EN HAYIRLI GERDANLIK: SEKÎNE

172

İnsanoğlu hem güzel hem de güzelliğe/güzelleşmeye/süslenmeye meyilli yaratılmıştır. Güzellik fıtratına yerleştirilmiş insan, bu duygularını tatmin için giyinir-kuşanır, saçını sakalını tıraş eder ve tarar, ekstra yüzük, kolye, bilezik, küpe, saat ve gerdanlık gibi çeşitli takılar da kullanır. Bunlar insanı daha da güzelleştiren aksesuarlardır. Allah Resûlü harama ve israfa girmeden güzelleşmeyi teşvik de eder: “Allah güzeldir, güzelliği sever…”1 Fakat kastettiği sadece fiziki güzellik ve güzelleşme değildir.Onun için bir başka sohbetlerinde şu açıklamayı da yapar. “Allah güzeldir, güzelliği sever. O, üstün ahlakı ve yapılan bir işin en güzel şekilde yapılmasını da sever. Kötü ahlakı/kötü işleri ve yapılan bir işin kötü bir şekilde yapılmasını da sevmez.”2

Nitekim O, her aynaya baktığında “Allah’ım yaratılışımı güzelleştirdiğin gibi ahlakımı da güzelleştir”3 diye dua eder; bununla hem iç hem de dış güzelliğe birlikte talip olmak gerektiğini de ders verir.

Dolayısıyla insanı güzelleştiren unsurlar sadece giyim-kuşam ve takılar değildir. Bunlar insanın dış dünyasını süslese ve güzel gösterse de içini/ahlakını ve maneviyatını güzelleştirmeye yetmez. Onun için insanın dış dünyasını süsleyen takılar olduğu gibi içini süsleyen takılar da vardır. İşte Allah Resûlü bu takılardan birinin ilim ve sekine olduğunu şu veciz ifadelerle beyan buyurur: “İlmi artan bir kimsenin istikameti artar. Allah herhangi bir kimseye de sekîneden daha hayırlı/daha güzel bir gerdanlık takmamıştır.”4

İlmin, insana katacağı değer ve güzellikleri herkes bilir. Fakat sekîne gerdanlığı nedir ve niçin gerdanlık olarak nitelendirilmiştir?

Sekîne Nedir?

Arapça’da “sakin olmak, durmak ve susmak” manalarına gelen sükûn (سكون) kökünden türetilen sekîne (سكينة) kelimesi, “ağır başlılık, vakar, ciddiyet, rahmet, güven, mehabet, ünsiyet ve insanı teselli/teskin eden şey” manalarına gelir. Kavramın zıddı ise “hafiflik, huzursuzluk, kararsızlık endişe ve telaştır.” Istılahî anlamda ise sekîne, “Allah’ın, korku ve sıkıntı anında kulunun kalbine indirdiği itmi’nân, vakar, sükûn ve huzurdur. Kendisine sekîne indirilen kimsenin imanı, yakîni ve sabr u sebatı katlanır; bundan sonra bir daha asla korku nedir bilmez.”5 Ragıp el-İsfahanî ise sekîneyi “Müminin kalbini teskin eden ve ona güven veren melek, insanı şehvete meyletmekten alıkoyan akıl ve insanın içinden maddî-manevî her türlü korkunun yok olması hali” olarak tanımlar.6 Cürcânî ise “Sekîne, gaybın ve manevî feyzin gelişi esnasında kalbin yaşadığı itmi’nan hali ve gönül huzuru; şahidini teskin eden ve içine itmi’nan salan bir nurdur” der.7

Kur’ân-ı Kerîm’de sekîne kavramı altı ayette geçer. Bu ayetlerin üçü, Fetih sûresindedir. Bu ayetlerde Hudeybiye sürecinde Allah Resûlü ve ashabının üzerine üç ayrı yerde/konumda indirilen sekîneden bahsedilir.8

Hudeybiye’nin Başlangıcında İndirilen İlk Sekîne

Hicretin altıncı yılı Şevval ayının sonlarıydı. Hendek savaşı üzerinden bir yıl kadar geçmişti. Allah Resûlü rüyasında Kabe’ye girdiğini, başını tıraş ettiğini, Beytullah’ın anahtarını eline aldığını ve vakfede durduğunu gördü. Bunun üzerine ashabını umreye teşvik etti. Ashab-ı kiram rüyanın hak olduğunda hiç tereddüt etmeden umre için hazırlık yaptılar.9

Ashab-ı kiram yanlarına kendilerini koruyabilecekleri kılıç vs hafif silahlarını aldılar, yol ihtiyaçlarını ve kurbanlık develerini hazırladılar. Savaşa değil umreye gidiyorlardı. Ancak yine de tereddütleri vardı. Zira Hendek savaşında kendilerine istedikleri zararı veremeyen müşrikler için bu durum bir fırsat teşkil edebilirdi. Zira karşılarında ne yapacağı belli olmayan insafsız bir düşman grup vardı. Nitekim bunu çok iyi bilen Hz. Ömer, Allah Resûlü’ne gelerek “Ey Allah’ın Resûlü! Savaş için hazırlık yapmıyoruz fakat ortada ciddi bir risk var. Ebû Süfyan ve adamlarından endişe etmiyor musunuz? der ve endişesini dile getirir. Ancak Efendimiz “Bilmiyorum, ancak biz umreye niyet etik. Bundan dolayı yanımda silah bulundurmak istemiyorum” diye cevap verir. Hatta Sa’d İbn-i Ubâde de aynı istikamette endişelerini dile getirir, ancak Allah Resûlü ona da aynı şeyleri söyler.10

Nitekim Medine çevresinde oturan Cüheyne, Bekroğulları ve Müzeyne kabilelerinden de sefere katılmaları istenir. Ancak onlar mallarını, ticaretlerini ve ailelerini bahane ederler ve aralarında da şöyle konuşurlar: “Muhammed, bizi atlar ve silahlarla desteklenmiş güçlü bir düşman kuvvetle çarpıştırmak mı istiyor? Muhammed ve ashabı, boğazlanacak yemlik develer gibidirler! Onlardan hiçbirisi bu seferden sağ olarak dönemeyecek. Çünkü yanlarında gerekli ve yeterli silahları olmadığı gibi sayıca da çok değiller. Bir de bu zayıf halleriyle Bedir’de öldürülmüş yakınlarının intikamını almaya yemin etmiş bir kavmin üzerine gidiyorlar.”11

Daha sonra nazil olan ayet-i kerime de onların bu endişe ve korkularını; niçin seferden geri kaldıklarını şöyle deşifre eder. “(Hudeybiye seferine katılmayıp) kaçak durumda geri kalan bedevîler sana gelip: ‘Bizi mallarımız ve ailelerimiz oyaladı da ondan katılamadık. Ne olur bizim için Allah’tan af dile, diyecekler.’ Onlar aslında dilleriyle, kalplerinde olmayan şeyleri söylerler. De ki: Şimdi hakkınızda Allah bir zarar veya fayda vermek isterse, kim O’na karşı koyup engelleyebilir? Hayır! İş sizin iddia ettiğiniz gibi değil. Allah her şeyden haberdar olduğu gibi sizin gazaya katılamayışınızın gerçek sebebinden de haberdardır.”12

Hatta bu konuda gelen vahiy, onların asıl geri kalmalarının sebebinin ailevi, ticari ya da ziraî meşguliyet değil bilakis Müslümanların baskına uğrayacağı ve bir daha artık evlerine dönemeyecekleri korkusu olduğunu ortaya koyar: “Aslında siz Peygamberin ve müminlerin ailelerine artık geri dönemeyeceklerini düşündünüz. Bu zan/hayal, gönüllerinizde allanıp pullandı ve yerleşti. Kötü zanlara düştünüz ve -bu söylem ve davranışınızla- helâki hak edecek kimseler oldunuz.”13 “Kim Allah ve Resulüne samimi imana yanaşmazsa, o inkârcılar için alevli bir ateş hazırlamışızdır.”14

Ayetteher ne kadar ifade genel olsa da asıl hitap, hususi olarak umreye davet edildikleri halde geri duran kimseleredir.Zira inandıkları halde-sebep ne olursa olsun- mazeret üretip Allah Resûlüne itaatte aheste davrananlar, sefere katılmak ve Hakkı savunmaktan uzak duranlar; sahip çıkılması gerektiği bir zaman diliminde O’nu yalnız bırakanlar, inkâr edenlere destek vermiş ve onlarla aynı konumu paylaşmış olurlar.

İşte çeşit çeşit endişe ve korkuların hâkim olduğu böyle bir ortamda Müslümanların seferden geri kalmamalarını temin için en büyük ihtiyaç sekînedir. İşte Allah (celle celâluhu) şiddetle ihtiyaç duyulduğu bir anda, halis niyetle hareket eden ve cesurca davranan müminlerin kalbine sekîne indirerek onları takviye eder; imanlarına iman, güvenlerine güven ve güçlerine güç katar: “İmandaki yakînlerini iyice artırsınlar diye müminlerin kalplerine sekîne indiren O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.”15

Burada sekînenin indirilmesi, imana, emniyete, teslimiyete, sukûna ve itaate en çok ihtiyaç duydukları bir anda gönüllerine inşirah salınması ve içlerinde itminan hasıl edilmesidir. Yaratma yerine “inzal” yani indirme fiilinin kullanılması da Cenab-ı Hakk’ın şanını yüceltmek ve bunun bir ikram-ı ilahi olduğunu göstermek içindir. Bu açıdan sekîne, insanın içinden kaynaklanan bir duygu değil Allah’ın lütfettiği, mümin kalplere yerleştirdiği hususi bir ihsan-ı rabbânîdir. Bu sayede yürekten iman edenler, sekîneye nail olur ve hiçbir tereddüt yaşamadan Allah Resûlü’ne tam bir yakîn ile itaat eder ve umre hazırlıklarını yaparlar. İçlerinde hastalık bulunan kimseler ise sekîneden mahrum, zihinlerinde ürettikleri zanlar ve korkularla oyalanıp geride kalırlar.

Allah (celle celaluhu) icraatlarını daima bin bir hikmetle yapar, müminlerin gönüllerine sekine indirir; iradelerine fer verir, her türlü korkularını giderir, cesaretlerini arttırır, onları görünmez askerleriyle destekler. Böylece onları cennetlere doğru giden yollara sevk eder: “Ta ki inanan erkekleri ve inanan kadınları, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere soksun, onların kötülüklerini de örtsün. Gerçekten bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur.”16

Halbuki Allah dileseydi, müminlerin omuzuna onlar için hayati risk taşıyan bu tür vazifeler yüklemez, arz ve semadaki görünmeyen ordularını düşmanlarının üzerine salar ve hepsini helak edebilirdi. Fakat O, müminlere hem şeref ve değer hem de sevap kazandırmak içindir ki yeryüzünde imanı, hukuku ve adâleti hâkim kılma sorumluluğunu onların omuzlarına yükler. Onları imtihan eder ve bu süreçte onları bazen destekler bazen de bilemediğimiz nice hikmetleri gereği, kader farklı tecelli eder. Kulluk ve sefer sorumluluğundan kaçan hatta çeşitli mazeretlerle kendilerini aldatan ve söylemleriyle müminlere ümitsizlik ve korku aşılayan kimseleri ise cezalandıracağını beyan eder: “Öte yandan, Allah hakkında kötü zanda bulunan münafık erkekler ve münafık kadınlar, müşrik erkek ve müşrik kadınları cezalandırması içindir. Kötülük, onların başlarına dönsün! Allah, onlara gazap etmiş, lânetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. Ne kötü yerdir orası!”17

İşte Allah Resûlü, gördüğü rüya üzerine toplu bir şekilde umreye gidiş esnasında yaşanabilecek tehlikeleri göz ününe alır ve meseleye bütüncül yaklaşarak ortamı ve şartları iyice değerlendirir; bu yolculuktaki riskleri en aza indirgeyecek tedbirleri düşünür ve yola öyle çıkmaya karar verir. Onun bütüncül yaklaşımı yani bu fiilî duası beraberinde sekînenin inmesine vesile olur. Zira Futuhat-Mekkiye sahibi İbn Arabî’nin belirttiği gibi “Sekînenin başlangıcı, işe bütüncül bakmak ve bütüncül düşünmektir. Böyle olmazsa sekîne tam olmaz.”18

Hal böyle olunca sahabe-i kiram imanlarını katlar ve imanın tadını tadabilecekleri bir yola girerler. İndirilen sekînenin sonucunda akla gelebilecek her türlü şüphe bıçakla kesilir gibi içlerinden sökülüp atılır, tereddütün yerini yakîn, huzur ve gönül rahatlığı alır. Bu açıdan sekîne tam teslimiyeti ve itaati beraberinde getirir. Zaten Arapça’da bıçağa “Sikkîn” denilmesi de bu sebepledir. Yani sekîne inince onunla, müminin içine doğabilecek her türlü zan ve şüphelerin kökü kesilir; artık inanan insan, Allah ve Resûlünün kendisine yaptığı vaade gönül hoşnutluğu ile razı olur ve o konuda sükûnet bulur. Nefsin farklı yönlere ya da muhalif rüzgarlara kapılıp gitmesi engellenir; nefis itminana erer, huzur bulur.

Bu manada sekîne, Allah’ın müminleri destekleyeceği görünmeyen orduları mesabesindedir. O, nice az toplulukların daha kalabalık topluluklara müminleri galip kıldığı Allah’ın izni, inayeti19 ve kullarına büyük bir lütfudur. O yerine ve ihtiyaca göre bazen iman ve itminan bazen ilim/hikmet ve üstün strateji bazen sabır ve sebat bazen sarsılmayan bir cesaret ve şecaat bazen zafer, bazen de bitmeyen bir ümit, azim ve gayret olarak kendini gösterir.

Bir Tarafta Sekîne Bir Tarafta Su-i Zan

Bu umre yolculuğunda müminler imanlarına iman katmak için samimâne duygularla hareket ederken iman ve onunla gelen sekîneden mahrum kimseler ise su-i zanna kapılır üstelik kötü zanlarını da seslendirirler. İçinde nifak ve şirk olanlar ise, ürettikleri bu tür haber ve söylemlerle müminlerin morallerini bozmaya, kuvve-i maneviyelerini kırmaya, fikir ayrılıkları ortaya çıkararak sonunda tefrikanın onları paramparça etmesine çalışırlar. Onlar bunu yaparken hangi söylemlerinin neye hizmet edeceğinin ve doğuracağı sonuçların da mutlaka bilincindeydiler. İşte bu zalimlerin topluma ve insanlığa vereceği zarar ve eziyetin onlara ilahî lanet ve ebedi azap olarak geri döneceğini haber veren ayet hem onları uyarır hem de müminlere onların bu entrikalarına karşı dikkat aşılar.

Dolayısıyla münafıklığın, müşriklikten farkı yoktur. Onun içindir ki yukarıdaki ayette münafıklarla müşrikler birlikte zikredilir. Nifak şirkten daha tehlikeli ve daha kötü olduğu içindir ki öne alınır. Zira münafıklar, imanlı ve iyi niyetli olarak zannedildikleri için fert ve toplumları daha kolay aldatır/yanıltır ve daha çok zarar verirler.

Allah (celle celâluhu) bu vesileyle gerek erkek gerekse kadın münafık ve müşriklerin ortak vasıflarının “Allah ve müminler hakkında kötü zan beslemek” olduğunu özellikle belirtir. İmanlı bir kalp ise Rabbine daima iyi zan besler. Rabbinden sürekli olarak hayır ve bereket bekler. Olayları hayra yorar ve beklentilerini kavlî/fiilî duaya dönüştürür ve Rabbine takdim eder. Ferah anında da zorluk/darlık anında da Allah’a yalvarır/yakarır ve hem dünya hem de ahiretin hasenesini/hayrını ister. Hak yolunda karşılaşacağı şerlerden ve şerir insanların tasallutundan da Yüce Rabbine sığınır. Bir taraftan “Hak şerleri hayreyler, Zannetme ki gayr eyler. Ârif anı seyreyler, Mevla Görelim neyeler, Neylerse güzel eyler.” der, diğer taraftan kendisine düşen vazifeleri de eksiksiz olarak yerine getirir. Sonra Rabbin takdirlerine razı olur; iman ve teslimiyet içinde gönülden yakarışları ve sağlam duruşuyla sekîneye ulaşır ve huzur soluklar. Kalp bu şekilde kudreti sonsuz Rabbin’e bağlanınca sarsılmayan ve tükenmeyen bir güce/dirayete ulaşır. Bu sayede herkesin korktuğu ve titrediği hadiseler karşısında o sekine gölgeliğinde itminan soluklar. Nice çile ve sıkıntılarla muhat olsa da kalbi inşirah içinde miraca doğru kanat çırpar.

Nifak ve şirk içerisinde debelenen Allah’tan kopuk münafık ya da müşrik erkek ve kadınlar ise huzur yerine, su-izanlar ve kötü düşünceler içerisinde yuvarlanırlar. İman, teslimiyet ve sekînenin getirdiği bütün hayır, bereket ve huzurdan mahrum kalırlar. Zira iman, sekîneyle müminin gönlüne sabır, sebat ve huzur bahşederken nifak münafıkların/putperestlerin içine de korku, telaş ve şüphe tohumları eker. Buna bağlı olarak da Allah hakkında kötü zan beslemeye ve onları seslendirmeye devam ederler. Sekîneden mahrum kalınca işleri dedikodu ve gıybet olur. Bütün gayeleri nefis ve dünya kesilir. Hadiselerin dış yüzüne takılır kalır, ilahi hikmet ve takdirleri düşünmez ve Allah yokmuş gibi konuşur ve öyle davranırlar. Zanlarını ve korkularını seslendirir, müminlerin cesaretini kırar onlara ümit verecekleri yerde söylemleriyle yeis üretirler.

Birlik, dirlik ve beraberliğe değil bölünüp parçalanmaya hizmet ederler. Rahmeti sonsuzun dünya ve ahiret hayatını kucaklayan hikmetli takdirlerini düşünüp O’na itimât etmek yerine olayların akışı ve dış görünüşünden elde ettikleri kanaate güvenir; tahminlerini ve yorumlarını yanıltmaz nas gibi görürler. Müminlerin başına kötü şeyler geleceğini ve kaybedeceklerini iddia eder iman cephesini sarsmak/zayıflatmak ve dağıtmak isterler.

Halbuki “Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah’ındır. Allah azîz/güçlü, galip olandır, Hakîm yani her icraatında sonsuz hikmet sahibidir.”20 Dolayısıyla iman yerine nifak ve su-i zan üretenler, ümit, teslimiyet ve sekine yerine şüphe, korku ve telaş yayanların O’nun azabından/gazabından kurtulması mümkün değildir. Onların gizli-açık söylem, tavır ve davranışları Allah’a gizli kalmaz, sahip oldukları psikolojik üstünlük ya da dünyevi güçleri Allah’a karşı koyamaz, kurdukları tuzaklar kudreti sonsuz Rabbi aciz bırakamaz. Öyleyse, Allah’a ve Resûlüne itaatsizlikten vazgeçip Rabb’inize yönelin! Unutmayın ki “Göklerin ve yerin mutlak hükümranlığı Allah’a aittir. O, dileyeni ve dilediğini -yani hak edeni- bağışlar, cezayı hak edeni de cezalandırır. Zaten Allah eşsiz bir bağışlayıcı ve sonsuz rahmet sahibidir.”21

Yazar: Dr. Selim Koç











Dipnot:

  1. Müslim, İman 39/147-149 (91); Tirmizî, Birr 61 (1999)
  2. Heysemî, Zevâid, /191; Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, 7/78; Elbânî, Sahihu’l-Câmi’ (1743)
  3. Ahmed İbn Hanbel, Müsned (24392)
  4. Dârimî, Mukaddime 34 (402)
  5. İbnu’l-Kayyim, Medâricu’s-sâlikîn, 2/503
  6. Bkz. Râgıb el-İsfahanî, Müfredât, s-k-n mad.
  7. Cürcânî, Ta’rîfât, 1/59
  8. Fetih, 48/ 4, 18, 26; Sekîne kavramının geçtiği diğer ayetler için bkz. Bakara, 2/248; Tevbe, 9/26, 40
  9. Bkz. Taberî, Tefsir, Fetih Sûresi 27. ayetin tefsiri.
  10. Vâkıdî, Meğâzî, 2/573; Bkz. Asım Köksal, Hz. Muhammed ve İslamiyet, 5/253
  11. Vâkıdî, 2/374, 375; Asım Köksal, Hz. Muhammed ve İslamiyet, 5/252
  12. Fetih Sûresi, 48/11
  13. Fetih Sûresi, 48/12
  14. Fetih Sûresi, 48/13
  15. Fetih Sûresi, 48/4
  16. Fetih Sûresi, 48/5
  17. Fetih Sûresi, 48/6
  18. Bkz. Elmalılı, İlgili ayetin tefsirinde
  19. Bkz. Bakara Sûresi, 2/249
  20. Fetih Sûresi, 48/7
  21. Fetih Sûresi, 48/14
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.