Ebû Bekir Teslimiyeti
İşte tam bu sıralarda Ebû Bekir, ticaret maksadıyla Yemen’e gitmiş ve uzun süren bir yolculuktan sonra Mekke’ye dönmüştü. O dönemin Mekke’sinde Ebû Bekir, zengin ve itibarlı biriydi. Mekkeliler, diyet ve mirasla ilgili işlerini onun fikrini almadan çözmez, bir dediğini de iki etmezlerdi. Mekke’ye yaklaştığında, Ukbe İbn Ebî Muayt, Şeybe, Rabîa, Ebû Cehil ve Ebu’l-Bahterî gibi Kureyş’in ileri gelenlerinin kendisini beklediklerini gördü. Duruşları hayra alâmet değildi. Belli ki, yokluğunda önemli gelişmeler yaşanmıştı Mekke’de ve telaşla:
– Ben yokken buralarda neler oldu? Yeni bir şey mi var, diye sordu.
Onlar da zaten bunu anlatmak için fırsat kolluyorlardı. Kin ve nefretle sıralamaya başladılar:
– Hem de ne olay yâ Ebâ Bekir! Ebû Tâlib’in yetimi, kendisinin nebi olduğunu sanıyor. Sen olmasaydın hiç beklemez, işini bitirirdik. Ancak sen geldin ya, artık meseleyi çözersin.
Onlar bunu diyedursunlar, Ebû Bekir’in zihninde mazi, sinema şeridi gibi kayıp gidiyordu. Saniyelere seneler sığmıştı. Kâbe’nin avlusunda kulak verdiği Zeyd İbn Amr’ın sözleri… Panayırların yaşlı mürşidi Kuss İbn Sâide’nin nasihatlerini ve Şam’da gördüğü rüya ile tevilini yapan rahibin yorumlarını geçirdi bu kısa sürede aklından bir bir… Yoksa zaman O’nun zamanı mıydı?..
Hele, Yemen’deki ihtiyarın sözleri… Yemen’e girerken ziyaret ettiği Ezdli İhtiyar’ın dedikleri çıkıyordu. Daha kendisini ilk gördüğünde soru üstüne soru sormuş, Harem’de ortaya çıkacak Son Nebi’den bahsetmiş ve O’nun yanında yer alacak ilklerin özelliklerinden bahisler açmıştı. Ebû Bekir’i daha yakından tanıyınca da, tereddütsüz:
– Kâbe’nin Rabbi’ne yemin olsun ki sen, ilklerdensin, diyerek ilk gününden itibaren O’na sadık bir yardımcı olacağının müjdesini vermişti. Tutmuş bir de, O’nunla ilgili şiirlerini terennüm etmiş ve Hz. Ebû Bekir’in eline tutuşturmuştu.
Yemen’e ticaret için giden Ebû Bekir, zaten yüklü bir malûmatla geri dönüyordu. Zihni, sürekli İhtiyar’ın söyledikleriyle meşguldü. Bunları da Varaka İbn Nevfel’le paylaşmak için can atıyor, yolun bir an önce bitmesi için olabildiğince, süratle yürümeye çalışıyordu. Şimdi ise karşısında, Kureyş uluları duruyor ve İhtiyar’ı tasdik edercesine yeni gelişmelerden bahsediyorlardı.
Kırk yıldır, insanlara zerre kadar hilaf-ı vâki beyanda bulunmayan bir Emîn, tutup da Allah adına yalan söyleyecek değil di ya… Şüphesiz beklenen an gelmişti.
Hiçbir şey hissettirmeden onları, gönüllerini hoş ederek, tatlılıkla yanından gönderdi. Ne de olsa kudretli adamdı ve onların, Ebû Bekir’in meseleyi çözeceğine inançları tamdı. Bunun için onlar da problem çıkarmadılar. Belki de, zihinlerinde iz bırakacak ve düşünmelerini netice verecek böylesine bir işe bulaşmak istemiyorlardı.
Varaka İbn Nevfel’e gidip de zaman kaybedecek durumda bile değildi artık. Beklentisi gerçekleşiyor gibiydi; rüyalarında fısıldanan, Zât’a1 vazifesini tebliğ emri yapılmış, gerçeği açıklama zamanı da gelmiş olmalıydı. Ve doğruca Hz. Hatice’nin evine yöneldi. Kader onu bir yola koymuştu; o da bu yolda emin adımlarla yürüyecekti.
Çok geçmeden Ebû Bekir, Hz. Hatice’nin kapısını çaldı. Kapıyı açan, aradığı insandı. Bu yüzde yalan olabilir miydi hiç?.. Meraktan çatlayacak gibiydi, ama emin olmak için önce mesafeli durdu:
– Yâ Muhammed! Sen, ehlinin geleneklerini bırakıp, atalarının dininden vaz mı geçtin?..
Yılların dostuna Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), nasıl davranacağını çok iyi biliyordu. Arkadaşını tanıyordu zira:
– Ben Allah’ın Resûlü’yüm yâ Ebâ Bekr, dedi önce ve ilâve etti:
– Risaletini tebliğ etmem için beni, Sana ve bütün insanlara Nebi olarak Allah gönderdi. Seni de Hak ile O’na davet ediyorum. Vallahi yâ Ebâ Bekr; seni kendisine davet ettiğim Allah, Hak’tır. O, benzeri olmayan yegâne Tek’tir. Biz O’ndan başkasına kul olamayız… Gel ve sen de iman et Allah’a…
Ebû Bekir, hâlâ ihtiyatı elden bırakmıyor, kanaatinin pekişmesini istiyordu. Bunun için:
– Peki, bu konuda delilin ne, diye sordu.
Risaletle serfiraz kılınan Habîb-i Ekrem de, onun halini anlamıştı ve belli ki anladığı dilden konuşmak gerekiyordu. Şok edici bir çıkış yapmak gerekiyordu. Bunun için:
– Yemen’de karşılaştığın ihtiyar, cevabını verdi.
Onun Yemen’e gittiğini duymuş olabilirdi, ama Yemen’deki ihtiyar da nereden çıkmıştı? Yoksa, aralarında geçen gelişmelere muttali miydi? Bu kadarını bilen, elbette kendi konumundan da haberdar demekti. Yine de temkinli olmalıydı. Kendini toparladı ve ekledi:
– Yemen’de o kadar ihtiyarla karşılaştım ki!..
“Hangisinden bahsediyorsun?” mânâsında, bir zaman kazanma hamlesiydi bu onun için. Ancak karşısında, nabızlarındaki atışa muttali bir Mürşid-i Ekmel duruyordu ve sözü eğip bükmeden neticeye götürecek; son vuruşunu yapacaktı. Dudaklarından şu kelimeler döküldü:
– Sana o beyitleri veren ihtiyar.
Bundan daha büyük bir emare olamazdı. Artık, Ebû Bekir bitip tükenmiş; bir başka söz söylemeye de mecali kalmamıştı. Sadece:
– Bunu sana kim haber verdi ey Habîbim, diyebildi.
Gelen cevap:
– Benden öncekilere de gelen o büyük melek, şeklindeydi. Hz. Ebû Bekir için yapılacak tek şey kalmıştı. Ellerini uzatarak:
– Uzat ellerini, Sana bey’at edeceğim, dedi bütün samimiyetiyle. Ardından da, rikkat dolu bir ses tonuyla, gönlünün feyezanını haykırıyordu:
– Ben şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur ve Sen de şüphesiz, O’nun Resûlü’sün.2
Evet… Ebû Bekir de teslim olmuştu!.. Hem de bir daha hiç kopmamak üzere bir teslimiyetti bu ve yitiğini bulmanın sevinciyle gözlerine yaş yürümüştü, göz pınarlarından da katre katre huzur damlıyordu.
Sevinçten ağlayan, elbette sadece Ebû Bekir değildi. Evinin gülü Hz. Hatice, azatlı delikanlı Zeyd ve amcasının oğlu Ali’den sonra, huzuruna gelip bir gönül daha Müslüman olmuştu ya; Mekke’nin dağları arasında Resûlullah’tan daha fazla sürûr içinde olan kimse yoktu; olamazdı da!..
O güne kadar imana zaten hazır hale gelen Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), o kadar hızlı karar vermiş ve o denli kolay iman etmişti ki Allah Resûlü (sallâllahu aleyhi ve sellem), bunu ifade sadedinde bir gün, şunları söyleyecekti:
– Ebû Bekir dışında kimi İslâm’a davet etmişsem, bir müddet çekinme, duraksama ve tereddüt yaşadı. O ise, kendisine arz eder etmez hiç tereddüt göstermeden kabul etti.3
Şüphesiz O’nun Müslüman oluş haberi hemen yayılmış ve tam anlamıyla Mekke’de bir şok etkisi meydana getirmişti. Nasıl olabilirdi; meseleyi çözmek için kendisine iş havale ettikleri bir insan gidiyor ve saf değiştiriyordu? Demek ki mesele, sanıldığından da önemliydi.
Artık Mekke’de, şahsını başkasının imanına adamış bir Resûl ve yine, O’nunla ölüme bile gitmeye gözünü kırpmadan and içmiş bir de ashabı vardı. O, etrafında halelenmeye başlayan cemaatine Allah’ın ayetlerini okuyor, hakikate susamış gönüllere hikmet ve kitabı öğretiyordu.
4 Onlar ise, en derûnî hisleriyle O’na yönelmiş hikmet çağlayanları gibi akıp gelen beyanlarına kalplerini açarak imanda derinleştikçe derinleşiyor, insan-ı kâmil olma yolunda her daim mesafe katediyorlardı.5
Dipnot:
- Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh) bir gün rüyasında, Mekke üzerine inen bir ay görmüş ve bu aydan bir parçanın, daha sonra bütün Mekke evlerine girdiğine şahit olmuştu; her eve, o aydan bir parça ışık giriyordu. Daha sonra da sanki Ebû Bekir, bütün bu ışık hüzmelerini kendi kucağında toplayıvermişti. Uyandığında, etkisinden kurtulamadığı bu rüyayı bilgelerle paylaşmış ve tabirlerinden, yine gelecek bir Nebi’den bahisler dinlemiş, O’nun zamanının çok yaklaştığı anlatılmış, bugünlerde de en çok kendisinin O’na yardımcı olarak en bahtiyar insan olacağı şeklinde yorumlara şahit olmuştu. Bkz. Süheylî, Ravdü’l-Ünf, 1/165
- Bkz. Muhibbuttaberî, er-Rıyâdü’n-Nadıra, 1/415. Hz. Ebû Bekir’in Müslüman oluşu anlatılırken, zikrettiğimiz bu olay anlatılmadan yalın bir şekilde mescide geldiği, insanların konuştuklarının doğru olup olmadığını sorduğu ve aldığı cevaplar karşısında hiç tereddüt etmeden davete icabet ettiği şeklinde de rivayetler vardır. Bkz. İbn Sa’d, Tabakât, 3/171
- İbn Hişâm, Sîre, 2/91; Muhibbuttaberî, er-Rıyâdü’n-Nadıra, 1/415
- Bkz. Cumua, 62/2
- Bkz. Enfâl, 8/2