Efendimiz’in (sas) Hz. Osman’ı Mekke’ye Göndermesi (19 Zilkâde 6 Hicrî)

210

Mekke ile Hudeybiye arasındaki gergin bekleyiş, Mekkelilerin gönderdiği elçilere Allah Resûlü’nün niyetini açık ve net bir şekilde beyan etmesine rağmen devam ediyordu. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bir adım atarak ashâbı arasından Hırâş İbn Ümey­ye’yi, Sa’leb adındaki kendi devesini vererek Kureyş’e gönderdi; maksadı, savaş niyetinde olmadığını ve sadece umre maksadıyla geldiğini bir daha anlatmaktı.

Hz. Hırâş gelir gelmez İkrime İbn Ebî Cehil, kılıcını çektiği gibi devenin ayaklarına indiriverdi; o kadar kin ve nefretle doluydu ki neredeyse Hz. Hırâş’ı da öldürecekti. Onun bu kadar öfkeli olduğunu gören Ahâbîş kabileleri hemen müdahale ederek Allah Resûlü’nün elçisini öldürmesine müsaade etmediler ve Hz. Hırâş’ı serbest bırakarak geri gönderdiler. Bunun üzerine Hz. Hırâş da, hemen Allah Resûlü’nün yanına gelerek onlardan gördüğü muameleyi anlattı.

Hadisenin nezaketi her geçen gün daha da artıyordu ve böyle bir zeminde atılacak her adım çok önemliydi. Kureyş çok tedirgindi, düşünmeden hareket ediyor ve fevrî hareketleriyle önü alınmaz sıkıntılara sebep oluyordu.

Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) ise, Kureyş’in ileri gelenlerine mesajının net bir şekilde ulaştırılması konusunda kararlıydı; akıl ve vicdanlarına hitap edecek ve Allah rızasından başka hedefi olmayan bu insanlarla Beytullah’ın arasından çekilmelerini söyleyecekti. Bu sefer yanına, Kureyş’e elçi olarak göndermek üzere Hz. Ömer’i çağırdı. Huzura gelip de Efendimiz’in niyetini öğrenen Hz. Ömer:

– Yâ Resûlallah, diyecekti. “Kureyşlilerin canıma kastedeceklerinden endişe ederim; çünkü onlar, benim onlara olan düşmanlığımı iyi bilirler. Hem aralarında beni koruyacak Adiyy oğullarından da kimse yoktur! Ancak buna rağmen, yâ Resûlallah, onlara benim gitmemi istiyorsan, tereddütsüz giderim!”

Elbette ki Hz. Ömer’in endişesi, sadece kendi canıyla ilgili değildi; o gün orada Hz. Ömer gibi bir elçinin öldürülmesi, tereddütsüz savaş sebebiydi ve şartların olgunlaşmadığı bir yerde böyle bir savaşın ne getireceğini kestirmenin de imkânı yoktu. Hz. Ömer’i dinlerken Allah Resûlü de düşünmeye dalmıştı:

– Yâ Resûlallah, diye devam etti Hz. Ömer. “Fakat ben Sana, Kureyş nezdinde benden daha kıymetli ve hatırı sayılır, koruyup kollayacak insanları açısından daha avantajlı ve bağlantıları daha sağlam birisini tavsiye ederim: Osman İbn Afvân.”

Mü’minin feraseti çok önemliydi ve Hz. Ömer’in bu ifadeleri de, serâpâ feraset ve basîret doluydu. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Osman’ı huzuruna çağırdı:

– Kureyş’e git ve bizim, onlarla savaşmak için değil, sadece umre yapmak için geldiğimizi haber ver! Aynı zamanda onları İslâm’a davet et, diyordu. Hz. Osman’a yüklenen misyon sadece bunlardan ibaret de değildi; yanına yaklaşan Hz. Osman’a, o güne kadar iman edip de bir türlü hicret edemeyen veya hicret sonrasında Mekke’de Müslüman olanların yanına da gitmesini ve onlara, çok yakın bir zamanda yaşanacak fethin haberini vermesini, Allah’ın pek yakında Mekke’de de dinini hakim kılacağını ve bundan böyle kendilerini saklayıp da imanlarını gizleme ihtiyacı hissetmeden ve açıktan dinlerinin gereğini yaşayabileceklerinin müjdesini vermesini söyleyecekti.

Derken Hz. Osman yola çıktı; Beldah’a geldiğinde Kureyşliler karşısına çıktı ve:

– Nereye gidiyorsun, diye sordular. Temkinliydi ve:

– Beni size Resûlullah gönderdi, diye başladı sözlerine. “Sizi İslâm’a ve Allah’a iman etmeye davet ediyorum; ya hepiniz toptan O’nun dinine girersiniz –ki Allah (celle celâluhû), mutlaka dinini üstün kılıp peygamberini de galip getirecektir– ya da O’nun yolundan çekilirsiniz ki, bu durumda O’na karşı koyanlar, siz değil de başkaları olur! Buna göre şâyet Resûlullah mağlup olursa, zaten sizin istediğiniz de budur! Galip gelmesi durumunda ise, tercih size kalmış; ya sizler de diğer insanlar gibi gelir ve İslâm’ı tercih edersiniz, ya da O’na karşı koyarak hep birlikte savaşırsınız! Savaşın sizi ne hâle getirdiğini çok iyi biliyorsunuz; iyice bitkin ve yorgun düştünüz ve önde gelen adamlarınızı da kaybettiniz! Ayrıca Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), savaşmak için değil, yanında işaretlenmiş kurbanlıklarla birlikte sadece umre niyetiyle geldiğini ve onları kurban edince de geri dönüp gideceğini size haber vermemi istedi!”

– Söylediklerini duyduk, diyorlardı. “Ancak bu, asla olmayacak bir husustur; O böyle ansızın üzerimize gelemez! Git ve arkadaşına söyle; asla üzerimize gelemeyecek!”

Kureyş’in kapısını aralamak mümkün gözükmüyordu; daha Kureyş’in ileri gelenlerinden kimseyle görüşemeden ayak takımının tepkileriyle karşılaşmış ve kendisinden beklenilen vazifeyi icra edememişti. Adamları aşmanın imkânı yok gibi görünüyordu ve neredeyse Hz. Osman da geri dönmek üzereydi. Tam bu sırada karşısına Ebân İbn Saîd çıkıverdi; onu görünce önce yanına geldi ve bir müddet hâl hatır sorduktan sonra Hz. Osman’a:

– Ne ihtiyacın varsa çekinmeden söyle, diyordu. Hatta kendi atından inmiş ve onun üzerine Hz. Osman’ın binmesini istiyor, kendisi de onun arkasına biniyordu. Hz. Ömer haklı çıkmıştı; yolların kapanıp da kapıların sürgülendiği yerde eski dostluklar işe yarıyor ve açılmaz gibi duran nice kapılar birden açılıveriyordu! Zira bir taraftan Ebân:

– Sağ ve sola istediğin tarafa git ve sakın kimseden korkma!

Çünkü Saîdoğulları Harem’in en aziz ve şereflileridir, diyor ve Hz. Osman’a emân verdiğini şiirinin diliyle herkese ilan ediyordu.

Öylece Kâbe’ye kadar geldiler ve Hz. Osman, hemen Kureyş’in ileri gelenlerini ziyarete başladı. Teker teker her birine gidiyor ve Resûlullah’ın mesajını ulaştırıyordu. Hepsi de:

– Muhammed, asla üzerimize böyle gelemez, diyor ve kapıları bütünüyle kapatıyorlardı.

Ancak Hz. Osman’ı da dışlayamıyorlardı; ona:

– İstersen sen, gel ve Beytullah’ı tavaf et, diyorlardı. Ancak o:

– Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) tavaf etmedikçe ben de Beytullah’ı tavaf etmem, diyecek ve bu teklifi geri çevirecekti.

Kureyş’in niyeti anlaşılmıştı ve vakit kaybetmeden Hz. Osman, diğer vazifesini de yerine getirmek için, o güne kadar sıkıntıların cenderesinde inim inim inleyip duran mü’min erkek ve kadınların kapısını çalmaya başladı:

– Resûlullah buyuruyor ki, diye başlıyordu sözlerine. Kapılarında Hz. Osman gibi bir sahabîyi görenlerin ve kendilerine Allah Resûlü’nden haber geldiğini duyanların sevincine diyecek yoktu. Bunun için altı yıldır bekleyenler vardı; zira O’nu bulduktan sonra bu kadar ayrılığın hicranı dayanılır gibi değildi! Ancak Hz. Osman, onlara selam getirip kapılarına sadece mücerred ziyaret için gelmemişti. O:

– Sizleri pek yakında kanatlarımın altına alıp koruyacağım ve artık bundan sonra Mekke’de kimse imanını gizleme lüzumu hissetmeyecek, şeklinde Resûlullah’ın müjdesini getirmişti. Zemherîr içinde bahar meltemleri gibi bir müjdeydi bu! Açıktan kendilerini ifade edebilmeyi o kadar arzuluyorlardı ki! Bugün kapılarına Hz. Osman gibi bir elçi geldiğine göre elbette pek yakında bu müjde de gerçekleşirdi; ayrılırken kapılarından:

– Resûlullah’a bizden de selam söyle, diye el sallıyor ve arkasından gözyaşı döküyorlardı.

Hz. Osman’ın bu gayretleri tam üç gün sürecekti.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.