Ashâbla Uhud’un İstişaresi (14 Şevval Cuma 3 Hicrî)
Mekke ordusu Uhud yakınlarına kadar gelmişti. Uhud demek Medine demekti; büyük bir debdebe ve ihtişamla buraya gelen Mekke ordusu Medine’yi yerle bir etme hırsıyla Uhud’da bekliyordu.
Ashâbdan ileri gelenler bir araya gelmişti. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) onlarla istişare ediyordu. Zira bu, Bedir’den daha farklı bir gelişmeydi. Gerçi Bedir’e giderken de benzeri bir istişare gerçekleşmiş ve, herkesin kabullendiği müşterek bir karar çıkmıştı. Bugün de öyle olmalıydı. Çünkü Cibril’in getirdiği âyet, Efendimiz’in ashâbıyla istişare yapması gerektiğini emrediyor ve meseleyi topluma mâl etmenin en etkin yolunun bu olduğunu söylüyordu.
Önce Mekke ordusunun haberleri konuldu ortaya. Bir realiteydi ve üç binlik bir kuvvet geliyordu üzerlerine. Ancak bilhassa Bedir’e katılıp da orada zafer yaşayamayan veya Bedir’den sonra Müslüman olan heyecan dolu sahabe, onlarla yeniden çarpışıp haklarından geleceklerini söylüyorlardı.
O (sallallahu aleyhi ve sellem), ise, Medine dışına çıkmamak gerektiğini ve şehri, içeride kalarak korumanın daha uygun olduğunu düşürüyordu. Zira bir rüya görmüş ve gördüğü bu rüyayı da cuma sabahı ashâbıyla şöyle paylaşmıştı:
– Vallahi Ben, bazı şeyler gördüm ki, inşâallah hayırlı olur; bazı hayvanların boğazlandığını, kılıcımın kabzasında bir gedik ve elimi sağlam bir zırhın içine soktuğumu gördüm!
O’nun her hâlini hayatına rehber yapmak isteyenler bu rüyanın tevilini sorduklarında da Efendimiz, boğazlanan hayvanların ashâbından bazılarının şehit olacakları; kılıcının kabzasındaki gediğin, kendi başına gelecek bir musibet ve en yakınlarından birisinin şehadeti; sağlam zırhı da Medine’ye sığınmak gerektiği şeklinde yorumlamıştı. Onun için reyini de, Medine’de kalıp müdafaa yapmaları gerektiği şeklinde izhar etmişti. Belki de, düşman şehre girdiğinde onları sokak aralarında düşmanı yakalar, kuvvetlerini sokaklar arasında bölerek daha kolay teslim alırız ve kadınlar da en azından çatılardan bize yardım ederler, diye düşünüyordu. Sahabe ise;
– Yâ Resûlallah! Bizler zaten böyle bir günü bekliyor ve Allah’a dua ediyorduk. Şimdi O bize, böyle bir fırsat verdi ve kendimizi ortaya koyma imkânını ayağımıza getirdi. Düşmanla vuruşmak için dışarı çıkalım yâ Resûlallah! Dışarı çıkıp vuruşalım ki, bizim kendilerinden korktuğumuzu sanıp da cesaretlenmesinler, diyordu.
Ensâr ve Muhâcirlerin ileri gelenleri bu heyecanlı çıkışa katılmadıklarını ve Resûlullah ne derse onun yapılmasının daha iyi olacağını söylüyorlardı. Ancak galip düşünce, gençlerle Bedir’de savaşma fırsatını kaçıranların oluşturduğu hava üzerinde yoğunlaşıyordu. Bilhassa Abdullah İbn Übeyy, gidişattan oldukça rahatsızdı ve her hâlükârda savaşılmaması gerektiği konusunda ısrar ediyordu.
Bu bir istişareydi ve Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de, Allah’ın emri olan istişareyi ashâbı arasında yerleştirmek istiyordu. İnsanlar arasında istişare gibi temel bir meselenin yerleşmesi bugün için her şeyden önemliydi ve bunun için herkes fikrini açıkça söyleyebiliyordu. O (sallallahu aleyhi ve sellem) bir peygamberdi ama ağırlıklı görüş, savaşı Medine dışında yapma şeklinde tecelli edince ashâbın genelinin fikrine riâyet ederek Mekke ordusunu şehrin dışında karşılama kararı aldı.
Artık Medine’de hummalı bir süreç başlamış oluyordu. Zira cuma günü sabah namazı kılındığı andan itibaren Medine’deki tek konu, nefeslerini bile duymaya başladıkları Mekke ordusu karşısında nasıl bir mukabelede bulunulacağı idi. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de her fırsatı değerlendiriyor ve ashâbı Medine’yi savunma konusunda teşvik ediyordu.
Tabii olarak cuma namazının da konusu bu karşılaşmaydı. Efendimiz, hutbelerinde iman konusu üzerinde duruyor, sabır ve temkinle hareket ettikleri takdirde Allah’ın nusretinin yine kendileriyle birlikte olacağını anlatıp ashâbını, vicdanlarına seslenerek vatanlarını koruma konusunda teşvik ediyordu.
Bir taraftan da hazırlıklar devam ediyordu. Ashâbda bayram havası vardı; Uhud’da düğüne gidercesine bir heyecan içine girmişler ve Allah davasına isyan bayrağı çekip de Uhud’a kadar gelen kin tüccarlarına hadlerini bildirmek için can atıyorlardı.