“Yâ Resûlallah! Mekke içinde konaklasanız olmaz mı?” (5 Zilhicce 10 Hicrî)

396

Allah Resûlü, hac için çıktığı yolculukta bugün Kâbe ile buluşmuş ve hayatındaki son umresini yapmıştı. Umre bitmiş olmasına rağmen öğle vaktine hayli zaman vardı ve uzun zamandır kızgın güneşin altında kalan Resûlullah da hac günleri boyunca ikamet edeceği Ebtah denilen mevkiye geldi. O’nun bu tercihini anlamaya çalışan ve Mekke içinde kalmasını arzu edenlerden birisi olarak amca kızı Ümmü Hâni, “Yâ Resûlallah!” dedi. “Mekke içinde konaklasanız olmaz mı?” 

Efendimiz’in kararı değişmedi; ısrarlara rağmen Mekke’de değil, Ebtah’ta kurulan bu çadırı tercih etti. Üstelik Medine’ye döneceği âna kadar Mekke’deki herhangi bir evin çatısı altına girmedi ve gölgesinden de istifade etmedi!

Allah Resûlü’nün kalması için Ebtah’ta, deriden mamul kırmızı bir çadır kurulmuştu. Çadırın içine giren Habîbullah (sallallahu aleyhi ve sellem), öğle vakti girinceye kadar burada istirahat etti. Vaktin girmesiyle birlikte Ebtah, Hazreti Bilâl’in ezanı ile yankılanmaya başladı; bir zamanlar yine onun “Ehad! Ehad!” sesleriyle yankılanan Ebtah, dünkü ilhad ve inkâr düşüncesinden arınmış ve yerini, İslâm’ın namaz çağrısına bırakmıştı!

Ezanı duyan Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), dışarı çıkmadan önce çadırının içinde abdestini aldı. Bu sırada O’nun abdest suyunu dışarıya çıkaran Hazreti Bilâl’i bir sürpriz bekliyordu. Abdest suyundan bir miktar alabilmek için ashâb, âdeta birbiriyle yarışıyordu. Resûlullah’ın abdest suyu ile ıslanan ellerini yüzlerine sürüp teberrükte bulunuyorlardı! 

Derken üzerinde kırmızı bir cübbe olduğu halde Allah’ın Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), çadırının dışına çıktı; Ebtah’ta saf tutan cemaatini süzüyordu! Hâlâ abdest alanlar, abdestini henüz tamamlayıp saflar arasına koşanlar vardı! Onun için namaza durmadan önce kıble cihetine bir sütre koydurdu ve o günkü öğlen namazını da iki rekât olarak kıldırdı. Resûlullah’ın koydurduğu bu sütrenin önünden, namaz esnasında gelip geçenler de oluyordu.

O’nu (sallallahu aleyhi ve sellem) ilk defa görenlerde ayrı bir şevk, önceden beri tanıyanlarda da ayrı bir iştiyak vardı. Herkes O’nunla (sallallahu aleyhi ve sellem) musafaha yapmak istiyor, yanına kadar yaklaşıp temaşa etmeyi arzuluyordu. O gün yanına kadar yaklaşıp da mübarek elinden tutan ve kadife tenine temas edebilenler, mübarek ellerinin kardan daha serin ve kokusunun da miskten daha güzel olduğunu hayranlıkla anlatıyorlardı.

Hac kafilesi çok kalabalık da olsa kurban keseceklerin sayısı azdı. Bazıları deve bazıları koyun kurban edecekti. Fakat deve kurban edenle, bir koyunu kesenin durumu aynı mı olacaktı. Hem ihtiyaçlarını arz etmek hem de konunun dinî hükmünü öğrenmek için Allah Resûlü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) bu durumu sordular. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), kesecekleri kurbanlardan sığır ve develer için yedi kişiye kadar ortak olabileceklerini söyledi.

Rahat bir nefes aldılar. Ancak Sultan-ı Rusül’ün bir ikazı oldu; söz konusu kurbanları, mutlaka kurban günlerinde keseceklerdi! Buna rağmen kesecek kurban bulamayanlara da diyecekleri vardı. Üç günü hacda ve geriye kalan yedi gün de döndükleri zaman memleketlerinde olmak üzere toplamda on gün oruç tutacaklardı!

Zilhicce ayının sekizinci günü olan “yevm-i terviye”ye kadar ihramsız kalabilecekken ashabı kiramdan bazıları, kurban kesecek kimselerin ihramlı oluşuna özenerek veya muhtemelen erkenden ihrama girip daha fazla sevap kazanma arzusuyla öğlen namazından sonra hac için tekrar ihrama girdiler.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.