Hz. Mus’ab’ın şehadeti ve Uhud’u sarsan yalan haber
Müşriklerin esas hedefleri kuşkusuz Allah Resûlü idi ve bu kargaşada O’nu hedef hâline getirmişlerdi. Utbe İbn Ebî Vakkâs1 adındaki bir müşrik, ardı ardına dört tane taş atmış ve bunlardan biri Efendimiz’in mübarek yüzüne isabet etmişti. Bu sebeple alt sağ dişi kırılmış ve mübarek dudakları da yaralanmıştı. Müşrikler, bu bir anlık dağınıklığı fırsat bilmiş, üst üste saldırıyorlardı. Resûlullah’ın üzerine ok ve taşlar, âdeta yağmur olmuş yağıyordu. Bir aralık İbn Kamie’nin sesi duyuldu:
– Al bunu! Ben İbn Kamie’yim, diyor ve Resûlullah’ın üzerine hamle üstüne hamle yapıyordu. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), ona doğru dönecek ve:
– Senin hakkından Allah gelsin, diye mukabelede bulunacaktı.2
Bir aralık üzerine gelen tehlike karşısında:
– Bunlara karşı kim çıkacak, diye seslenince, tiz ama gür bir ses duyulmuştu:
– Ben yâ Resûlallah.
Gözler sesin geldiği tarafa yönelince, elindeki sargı bezleriyle matarayı bir kenara atıp kaptığı kılıçla huzura koşan bir kadının geldiği görülüyordu. Bu kadın, işin başa düştüğünü görüp de atına atladığı gibi Uhud’a gelen Nesîbe Binti Ka’b’dan başkası değildi. Efendimiz’in yanına kadar gelmiş, bizzat savaşarak O’nu korumaya çalışıyordu. Kılıç sallayıp ok atıyor ve er meydanında kadın başına aslanlar gibi savaşmanın hakkını vermeye çalışıyordu. Allah Resûlü’ne meydan okurcasına seslenen İbn Kamie’yi duyunca, Mus’ab İbn Umeyr ile birlikte ona doğru yürüyecek ve birkaç kılıç darbesiyle işini bitirmek isteyecekti. Ancak İbn Kamie, o gün iki zırh giymişti ve Nesîbe Binti Ka’b’ın bu kılıçları ona işlemeyecekti.
O gün, Allah Resûlü’nün sancağını taşıyan Mus’ab İbn Umeyr, arslanlar gibi çarpışıyordu. Hatta ne acı ki, intikam için Uhud’a kadar gelenler arasında Mus’ab’ın annesi Hünâs ve Bedir’de esir iken fidye karşılığı serbest kalan kardeşi Ebû Azîz İbn Umeyr de vardı!
Mus’ab’ın polat gibi bir imanı vardı ve önünde durmaya imkân yoktu! Bir anlık bu dağılma onu deli divane etmişti! Bir elinde sancak, diğerinde kılıç, cansiperâne çarpışıyordu.
İbn Kamie ise, Resûlulah’ı öldürmeye yemin etmişti Zırhları içindeki Hz. Mus’ab da, Hz. Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) çok benziyordu. Bu yüzden, Mekke’nin hedefi olmuştu Hz. Mus’ab! Derken İbn Kamie, Mus’ab’ın karşısına dikiliverdi. Önce karşılıklı kılıçlar çekilecek ve darbeler darbeleri kovalayacaktı. Artık kıyasıya bir mücadele vardı Uhud’da ve bu mücadele sonunda Hz. Mus’ab şehit düşecekti. Cansız bedeni Uhud’a ‘alem’ olurken muazzez ruhu, şehitlerin arasında çoktan pervaza başlamıştı…
Ancak, Hz. Mus’ab gitse de sancak yerde kalmayacaktı! Şimdi onu, Hz. Mus’ab’ın suretinde bir melek taşıyordu!
İbn Kamie, Resûlullah’ı öldürdüğünü sanıyordu. Kureyş’e döndü ve “Muhammed’i öldürdüm.” diye sevinç nârâları atmaya başladı. Bu söz, Uhud’un her yerinde yankılanacaktı. Bu yankının ulaştığı yerde kılıcını bırakanlar… Üzüntüden delicesine yakınanlar vardı.
Bu sözü duyunca beyninden vurulmuşa dönen Hz. Ömer:
– Kimseyi “Muhammed öldürüldü.” derken duymayayım; yoksa, hiç tereddüt etmez kellesini alırım, diyor ve böyle bir sonucu aklına bile getirmiyordu.3
Bir aralık Mâlik İbn Duhşum, Hârice İbn Zeyd’in yanına uğramış ve Efendimiz’in öldüğünü duyduğunu söyleyerek teyit almak istemişti. Bunu duyan Hz. Hârice ona şöyle mukabelede bulundu:
– Resûlullah öldürülmüş olsa bile Allah Hayy’dır ve O asla ölmez! Zaten Resûlullah da, Rabbinden aldığı risalet vazifesini tebliğ etti; öyleyse kalk ve sen de O’nun dini için kıyasıya savaş!
Benzeri bir tavır da Sa’d İbn Rebî’den geliyordu. Onun da yanına uğranılmış ve benzeri bir haber verilmişti. Ashâbın en çok duyarlı oldukları konuydu bu ve o da beyninden vurulmuşçasına bir sarsıntı yaşayacaktı. Ancak toparlanması uzun sürmedi ve Allah davasının sürekliliğini nazara vererek, Resûlullah’ın hayatını koyduğu istikamette ölümüne koşturmanın gerekliliğini söyleyerek etrafındakilere yeniden cephenin yolunu gösterdi.
Uhud’un tufan hâline dönüştüğü bu hengâmede Efendimiz’in hayatta olduğunu ilk görüp de ashâba ilan eden, Ka’b İbn Mâlik idi. Karşılaştığı herkese:
– Resûlullah’ı şu gözlerimle gördüm; miğferinin altından kan sızıyor ama yaşıyor! Ey Müslüman cemaati! Müjdeler olsun! İşte Resûlullah şurada, diyor ve yüksek sesle Efendimiz’in yaşadığını ilan ediyordu. Uhud bu sesle yeniden hayat bulacaktı; herkes bu sesin geldiği yere yönelecek ve Uhud’a yeniden can gelecekti.
Ancak onun bu heyecanını gören Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Ka’b’ı uyaracak ve uzaktan eliyle işaret ederek sessiz olmasını söyleyecekti. Zira böyle bir davranış, aynı zamanda düşmana da adres gösterme anlamına geliyordu.
Yazar: Dr. Reşit Haylamaz
Dipnot:
- Allah Resûlü (s.a.s.) dişini kırıp yüzünü yaralayan Utbe için, “Allah’ım! Onun üzerinden bir yıl geçmesin.” diye dua ettiği ve çok geçmeden Utbe’nin, yok olup gittiği de gelen rivâyetler arasındadır. Bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye, 4/30. Bu hareketinin bir cezası olarak, Resûlullah’ın dişi yeniden çıktığı hâlde Utbe’nin neslinin devam etmediğine ve ergenlik çağına gelen her çocuğunun ölüp gittiğine dair de rivâyetler vardır. Bkz. Süheylî, Ravdu’l-Unf, 3/263; İbn Esîr, Üsüdü’l-Ğâbe, 2/124
- Gerçekten de çok geçmeden Allah (celle celâluhû), İbn Kamie’ye bir dağ keçisi veya vahşi bir hayvanı musallat edecek ve o da, boynuzlarıyla dağ başında onu paramparça edip öldürecekti. Bkz. Taberânî, Mu’cemu’l-Kebir, 8/130 (7596); İbn Seyyidinnâs, Uyûnu’l-Eser, 1/418
- O gün Hz. Ömer, Resûl-ü Kibriyâ’yı bir kenarda görüp de ashâbın O’nun etrafında toplanmaya başladığına şahit olunca ancak sakinleşebilmişti. Bkz. Taberî, el-Câmiu’l-Beyân, 4/144; Sâlihî, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd, 4/206