Örnek Duruşu İle Hz. Sa’d İbn-i Muâz (ra)

1.183

Her toplumda konumu itibarıyla ön plana çıkan, kamuoyunda ya da belli kitleler üzerinde etkili olan saygın kanaat önderleri, karizmatik liderler ve bilgin kimseler vardır. Onların yeni gelişme ve hadiseler karşısında duruşları, insanların duygu ve düşüncelerine yön verir; olumlu veya olumsuz gidişata ciddi tesir eder. Dağ gibi duruşlarıyla azgın dalgalara set olur, fırtınaları sinelerinde yumuşatır ve sarsılmaların önüne geçerler. Onların ufkundan hadiselere bakmak, zirvelerden manzarayı temaşa etmek gibidir. Bu çerçevede ilk İslam toplumu sahabeye bakıldığında onlardan bazılarının saygın konumlarını, Allah Resûlü’ne ve davasına destek vermek için yerinde ve zamanında değerlendirdikleri; sağlam, müstakim, hakperest ve cesur duruşları, doğru bakış açıları, isabetli söz ve kararlarıyla O’na yardımcı oldukları, hak, hakikat, adalet mücadelesine ve İslam medeniyetinin inşasına büyük katkı sağladıkları görülür. Onlar konumlarının hakkını verir; liderlik ve rehberlik ettikleri kimseleri, hep hakka ve doğruya yönlendirir; onlara ruh, ufuk, cesaret, sadakat, vefa ve fedakârlık aşılarlar. Bu yönüyle zirveleşen şahısların başında Medine’nin Ebû Bekir’i ve Ömer’i diyebileceğimiz Evs’in genç lideri Hz. Sa’d İbn-i Muaz (radıyallahu anh) gelir. 

Hz. Mus’ab’ın Daveti Karşısında Duruşu

İslam’ı tebliğ, Kur’ân ve Sünnet’i talim için Medine’ye gönderilen Hz. Mus’ab, görev yerine ulaşır ulaşmaz faaliyetlerine başlar. Samimiyeti, sadeliği, akıl, mantık ve muhakemeye hitap eden ikna edici üslubuyla kısa zamanda muhataplarının gönlüne girmeyi başarır. Bir gün Hz. Es’ad İbn-i Zürare ile birlikte Benî Zafer mahallesine gelirler. Komşu Abdüleşhel’in reisi Sa’d İbn-i Muaz, bu durumu haber alır ve çok sinirlenir. İslam ile alakalı bir malumatı yoktur ve Hz. Mus’âb’ın eğitim ve tebliğ faaliyetine son vermek için harekete geçer. Öfkeli bir şekilde halasının oğlu Hz. Es’ad’a döner ve “Ey Ebû Ümâme! Allah’a yemin olsun ki aramızda akrabalık bağı olmasa bu adamı benden kurtaramazdın! Hoşlanmadığımız duygu ve düşünceleri, evlerimizin içine mi sokmak istiyorsunuz? Şu yabancı ve memleketinden sürülmüş adamı, zayıflarımızın inancını, batıl söylemlerle bozmak ve onları, bu hurafelere davet etmek için mi getirdin? Bir daha benim çevremde böyle şeyler yaptığınızı görmeyeyim!” diyerek çıkışır.

Bu sırada Hz. Mus’ab, gayet sakin ve dikkatli bir şekilde onu dinler. Zira o, kendi değerlerinin doğruluğundan ve makuliyetinden emindir. Sa’d konuşmasını bitirince âdeta ortaya koyduğu tavrın, aklı başında, entelektüel ve lider bir şahsa yakışmadığını ifade sadedinde Hz. Mus’ab şunları söyler: “Az oturup anlatacaklarımı dinlesen! Beğenirsen kabul edersin; hoşuna gitmezse beğenmediğin bu şeyleri, senin çevrenden uzaklaştırırız, olmaz mı?” Sa’d, hakperest ve insaflı bir insandır; “Doğru ve yerinde bir söz!” der ve mızrağını yere saplayıp oturur. Hz. Mus’ab, kendisine İslam’ın temel esaslarını anlatır ve Kur’ân okur. İlk defa duyduğu bu ilahî hakikatlerden ve kelamdan çok etkilenen Sa’d, Müslüman olur; iman dolu kalbiyle oradan ayrılır ve mahallesine geri döner. 

Merakla dönüşünü gözleyen kabilesi, görür görmez kendisindeki değişimi fark eder. Aydınlık bir çehre ile onlara yaklaşan Hz. Sa’d, “Ey Abdüleşhel oğulları! Benim, aranızdaki konumum ve durumum nedir?” diye sorar. “Sen, bizim önderimiz, fikir ve kanaatlerinde en isabetli olanımız ve en uğurlu yöneticimizsin!” cevabını alır. Otuz dört yaşındaki Hz. Sa’d, kavminin içerisindeki bu saygın konumunu, onları İslam’a davet etmek için değerlendirmek ister ve “Sizler, Allah ve Resûlü’ne iman edinceye kadar erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana haram olsun!” der. Bunun üzerine akşam olmadan Abdüleşhel’e mensup kadın erkek herkes Müslüman olur ki bu, yarımadada bir boyun ilk defa toplu halde Müslüman olması demekti.1 Allah Resûlü, onların bu tercihlerinin neticelerini takdir sadedinde yıllar sonra Tebûk seferinden dönerken Medine’yi süzer ve “Medine mahallelerinin en hayırlısı Benî Abdüleşhel’in yurdudur!”2 buyurur. Onun İslam’ı kabulü ve evini, İslam’ı tebliğ ve talim için Hz. Mus’ab’a tahsis etmesi, lideri olduğu Evs’e mensup diğer boylar arasında da hareketliliğe sebep olur ve kısa sürede dört aile hariç bütün evlerde İslam’ın sesi soluğu yükselmeye başlar.

Ebû Cehil Karşısında Duruşu

Hz. Sa’d, Allah Resûlü’nün Medine’ye hicretinden sonra umre yapmak için Mekke’ye gelir. Ümeyye İbn-i Halef, yakın dostudur ve her zamanki gibi onun evinde misafir olur. “Benim için tenha bir an kollasan da Beytullah’ı tavaf etsem!” der. Gerginlik çıkarmak istemez. Ümeyye’nin yönlendirmesiyle öğle vakti tavafa başlar. O sırada Ebû Cehil çıkagelir ve Ümeyye’ye onun kim olduğunu sorar. Ümeyye “Sa’d!” karşılığını verir. Ebû Cehil, Müslümanlara beslediği kini kusmak için her an hazırdır: “Bak! Sen Kâbe’yi emniyet içinde tavaf ediyorsun. Halbuki siz ortaya yeni bir din çıkarmış olan Muhammed’i ve ashabını barındırıyor, onlara yardım ediyorsunuz!? Vallahi, Ümeyye’nin misafiri olmasaydın, buradan evine sağ salim dönemezdin!” der. 

Hz. Sa’d, Mekke’de tek başına olsa da kalbi iman ve cesaret doludur. Ümeyye, “Mekke’nin reisi Ebû Cehil karşısında sesini yükseltmeden konuş!” dese de o, âdeta mesajını bütün Mekkelilere duyurmak istercesine yüksek sesle cevap verir: “Eğer sen, beni tavaftan men edersen, ben de Allah’a yemin ederim ki size daha ağırını yapar, Şam ticaret yolunuzu keserim!”3 Beklemediği bu çıkış karşısında korkuya kapılan Ebû Cehil, onu, Kâbe ile baş başa bırakır ve oradan sıvışır gider. Hz. Sa’d, bu duruşu ile Mekke’ye hem kimseden korkmadıkları hem de “Müslümanlara yapacakları hiçbir saldırının karşılıksız kalmayacağı” mesajını verir.

Bedir Sürecinde Duruşu

Müşrikler, zulüm ve işkencelerle Müslümanları Mekke’den çıkmak zorunda bırakırlar. Ardından da onların arkada bıraktığı malları yağmalar ve satmak için Şam’a gönderirler. Niyetleri, elde edecekleri gelirle Medine’ye düzenleyecekleri saldırıyı organize etmektir. Allah Resûlü, Şam’dan dönen kervanı kontrol altına almak için harekete geçer. Yalnız kervan, onların çıkışını haber alır ve yardım için Mekke’ye haber gönderir. On beş yıldır Müslümanları yok etmek için fırsat kollayan Ebû Cehil, üç kat kalabalık bir orduyla hemen yola çıkar. Gelişmeyi haber alan Allah Resûlü, yol ayrımında kalır. Ya yolunu değiştiren kervanın peşinden gidecek ya da Müslümanları yok etmek için yola çıkan şirk ordusuyla karşı karşıya gelecektir. Düşüncesi, Ebû Cehil’i durdurmaktır. Fakat durum kritiktir. Zira Ensar, kendisine Medine’ye saldırı olursa koruma sözü vermiştir. Üstelik savaş niyetiyle yola çıkmadıkları için harbe hazırlıklı da değildirler ve bir kısmının gönlü, kervanı takip etmekten yanadır.4 Karar vermek için bu beklenmedik gelişmeyi istişareye açar.

Muhacirler görüşlerini bildirirken Allah Resûlü’nün gözü, özellikle Hz. Sa’d İbn-i Muâz’ın üzerindedir. Ensar’ın başında o vardır. Durumu anlayan Hz. Sa’d hem Evs hem de Hazrec adına şu tarihi konuşmayı yapar: “Yâ Resûlallah! Biz sana iman ettik. Seni tasdik ettik. Getirdiğin şeylerin hak olduğuna şahit olduk. Sana itaat edeceğimize söz verdik. İstediğin tercihi yapabilirsin. Biz sonuna kadar seninleyiz. Sana Kur’ân’ı indiren Allah’a yemin ederim ki Berku’l-Gımad’a kadar atını sürsen bizden bir kişi bile arkada kalmaz. İşte canlarımız; dilediğini al. İşte malımız; istediğin kadarını al ve istediğin yere harca. Hiç şüphesiz aldıkların, bizim için geride bıraktıklarından daha sevimlidir. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki bize şu denizi gösterip dalsan biz de seninle birlikte dalarız; içimizden kimse geride kalmaz. Yarın bizi, düşmanlarımızla karşılaştırsan asla hoşnutsuzluk göstermeyiz. Savaşırken sabır ve sebat göstermek, düşmanla karşılaşınca sadakatten ayrılmamak, bizim şiarımızdır. Umulur ki Allah, sana bizden gözünü aydın edecek şeyler gösterir. Yürüt bizi Allah’ın bereketine doğru!”

Hz. Sa’d’ın bu konuşması, Allah Resûlü’nü çok memnun ve mesrur eyler. Çünkü bu, sadece o gün verilecek kritik karar için değil gelecek adına da Ensar’ın duruşunu aksettirir; Akabe’de verilen sözün ötesine de razı ve hazır olduklarını gösterir. Bir de Hz. Sa’d’ın bu konuşması, karar öncesi ordunun yaklaşık dörtte üçünü oluşturan Ensar üzerinde ciddi tesirli olur; onları motive eder. Ebû Cehil’i durdurmaya karar veren Allah Resûlü, “Haydi, yürüyün Allah’ın bereketine doğru! Size müjdelerim ki Allah, bana, iki taifeden birini vaat etti. Vallahi şu anda sanki o topluluktan bazılarının vurulup düşecekleri yerleri görür gibiyim!” buyurur.5 Bunun üzerine ordu, Bedir’e gelir ve konuşlanır. Yalnız düşman hem sayıca daha fazla hem katliama kilitlenmiş hem de askeri teçhizat olarak daha güçlü; Müslümanlar ise sayıca az ve savaşa hazırlıklı olmadıkları için Allah Resûlü, rahat değildir.

Bu durum, Ensar’ın komutanı Hz. Sa’d’ın gözünden kaçmaz; Allah Resûlü’ne gelir ve rahatlatma adına “Ey Allah’ın Resûlü! Sana hurma dallarından bir çardak yapalım. Sen o gölgelikte otur ve bineklerini de yanına bağlayalım. Sonra biz düşmanla vuruşalım. Eğer Allah bizi aziz kılar, düşmanımızı mağlup ederse, zaten bu bizim arzumuzdur. Yok eğer biz mağlup olursak, sen bineklerine biner ve kavmimizden buraya katılmayanların yanına dönersin. Zira bizden bazıları savaşa katılmadılar. Fakat onların sana olan muhabbetleri, bizimkinden daha fazladır. Eğer onlar senin savaşla karşı karşıya geleceğini bilselerdi kesinlikle geri kalmazlardı. Allah seni onlar vasıtasıyla korur; onlar sana candan bağlı ve seninle birlikte her türlü mücadeleye razı ve hazır kimselerdir!” der.6 Allah Resûlü, bu bakış ve duruşundan dolayı Hz. Sa’d’ı sena eder ve kendisine hayır duada bulunur. Ayrıca Hz. Sa’d, kılıcını sıyırır ve sabaha kadar çardağın önünde bizzat nöbet tutar.7

Uhud Sürecinde Duruşu

Bedir’de büyük bir hezimet yaşayan hem savaşı hem ileri gelenlerini hem de Araplar arasındaki itibarlarını kaybeden Mekkeliler, bir yıl sonra 3000 kişilik bir orduyla intikam ve katliam için Medine’ye doğru harekete geçer. Durumu haber alan Allah Resûlü, ashabını toplar ve gelişmeyi istişareye açar. O ve ashabın ileri gelenleri, kuşatmaya izin verip şehri içerden savunmanın daha isabetli olacağı görüşündedir. Fakat çoğunluk -ki bunların da büyük kısmını Ensar’ın gençleri oluşturmaktadır- gerekçelerini sunup ısrarla meydan muharebesi isterler. Allah Resûlü, istişare neticesinde Uhud’a çıkmaya karar verir. Kısa zamanda hazırlıklarını bitiren askerler, saf saf dizilip hareket emrini beklemeye başlar. 

Gençlerin bu tavrını doğru bulmayan ve gelişmeyi haber aldığı andan itibaren Allah Resûlü’nün etrafında gece gündüz bizzat kendisi nöbet tutan Hz. Sa’d İbn-i Muaz, yanlarına gelir ve “Medine’den çıkmak istemediği halde siz çıkması için Allah Resûlü’ne ısrar edip durdunuz! Halbuki O’na emir gökten iner! Siz bu işi O’na bırakın; emrettiği şeyi yerine getirin. Siz O’nun hakkında ‘O kendiliğinden bir şey söylemez!’ buyurulduğunu görmediniz mi? Siz O’nun emrine itaat edin.” der ve onları uyarır.8 Fakat artık çok geçtir zira Allah Resûlü, kararını vermiş ve zırhlarını giymiştir. 

İri yapılı ve uzun boylu olan Hz. Sa’d İbn-i Muaz, Uhud’a doğru gidilirken Allah Resûlü’nün önünde yürür. Özellikle iki ateş arasında kalınan savaşın ikinci bölümünde ordu dağılınca Allah Resûlü’nü koruma adına yanına koşar; O’ndan bir an bile ayrılmaz ve kahramanca vuruşur.9 Savaşın sonunda, yaptığı onca fedakarlığa rağmen “Yâ Resûlallah! Ben, Enes İbn-i Nadr’ın yaptığını yapamadım!” der.10 Hz. Sa’d’ın, Uhud’da sabit kadem oluşu, Ensar’ın da kısa zamanda derlenip toparlanmasına büyük katkı sağlar. Üstelik o, Allah Resûlü Hamrâü’l-Esed’de toplanma emri verince kabilesini gezer; ağır yaralı haldeki askerleri cepheye gitme adına motive eder. 

Ganimetlerin Taksimi Hususunda Duruşu

Suikast girişimi, isyan ve ihanetlerinden dolayı Nadiroğullarının kaleleri kuşatılır ve bir müddet sonra dayanamayıp teslim olurlar. Kendilerinden Medine’yi terk etmeleri istenir. Onlardan geriye “fey” olarak silah, ev, arazi ve hurma bahçeleri kalır. Allah Resûlü, bunları, yaklaşık dört yıldır Ensar’ın evinde misafir kalan, bağında ve bahçesinde çalışan Muhacirlere dağıtmayı düşünür. Fitne çıkmaması adına bu düşüncesini Ensar ile paylaşmaya karar verir. Hz. Sabit İbn-i Kays’ı çağırır ve ondan Evs ve Hazrec’e mensup ne kadar Müslüman varsa hepsini bir yere toplamasını talep eder. Onların toplandıkları yere gelir, kendilerine bir konuşma yapar; öncelikle fedakarlıklarını, diğerkamlıklarını yad eder ve ardından “Muhacir kardeşlerinizin malları yoktur. Dilerseniz, Nadiroğullarının mallarından fey olarak bana kalanları, sizinle Muhacirler arasında bölüştüreyim. Muhacirler sizin evlerinizde oturmaya ve mallarınızdan yararlanmaya devam etsinler. Dilerseniz, yalnız Muhacirlere vereyim de onlar evlerinizden çıksınlar ve mallarınızı size bıraksınlar!?” buyurur. 

Allah Resûlü’nün bu tekliflerine Hazrec’in başındaki Hz. Sa’d İbn-i Ubâde ile Evs’in başındaki Hz. Sa’d İbn-i Muâz’ın cevabı, “Hayır yâ Resûlallah! Siz Nadiroğullarından elde edilen ganimetleri, muhacirler arasında bölüştürün! Onlar yine bizim evlerimizde oturmaya devam etsinler. Hatta isterseniz bizim mallarımızı da onlara bölüştürün.” şeklinde olur. Bunun üzerine hazır bulunanların tamamı, başkanlarının sözünü kastederek “Ya Resûlallah! Bu bu hükme razıyız ve kabul ediyoruz!” derler. Bunun üzerine Allah Resûlü, duyduğu memnuniyetini “Ey Allah’ım! Ensar’a ve nesillerine merhametinle muamele buyur.” duasıyla dile getirir.11

İfk Hadisesi Sürecinde Duruşu

Müreysî’de yaptıklarıyla yetinmeyen baş münafık, dönüş yolunda hane-i saadetin iffetini hedef alır. Ayrıca adamlarını kullanarak ürettiği iftirayı, toplum içerisinde yayar. Hz. Sa’d İbn-i Muaz’ın, iftirayı işittiğinde verdiği ilk tepki “Böylesi iftiraları ağzımıza alamayız, böyle şeyler bize yakışmaz. Hâşa! Bu pek büyük, pek çirkin bir bühtandır.” olur.12 Bu mümince duruşuyla o, kavmine de güzel örnek olur. Daha sonra bu hadiseyi vuzuha kavuşturmak için indirilen Nur Sûresi’nin 16. ayetinde İslam toplumu, bu büyük iftira karşısında Hz. Sa’d İbn-i Muaz gibi bir duruş sergilemediği için uyarılır ve onun bu duruşu, benzeri durumlarda kıyamete kadar müminlerin takınması gereken tavrı bildirmek için ayet olarak indirilir: “Nasıl oldu da onu işitir işitmez: ‘Böylesi iftiraları ağzımıza alamayız, böyle şeyler bize yakışmaz. Hâşa! Bu pek büyük, pek çirkin bir bühtandır.’ demediniz!”13 

Allah Resûlü, bir müddet bekler ve ardından halkı Mescid-i Nebevî’ye toplar. Bir konuşma yapar ve: “Ey Müslümanlar! Ailem hakkındaki iftirasıyla beni üzen bir adama karşı kim bana yardım eder? Ben ailem hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Bu iftirayı ortaya atanlar öyle bir adamın adını dillerine doladılar ki onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum.” buyurur. İlk karşılık veren Evs’in lideri Sa’d İbn-i Muaz olur; ayağa kalkar ve “Yâ Resûlallah! Bana izin ver! Onun boynunu vuralım! Eğer Evs’ten ise hemen boynunu vururuz. Yok eğer Hazrec’ten ise emredersen biz bu emri de yerine getiririz.” der. İftirayı atan nifakın başı İbn-i Übeyy, Hazrec’e mensuptur ve Hz. Sa’d’ın bu çıkışı, onları rahatsız eder; karşılıklı atışmalar olur ve bir anda sinirler iyice gerilir. Allah Resûlü, kendi derdini bir köşeye bırakır; kalkar onları sakinleştirir ve aralarını bulur.14

Dipnot:

  1. İbn-i Hişâm, Sîre 2/43; Taberî, Târîh 2/357; Beyhakî, Delâil 2/438-440
  2. İbn-i Hibbân, Sahîh 7286
  3. Buhârî, 3950, 3632; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid 6/75
  4. Bkz. Enfal Sûresi, 8/5-8
  5. Bkz. İbn-i Hişâm, Sîre 2/253; İbn-i Sa’d, Tabakât 2/24; Beyhakî, Delâil 3/106; İbn-i Kesîr, Bidâye 3/293
  6. İbn-i Hişâm, Sîre 2/260; Taberî, Târîh 2/440; Beyhakî, Delâil 3/44
  7. Bkz. İbn-i Hişâm, Sîre 2/269; İbn-i Sad, Tabakât 2/15
  8. Bkz. İbn-i Sa’d, Tabakât 2/38
  9. Bkz. Vâkıdî, Megâzî 1/240
  10. Buhârî, 2805; Beyhakî, Sünen 9/43 (17696)
  11. Bkz. İbn-i Seyyidünnâs, Uyunu’l-Eser 2/50
  12. Bkz. Buhârî, İ’tisâm 28; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid 7/78; İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî 13/487
  13. Nur Sûresi, 24/16
  14. Bkz. Buhârî, Megâzî 34; Beyhakî, Şuabu’l-Îmân 5/2380
1 yorum
  1. Ayse Kut diyor

    Allah’ım sen bizi bu büyük zatlarla haşreyle. Bize sahabe aşkı nedir ögreten Hocamızdanda razı ol.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.