Ehl-i Kitaba Hitap
Medine nüfusunun çoğunluğunu Yahudiler oluştursa da, belli oranda Hristiyan nüfus da yok değildi. Her iki zümre ile bir araya gelindiğinde konu, ister istemez dini meseleler etrafında dönüp duruyor ve karşılıklı bir alışveriş yaşanıyordu. İşin burasında, diğer din müntesipleriyle ilişkileri düzenleyen ilahi rehberlik oldukça dikkat çekecektir. Zira Allah (celle celâluhû), öncelikle Habîb-i Ekrem’ini muhatap alarak, onlarla nasıl bir düzlemde konuşulup anlaşılması gerektiğini şöyle anlatıyordu:
– Ey ehl-i kitap! Gelin, sizinle bizim aramızda müşterek tek bir kelimede, asgari müşterekte birleşelim; Allah’tan başka hiçbir şeye mabud nazarıyla bakmayalım ve O’na hiçbir şeyi şerik tutmayalım. Sizinle bizim aramızda hiç kimseyi, Allah’tan başkasını Rab yerine ikame edilmiş bir dost olarak görmeyelim!1
Bir gün, Necrân Yahudi ve Hristiyan âlimleri bir araya gelmiş Efendimiz’i ziyaret ediyorlardı. Tabii olarak konu, Allah’ın arzu ve isteklerine gelince Efendiler Efendisi, onlara da İslâm’ı anlatıp Hakk’a davet etti.
– Yoksa Sen ey Muhammed! Hristiyanların İsa’ya ibadet ettikleri gibi bizim de Sana kullukta bulunmamızı mı istiyorsun, diye tepki gösteriyorlardı. Garip bir anlayıştı; tek olan Allah’a kulluğa davet edildikleri halde sözün mecrasını değiştiriyor ve kendilerince kelime oyunları yaparak işin içinden sıyrılmaya çalışıyorlardı. Çünkü onlar, tarihin akışı içinde anlayışlarını değiştirmiş ve aralarından temeyyüz edip öne çıkanlara Rab diye ibadet etmeye başlamışlardı.2
Bu arada, ‘Reîs’ diye çağırdıkları bir Hristiyan âlimi öne atılacak ve:
– Sen’in, bizi O’na çağırırken gerçekten böyle bir isteğin de var mı, diyerek, öncekilerden farklı düşünmediklerini ortaya koyacaktı. Önce:
– Maâzallah, dedi Efendiler Efendisi. Ardından da:
– Allah’tan başka bir güce ibadet etmekten ve yine O’ndan başkasına ibadete çağırmaktan Allah’a sığınırım! Zira O (celle celâluhû), ne Beni bunun için gönderdi ne de Ben, bununla emrolundum, buyurdu. Anlamak biraz zordu; Allah adamı olduklarını söyleyen bu insanlar nasıl olur da, Allah adına kendilerini davet eden birisine bunu söyleyebilirlerdi! Cibril-i Emîn yine görünmüştü, gelen âyetler ağızlarının payını verecekti:
– Bir beşere Allah, kitap, hüküm ve nübüvvet verdikten sonra o, “Allah’ı bırakıp da bana ibadet edin” diyecek değildir!3
Müslümanlık gibi kıymetli bir zemin bulunduktan sonra bir peygamber veya başka bir Hak dostu, insanları yeniden küfre davet eder miydi hiç!
Ortamı bir nebze olsun rahatlatma adına Adiyy İbn Hatem, Efendimiz’e yöneldi ve:
– Yâ Resûlallah! Onlar, onlara ibadet etmiyorlar ki! Buna mukabil Allah Resûlü de:
– Elbette onlara ibadet etmiyorlar! Ancak onlar, helâli haram, haramı da helâl olarak telakki ediyor ve insanlara kendi arzularını söylüyorlar; insanlar da onların dediklerini kabullenip sözlerine tâbi oluyorlar. İşte bu, onlara ibadet anlamına gelmektedir, diyecekti.4
Yazar: Dr. Reşit Haylamaz
Dipnot:
- Âl-i İmrân, 3/65. Bu ayetin, Hudeybiye’den önce indiği, Mekke fethinden sonra ise tekrar indirildiği anlatılmaktadır. Bkz. İbn Kesîr, Tefsîr, 13/143
- Bir ayette bu husus, “Onlar, ruhban ve âlimlerini Allah konumunda değerlendirmiş ve onları Rab olarak kabul etmişlerdi!” denilerek yerilmektedir. Bkz. Tevbe, 9/31
- Âl-i İmrân, 3/81.
- Bkz. İbn Kesîr, Tefsîr, 1/378