. Daha sonra Memlüklüler de (733) bu mescidin imarına önem verdi. Muhammed İbn-i Kalavun’un yaptığı yapının eskiyen tavan bölümlerini h. 840’da Melik Barsbay yeniletti. Sultan Kayıtbay da daha sonra mescidi ihtiyaca binaen yeniden imar etti.

Kanunî Sultan Süleyman da kendi döneminde (h. 950) Kuba Mescidi’ni eskiyen duvarlarının yanında tavan ve minaresini de yeniletti. II. Mustafa da Peygamberimiz’in devesinin çöktüğü yerin (Mebrekü’n-nâka) üzerine dört direkli bir kubbe, mescidin dışına bir sebil ve abdest alma yerleri yaptırdı. Su ihtiyacını karşılamak için de kuyular açtırdı. Mescidin imarı adına önemli bir çalışma da 1829’da II. Mahmut zamanında gerçekleştirildi. Bu imarda da mescidin duvarları yeniden ele alınıp yenilenmiş; yapının üstü, düz ahşap tavan yerine sütunlar üzerine kemerlere oturan ve basık yarım küre kubbelerle örtülmüştü. Yeni planda arka kısımdaki çift sıra sütunlu revak tek sıraya düşürülmüştü. Daha sonra Sultan Abdulmecid de mescidde bazı tadilat çalışmaları yapmıştı.[22]

Osmanlı döneminde yapılan değişiklerle beraber mescidin son durumunu h. 1321 yılında orayı ziyaret eden İbrahim Rıfat Paşa, hac notlarında şöyle anlatmaktadır: “Mescid kare şeklindedir. Dış duvarları 40×40 metre olup tavan yüksekliği 6 metredir. İçinde sağlam bir yapı ile yapılmış 29 tane direk bulunmaktadır. Dışarıdan duvarları takviye etmesi için payandaları vardır. Bu mescidin mihrapları bir minaresi ve mermer bir minberi bulunmaktadır.”[23] İbrahim Paşa yaptığı bu ziyaretinde mescidin fotoğrafını da çekerek tarifini verdiği mescidin o devirdeki nihai durumunu belgelemişti.

Kuba mescidi 1985 yılında Kral Fahd zamanında da yıkılıp yeni bir planla yapıldı. Mescidin alanı beş kat daha genişletilerek 10 bin kişinin aynı anda ibadet edebileceği imkana kavuşturuldu. Başlangıcı itibarıyla kare halinde inşa edilen mescid bu haliyle dikdörtgene dönüştürülerek yapının dört köşesine de 47 metre yüksekliğinde minareler yapılmıştır. Mescid bugün sosyal müştemilatıyla beraber 13.500 metre karelik bir arsa üzerinde bulunmaktadır.


Dipnotlar

[1] Bkz., İbn Hişam, II/105; İbn Sa’d, Tabakat, I/169
[2] İbn Sa’d, Tabakat, I/169-170; İbn Hişam, II/105-106
[3] Diyarbekiri, Tarihu’l-Hamîs, II/31; eş-Şenkıtî, ed-Dürrü’s-Semîn, s., 117.
[4] İbn Hişam, II/105; İbn Sa’d, Tabakat, I/170
[5] İbn Hişam, II/106
[6] Bkz., İbn Hacer, el-İsabe, s., 538; İbn Sa’d, Tabakat, III/65
[7] Semhudi, Vefau’l-Vefa, I/434
[8] Bkz., İbn Şebbe, I/54-55
[9] Semhudî, Veafu’l-Vefa, I/438
[10] Semhudî, Vefau’l-Vefa, I/436-437
[11] Bkz., İbn Şebbe, I/20; Semhudi, Vefau’l-Vefa, I/439
[12] Muhammed Emin eş-Şenkıt’î, ed-Dürrü’üs-Semîn, s.117
[13] İbn Şebbe, I/51
[14] Bkz., Semhudî, Vefau’l-Vefa, I/436
[15] Buhari, Fazlu’s-Salat 3-4; Müslim, Hac 516
[16] İbn Şebbe, I/44
[17] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, II/771
[18] Nesai, Mesacid 9; İbn Mace, İkame 197
[19] İbn Sa’d, Tabakat, I/180; Abdurrezzak, Musannef (9141)
[20] İbn Şebbe, I/51
[21] İbn Şebbe, I/57
[22] Daha geniş bilgi için bkz. DİA, Kuba mad.
[23] İbrahim Rıfat Paşa, Mir’atu’l-Haremeyn (Muhtasar) s., 310

Yazar: Dr. Selim Koç

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.