Efendimiz’in (sas) Kuba’dan Medine’ye geçişi (22 Rebiülevvel Hicrî 1)
Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Kuba’da on dört gün kalmış ve on beşinci gün Pazartesi sabah Neccaroğullarından bir gruba haber göndermişti. Onlar da kılıçlarını kuşanmış gelmişlerdi. Peygamberimiz Kasva’ya binmiş, Hz. Ebu Bekir de redifindeydi.1 Tam hareket etmek üzereydiler ki Allah Resûlü’nün ayrılmasını istemeyen Amr İbn-i Avf oğulları gelmiş önünde durmuşlardı. “Ya Resûlallah! Bizden usandığın için mi gidiyorsun yoksa daha hayırlı bir yurt mu düşünüyorsun?” diye sordular.
Daima Allah’ın izni ve emriyle hareket eden Allah Resûlü: “Ben karyeleri yiyen bir beldeye hicretle emrolundum. Onun için devemin önünü kesmeyin onu serbest bırakın. Çünkü o, bu konuda memurdur.”2 karşılığını verdi. Bu ifade çok netti. Devesi bile emir tahtında yürüyecek ve kalkacaktı. Buna rağmen herkes O’nu misafir etme şerefine nail olmak adına birbirleriyle yarışıyor ve evlerine davet ediyorlardı.
Neccaroğulları da sağlı-sollu her iki tarafını tutmuş O’nunla birlikte yürüyorlardı. Yesrib’e varıp Hz. Ebu Eyyub el-Ensarî’nin evine gireceği ana kadar da yanından ayrılmayacaklardı. Zira Allah Resûlü’nün evi, Kuba’da kaldığı on dört gün boyunca taşlanmıştı.
Suikast girişimi
Daha yeni hareket edilmişti ki Hz. Ebu Bekir, bir atlının kendilerine doğru hücum etmek üzere olduğunu fark etti. Hemen Efendimiz’e dönüp, “Ya Resûlallah! Şu atlı bize saldırmak üzere!” dedi. Atlıyı gören Peygamber Efendimiz, “Allah’ım! Onu yere ser!” diye dua etti. Daha ellerini indirmemişti ki at, süvariyi çoktan yere çalmıştı. Bir anda neye uğradığını şaşıran adam, güç bela ayağa kalkmış ve özür dilemeye başlamıştı: “Ya Nebiyyallah! Bana dilediğini emret!”
Az önce canına kastetmek için hücum eden adam şimdi karşısında el pençe divan durmuş, emrine girmek için hazır bekliyordu. Allah Resûlü, bu isteği karşısında ona şu vazifeyi veriyordu: “Öyleyse burada dur ve ardımızdan gelip bize zarar vermek isteyen kimseye geçit verme!” Sözüne sadık kalan adam, akşama kadar orada silahlı nöbet tutmuştu.3
Ensar’ın evlerine daveti
Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem), Harre yakınlarına kadar gelince Ensar’a haber gönderdi. Onlar da haberi alır almaz hemen gelmiş ve Efendimiz’e selam vermişlerdi: “Ya Resûlallah! Her ikiniz de emniyet ve güven içinde yürüyünüz.” diyorlardı. Sözle yetinmemiş hemen silahlı bir şekilde etrafını sarıp güvenlik adına oluşturulan koridora onlar da katılmışlardı.
Yolda bunlar yaşanırken Yesrib sokakları, “Allah’ın Nebisi geldi, Allah’ın Resûlü geldi!” nidalarıyla inliyordu. Geçtiği her kabile kendilerinin daha güçlü kuvvetli olduğunu söylüyor ve Allah Resûlü’nü misafir etmek için yarışıyorlardı.4 Bu yarışı başlatan Salimoğulları olmuştu. Bir taraftan Kasva’nın yularını tutup çekerken diğer taraftan ısrarla “Ya Resûlallah! Biz sayıca daha kalabalık ve silah olarak da çok güçlüyüz. Sizi biz misafir etmek isteriz.” diyorlardı. Efendimiz ise bu kabilelerin misafirperverlik arzularını kırmayacak bir yol takip ediyordu: “Devemi salın. Zira o bir memurdur, emredildiği yere doğru gidecektir.” Bu, hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir çözümdü.
Abdullah İbn-i Übeyy’in saygısızlığı
Kendisine teveccüh gösteren halkı ve evine davet edenleri selamlayarak yola devam eden Allah Resûlü, Belhubla mevkiine geldiğinde5 burada oturan Hazrec’in Beni’l-Hublâ kolunun reisi Abdullah İbn-i Übey İbn-i Selûlü gördü. Konağının önünde oturmuş, olup bitenleri seyrediyordu. Efendimiz bineğinden inip kendisini ziyaret etmek istedi. Bunu kabul etmek istemeyen yarının baş münafığı İbn-i Übey: “Seni buraya kimler davet ettiyse onların yanına konuk ol.” diye seslendi.
Bu kaba ve yakışıksız söz üzerine hemen devreye giren Hazrec’in lideri Sa’d İbn-i Ubade, “Ya Resûlallah! Sen onun bu sözüne içerleme. Zira Yesrib halkı ona taç giydirip başlarına kral yapmak için anlaşmışlardı. Ama Allah (celle celaluhu), Sana verdiği hak ile onun bu beklentilerini boşa çıkarınca o bu durumu hazmedemedi.”6 Yaşanan bu üzücü hadise üzerine Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm) alicenap davranarak sükûtu tercih etti. Ardından da vakarla yoluna devam etti.
Yesrib’de yaşanan tarihi sevinç
Yesrib tarihî bir gün yaşıyordu. Sokaklar bugüne kadar böyle bir sevince şahit olmamıştı. Habeşliler mızraklarıyla gösteriler yapıyor, “Resûlullah geldi! Resûlullah geldi!” diye sevinç çığlıkları atıyorlardı. Evlerin balkonlarına ve pencerelerine çıkan kız çocukları “Ay doğdu üzerimize, Veda tepelerinden. Şükür gerekti bizlere, Allah’a davetinden. Ey bize elçi olarak gönderilen! Sen itaat edilecek bir emirle geldin” diye ilahiler söylüyorlardı. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), misafir kalacağı eve doğru ilerlerken kendisini coşkuyla karşılayan ashabı arasında büyük bir tevazuyla yürüyordu. Bu arada Neccaroğullarının kızları da O’nu karşılamak için dışarı çıkmış, çaldıkları defler eşliğinde “Biz Neccaroğullarının kızlarıyız! Hz. Muhammed’in (aleyhissalâtu vesselâm) komşuluğu ne güzeldir!” diyerek sevgilerini izhar ediyorlardı.
Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) onların bu sevgilerini karşılıksız bırakmamıştı. Yürürken bir anda durup onlara doğru döndü ve kendilerine, “Beni seviyor musunuz?” diye sordu. Onlar da hep bir ağızdan, “Evet, Ya Resûlallah!” dediler. Bunun üzerine Habib-i Ekrem (aleyhissalâtü vesselâm) “Vallahi, ben de sizleri seviyorum” buyurarak üç kere üst üste tekrar etti.7