Unutulan Sünnetlerden: “Sadelik”
Günümüzde tüketim çılgınlığı hem sadeliğin hem de insanî değerlerin önüne geçmiş, çevreyi ve hayatı tehdit eder hale gelmiştir. Daha rahat ve konforlu yaşam tutkusu, karaları ve denizleri kirletmekle kalmamış insanlığı da kirletmiş ve bitirme noktasına getirmiştir. Kur’ân, insanoğlunun bu sorumsuzluğuna ve şuursuzluğuna dikkat çekerken şöyle buyurur: “Allah’ın emir ve nehiylerini umursamayan; sadece kendi menfaat ve keyiflerini düşünen bencil insanların kendi tercihleri ile yaptıkları işler/sorumsuzca davranışlar, icraatlar yüzünden karada ve denizde (bütün dünyada) fesat/bozulmalar ortaya çıktı; toprak, hava ve sular kirlendi, nizam bozuldu.” Âyet, insanoğlunun hırslarının çevreye verdiği zararı dile getirdikten sonra bir an önce bu yanlışlarından dönmeye de davet eder: “… Yine de Allah bu insanlara doğru yola ve isabetli tutuma dönme fırsatı vermek için, yaptıklarının bazı kötü neticelerini onlara tattırır.“1
Bugün, atmosferin ve suların kirlenmesi sonucunda deniz ve kara canlılarının hayatının tehdit altında olması, havaya salınan zehirli gazlarla ozon tabakasının delinmesi, küresel ısınmadan dolayı iklimlerin değişmesi ve tabiatın dengesinin bozulması, buzulların erimesiyle karaların su altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya bulunması vs. anlayan kimseler için ciddi bir uyarı niteliği de taşır. İnsanoğlu bu zaviyeden bakıp gerekli dersi alır; fiili tövbe ve istiğfarla her türlü fesadı ıslah için harekete geçerse bu onun için büyük bir kazanç olacak ve kayıplarını telâfi imkânı elde edecektir. Aksi taktirde sorumsuzca tüketim, lüks ve konfor arayışındaki doyumsuzluk, insanlığın sonu; dünyanın kıyameti olacaktır.
Dolayısıyla insanoğlu bugün dış dünyasını her türlü kirlilik ve tehditten arındırmakla mükellef olduğu gibi iç dünyasını da tüketim hırsı, lüks ve buna bağlı gelişen streslerden arındırması gerekir. Hatta iç dünyasını bu hırslardan temizleyemeyen bir kimse istese de dış dünyasını maddi-manevi kirlenmelere karşı koruyamayacaktır. Bunun için çevre davasında mesele önce fertlerin kendisinden/içten başlamalıdır. Bu anlamda başlangıcın en önemli fiilî dinamiklerinden birisi de “sadelik” sünnetidir:
Nefislerin Doyumsuzluğu
Günümüz hayat anlayışında/tarzında, tüketim adeta gaye haline getirilmiş, insanlara tükettikleri kadar değerli oldukları fikri aşılanmıştır. Bu tüketim anlayışıdır ki insanı bir tüketim aygıtına dönüştürmüş sonunda insanlığı tüketmiş ve doyumsuz hale getirmiş; imtihanını ağırlaştırmıştır. Artık ihtiyaç olduğu için değil, tüketmek için yiyen-içen/harcayan ve başkalarını asla düşünmeyen bencil nesiller türemiştir. Bu anlayış bugün ve yarınlarımızı tehdit eden bir büyük tehlikedir. Buna karşı etkili bir çözüm üretebilmek için önce insanoğlunun, tüketimle tatmin olamayacağı, huzur bulamayacağı gerçeğini idrak etmesi gerekir. Allah Resûlü insanoğlunun doyumsuz tabiatına dikkat çekerken bu psikolojik gerçeği şöyle ifade buyurur:
“İnsanoğlunun bir vâdi dolusu altını olsa, bir vâdi daha ister. Onun gözünü topraktan başka bir şey doyurmaz. Fakat Allâh, tövbe edenin tövbesini kabul eder.”2
Dolayısıyla insanın kendisini tanıması; dünyanın fani nimet ve lezzetlerinin duygularını doyurmaya yetmeyeceğini idrak etmesi ve bunu kabullenmesi ve bu hususta hırslarını gemlemesi çok önemlidir. Aksi taktirde heva ve hırslarının emrinde doyumsuzlukta doyum arayan kimseler hem kendileri hem çevre hem de insanlık için büyük bir tehlike oluştururlar. Zira açgözlü ne kadar kazansa, stok da yapsa doymaz. Sürekli daha fazlasını ister ve bu hırs onu gerek çevre gerekse kul haklarını gözetmemeye, helal ve haramlara riayet etmemeye, başkalarının haklarına saygı göstermemeye kadar götürebilir. Onun için aşırı mal ve kazanma tutkusuna karşı tövbe ve istiğfarla Allah’a yönelmek önemlidir. Bunun yanında fiili dua ve istiğfar da diyebileceğimiz sadeliği tercih de iradeyi ve imanı güçlendirecek temel bir dinamiktir.
Sade Yaşamayı Tercih İmandandır
Allah Resûlü ashabına sadeliği tavsiye ederken; bu hususta onları eğitirken sadeliği iman ile irtibatlı ele alır ve şöyle buyurur:
“Duymuyor musunuz? İşitmiyor musunuz? Sade yaşamak; her zaman ve zeminde sadeliği tercih etmek, sade bir hayat sürmek imandandır.” 3
Hadis-i şerifi anlamak için “sadelik” kavramını zıddıyla beraber ele almak gerekir. Sadeliğin zıddı, lüks, gösteriş, şatafat ya da görkemli kelimeleridir. Gösterişin ve şatafatın içinde ise mutlaka İslâm’ın haram kıldığı israf, riya, kibir ve kendini beğenme gibi unsurlar vardır.
Rehber-i Ekmel (aleyhissalatü vesselam)’ın sözüne bu açıdan bakacak olursak sadeliğin nasıl imanın bir şubesi/gereği olduğunu daha iyi anlarız. Zira sadeliğin zıddı olan bütün hususlar, insanı imandan, sadece Allah’a kulluktan uzaklaştıran ve adeta kendine tapar hale getiren unsurlardır. Onun için Kur’ân ve Sünnet mü’minlere gösterişten/riyadan uzak durmayı, kendini beğenip şımarmamayı4 ve tezkiye etmemeyi/temize çıkarmamayı ders verir.5 Kendilerine verilen dünya nimetlerini ise sorumsuzca değil şu bilinçle kullanmayı ders verir:
“Allah’ın sana ihsan ettiği nimetlerde/servette ebedî âhiret yurdunu ara ve onu mâmur etmeye gayret göster, fakat dünyadan da nasibini unutma! İhtiyacına yetecek kadarını kullan. Arda kalanını Allah sana ihsan ettiği gibi sen de insanlara iyilik et. Sakın ülkede nizamı bozma peşinde de olma! Çünkü Allah bozguncuları sevmez.”6
Bu ölçüyle hareket etmeyenlerin ve sadece kendisini düşünerek muhtaçları görüp gözetmeyenlerin toplum huzuruna zarar vereceğini ve bu yüzden onları sevmeyeceğini belirtir.
Bir başka ayette ise yine sade yaşamın benimsenmemesinden kaynaklanabilecek israf yasaklanır ve bu davranışın yine Allah tarafından sevilmeyeceği açıkça ifade edilir:
“Ey Âdemoğulları! Her ibadet edilen yerde/her mescide gidişinizde, hayatın her alanında ve toplum içine çıkarken güzel elbiselerinizi giyin. Yiyin-için ancak israf etmeyin; ölçülü, sağlıklı ve meşru yeme-içme sınırlarını aşmayın. Zira Allah haddi aşanları/israfa girenleri asla sevmez.”7
Resûlullah’ın Hayatında Sadelik
Allah Resûlü, hayatını bu ölçülere göre sade yaşamaya dikkat eder; yeme-içme ve giyinmede lüks, israf ve gösterişe girmez. Kendi ailesi için de sadelikte sınırı ihtiyaç miktarıyla belirler: “Allâh’ım! Muhammed ehlinin rızkını, ihtiyaç miktarı kıl.”8 Yeme içmesinde de her zaman sadeliği ve azı tercih eder. Onun bu hassasiyetidir ki çoğu zaman hanelerinde kurulan sofralarda hurma ve su ile yetinilir.9 O’nun ağırlandığı pek çok sofraya şahit olanlardan Sehl İbn-i Sa’d: “Rasûlullâh (aleyhissalatü vesselâm) peygamber olarak gönderildiği andan, vefat ettiği zamana kadar elekle elenmiş has undan yapılmış ekmek görmedi.” der. Kendisine “Allah Rasûlü zamanında siz elek kullanır mıydınız?” diye sorulunca “O, peygamber olarak görevlendirildiği andan ruhunun ufkuna yürüdüğü âna kadar elek de görmedi.” der. Sehl İbn-i Sa’d’a: “Peki, elenmemiş arpa ununu nasıl yiyordunuz?” diye sorulunca o, “Biz arpayı öğütür ve savururduk. Kepeğin uçanı uçardı; kalanını da ıslatıp hamur yapardık.” diye vakayı rapor eder.10
Allah Resûlü’nün dünyaya, yeme ve içmeye karşı sadelik anlayışının sonucudur ki dünyalık nimetlere doymadan ötelere göç eder. Ebû Hüreyre bir gün önlerinde kızartılmış koyun bulunan bir topluluğa rastlar. Topluluk kendisini ısrarla dâvet eder, fakat o sofraya oturmaz. Onlara eskimeyen günleri hatırlatarak şöyle der: “Allah Rasûlü, arpa ekmeğine bile doymadan dünyadan göçüp gitti!”11
Dolayısıyla Kur’ân ve Sünnetin tavsiye ettiği hayat, dünyada doymaya odaklanmak değil azla ya da yeterli miktarla yetinmektir. Onun içindir ki Allah Resûlü asıl zenginliği mal çokluğu ile değil göz tokluğu ile açıklar:12 “İslam’a hidayet edilen ve kendisine yeteri kadar rızık verilen ve verilene kanaat eden kimseye müjdeler olsun!”13 Bir başka hadislerinde o kimseler için verdiği müjde felahtır: “Müslüman olan ve rızkı kendisine yeteri kadar verilen kimse kurtulur.”14
Peygamber Efendimiz’in Evinin Sadeliği
Allah Resûlü’nün hane-i saadetleri de son derece sade ve küçüktü. Duvarları o günkü yapı malzemesi olarak kullanılan taş ya da kerpiçle örülü, çamurla sıvalı, tavanları da hurma dallarıyla kapalıydı. Tavanı da çok yüksek değildi. Çocukluğunu Allah Rasûlü’nün hâne-i saâdetlerine yakın bir çevrede geçiren Hasan Basrî, 12-13 yaşlarında bir çocukken Peygamber Efendimiz’in odalarının tavanına elini dokundurabildiğini ifâde eder.15
Her evin içinde ekstra bir küçük bölme (hücre) daha vardı. Allah Resûlü’nün yaşadığı oda ar’ar ağacından (bir servi türü) yapılmış kıl bir örtüden ibaretti.16 Yaşadığı odanın döşeme ve tefrişatı da çok sade idi. Odanın ne kadar küçük ve dar olduğunu Hz. Âişe validemizin naklettiği şu vaka açıkça belirtir: “Ben yatarken kıble tarafında yatıyordum. Ayaklarımı uzattığımda Resûlüllah’ın secde edeceği yere denk geliyordu. Allah Resûlü secdeye gittiğinde ayaklarıma dokunur ben de ayaklarımı toparlardım. Kalktığında ise yine uzatırdım. O gün evlerde kandil/aydınlatma sistemleri vs. de yoktu.”17 Efendimiz’in odalarının kapıları ise siyah kıldan yapılmış keçelerden ibâretti.
Tâbiînin imamlarından Saîd İbn-i Müseyyeb, bu odaların Emevîler döneminde yıkılıp Mescid-i Nebevî’ye ilhâk edilmeleri sebebiyle duyduğu üzüntüsünü şöyle ifâde eder: “Vallâhi bunların aynen bırakılmalarını ne kadar arzu ederdim! Böylece yeni yetişen nesil ve buraları ziyârete gelen insanlar, Allah Rasûlü’nün hayatta ne kadar sade yaşadığını görürler de mal çoğaltmaya, köşkler yapmaya ve bu tür şeylerle övünmeye rağbet etmezlerdi.”18
Peygamber Efendimiz’in daracık evlerde yaşaması, yokluktan değil, dünya hayatına değer vermemesindendi. O, sadece ganimet mallarından hissesine düşen hakkını dağıtmayıp elinde tutsa, kendisi, ailesi ve yakınları için arsa ve araziler alabilir; içine evler, saraylar, malikhaneler vs. yaptırabilirdi. Ancak O, her zaman sade bir hayatı irâdî ve gönüllü olarak tercih ediyor, kendi hissesine düşen ganimetleri de Ashab-ı Suffe‘deki talebelerine ve ihtiyaç sahiplerine harcıyordu. Hayat standardını ashabının en fakirinin/yoksulunun durumuna göre belirliyor ve ona göre dikkatli bir hayat yaşıyordu.
Evinin Tefrişatındaki Sadeliği
Allah Resûlü’nün her zaman sadeliği sevdiği ve tercih ettiğinin bir misali de hanelerinin tefrişatıdır. Hane-i saadetlerinde sergi olarak hurma yaprağından örülmüş hasır vardı. Gündüzleri yere serilen bu hasır, geceleri de odayı ikiye bölmek için perde olarak kullanılıyordu.19 Bazen de namazlarını evinde bulunan bir post üzerinde kılar ve otururdu.20
Halı, o gün halk tarafından bilinmekle beraber Peygamber Efendimiz ve ashab-ı kirâm hem maddi imkansızlıklar hem de sadelik tercih edilerek kullanılmazdı. Mesela Hz. Câbir evlendiğinde Allah Resûlü kendisine “Eve halılar da aldın mı?” diye sorar. O “Halı nasıl alabilirim ki, o imkânım yok?” diye cevap verince Allah Resûlü, “Fakat bil ki yakın bir gelecekte çok değerli halılarınız/döşekleriniz de olacak.” buyurur.21 Nitekim daha sonra Allah Resûlü’nün haber verdiği gibi Hz. Cabir’in hanımı eve halı serince Hz. Cabir, Allah Resûlü’nün bu sözlerini hatırlar ve hanımına “Halılarını benden uzak tut” der.
Hz. Ömer’in, ilâ hadisesinde telaşla Efendimiz’i ziyarete geldiğinde gördüğü ve göz yaşlarına boğulduğu tablo da bu hususta O’nun sadeliğine açık bir örnektir. O bu ziyarette, Efendimiz’in başını dayadığı, içerisi lifle doldurulmuş bir yastık, vücudunun ancak bir kısmına kifâyet eden hurma yaprağından örülmüş bir hasır (hasefe), tepesinin üzerinde asılı duran işlenmemiş üç adet deri ve bir miktarda deri işlemede kullanılan ağaç malzemeleri görür. Hasırın örgülerinin, vücûdunun açık yerlerinde izler yapmış olduğuna şahit olan Hz. Ömer, çok müteessir olur ve ağlamaya başlar. Allah Resûlü kendisine niçin ağladığını sorunca “Nasıl ağlamayayım! Hasır vücudunda izler bırakmış, odada ise şu görülenlerden başka bir şey yok. Kisrâ ve Kayserler, zengin yiyecekler içerisinde, altın tahtlar, ipekten ve atlas yataklar üzerinde yaşasınlar, sen ise Allah’ın elçisi olarak böyle yokluklar içerisinde yaşa? Bu reva mı? Hiç olmasa sana bir yatak hazırlasak olmaz mı?” der. Bunun üzerine Allah Resûlü sadeliği gönüllü olarak tercih ettiğini; gözünün sadece ukbada olduğunu şu veciz ifadeyle seslendirir:
“Razı olmaz mısın ey Ömer! Dünya onların, ahiret de bizim olsun!”22
Peygamberimizin Mütevazı Yatağı
Hazret-i Âişe validemizin anlattığına göre Ensâr’dan kendisini ziyârete gelen bir kadın, Rasûlullâh’ın yatağının, katlanmış bir şilteden ibâret olduğunu görünce, koşarak evine gidip içi yün dolu bir yatak getirmişti. Yatağının değiştiğini gören Peygamber Efendimiz, bundan hoşlanmaz ve her zaman gönüllü olarak sadeliği tercih ettiğini şöyle seslendirir: “Yâ Âişe! O yatağı geri ver. Allâh’a yemin ederim ki, şâyet isteseydim Allâh altın ve gümüşten dağları benimle yürütür, emrime verirdi.” buyurdu.23
Dünyada kendisini bir yolcu gibi görenler daima sadeliği tercih eder ve öyle yaşamayı da başarırlar. Abdullâh İbn-i Mes’ud (r.a) şöyle der: “Allah Resûlü bir hasır üzerinde yatıp uyumuştu. Efendimiz uyandığında, o hasır, vücûdunun yan tarafında izler bırakmıştı. Biz: ‘Yâ Rasûlâllah! Sizin için bir döşek edinsek!’ deyince O, ‘Benim dünyâ ile ne alâkam var ki? Ben bu dünyada bir ağacın altında gölgelenen sonra da orayı terk edip giden bir yolcu gibiyim.’ buyurdular.”24
Sonuç
Sadelik, insanın sağlığını, malını, şahsiyetini ve çevreyi koruyan önemli bir sünnettir. İnsan-ı kâmil olma yolunda önemli bir dinamiktir. Allah’ın ve Resûlü’nün razı olduğu bir tercih, müminlerin de mesut ve bahtiyar olacağı huzur dolu bir yoldur. Ölçülü yaşamayı beraberinde getiren ve israfı ortadan kaldıran bereketli bir yaşam tarzıdır. Şikayetlerin yerine şükrü getiren ve yerleştiren salih bir ameldir. Sadelik, gönüllere tesir eder, fertleri birbirine yakınlaştırır ve insanlığı yüceltir. Gösteriş ise fertleri birbirinden uzaklaştırır, insanlığı alçaltır. Mü’min, sade/mütevazî insandır ve hayatı sadeleştirendir. O dünyevi hayatıyla mütevazi ve sade, kalb ve ruh hayatıyla derin, düşünce ve aksiyonuyla ihtişamlıdır.
Fert ve toplumların uygarlık/gelişmişlik düzeyi tüketimle değil asıl sadelikle ölçülmelidir. Sadeliğin hâkim olmadığı fert ve milletler hür olamayacağı gibi büyük de olamaz. Sadelik derinlik, lüks ve debdebe arayışı ise sığlık ve bir çeşit sahteliktir. Huzuru, israfta değil sadelikte arayanlar, onu bulabilecekleri yerde aramış olurlar. Az ile yetinmeyi başaramayanlara çok da yetmez. Hayatta sadeliği tercih edenler maneviyata daha açık, lüks ve israf içinde yüzenler ise o nispette daha kapalıdırlar. Sadelikte tevazu ve mahviyet, lüks ve ihtişamda ise kibir, gurur ve kendini beğenme vardır. Sadelik, bir çiçeğin kokusu kadar çekici, gecenin içindeki sükûnet kadar da tesirli ve dinlendiricidir. Gayesi dünya/eşya olanların bulamadığı huzuru, imana dayalı sadeliği tercih edenler bu alemde bulduğu gibi ötelerde de bulacaklardır.
Sadelik ve güzellik, bir hakikatin iki yüzü gibidir. Sade olan daima güzeldir. Sadelik, hayatın dostu, israf ise hayatın düşmanıdır. Sadelik, hem insanın içindeki insanlığı ortaya çıkaran hem de onun kabiliyetlerini inkişaf ettiren bir sırdır. Bunun için sadelik diriltici, israf ise zehirleyici ve öldürücüdür. Sadelik, özgürlük ve büyük bir zenginliktir. Lüks, gösteriş ve israf ise eşyaya köleliktir. Sadelik insanı güzelleştirir, aksi ise çirkinleştirir. Sadelik şükre, israf ve gösteriş ise insanı isyana götürür. İmana dayalı sadelik, güneşten süzülüp dünyamızı aydınlatan bir ışık demeti gibi insanlığı yeni bir aydınlanmanın eşiğine getirecek ve onu sevgi, merhamet, daha çok paylaşma ve huzurla buluşturacaktır.
Yazar: Dr. Selim Koç
Sitemizin yazarlarından Selim Koç, 1987 yılında Uludağ Ünv. İlahiyat Fakültesinde lisans eğitimini tamamladı. 1992. yılında aynı fakültede hadis ilimlerinde yüksek lisansını bitiren yazarımız, 2002 yılında Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Tefsir alanında doktorasını tamamladı. Yazar, aynı yıllarda Tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf alanlarında özel dersler almaya da devam etti. Yıllardır siyer alanında da okumalar yapan ve makaleler kaleme alan yazarımız sekiz yıldır sitemizde düzenli olarak yazmaktadır. Yazarımız, 1,5 yıl kadar Mekke ve Medine’de ikamet etmiş ve Allah Resûlünün hayatıyla ilgili pek çok mekanlara gitmiş ve özel araştırma ve incelemelerde de bulunmuştur.
Dipnot:
- Rûm, 30/41; ve bkz. Bakara, 2/155; A’râf, 7/ 168; Enbiya, 21/35
- Buhârî, Rikâk 10; Müslim, Zekât 116-119)
- Ebû Dâvûd, Tereccül 2 (4162)
- Kasas, 28/76
- Bkz. Lokman, 31/18; Necm, 53/32
- Kasas, 28/77
- Ârâf, 7/31
- Müslim, Zekât 126
- Bkz. Buhârî, Hibe 1; Müslim, Zühd 28
- Buhârî, Et’ıme 23
- Buhârî, Et’ıme 23
- Bkz. Buharî, Rikâk 15; Müslim, Zekât 120
- Tirmizî, Zühd 35 (2349)
- Tirmîzî, Zühd 35 (4348)
- İbn-i Sa’d, Tabakât, VII/161; Semhûdî, Vefau’l-Vefa, II/54
- Semhûdî, Vefâu’l-Vefâ, c. II/54
- Buhârî, Salât 22 (382); Müslim, Salât 51/272 (512)
- İbn-i Sa’d, Tabakât, I/499-500
- Bkz. Buharî, Libas 43 (5861); Müslim, Salatu’l-Misafirîn 30/215 (782)
- Ebû Davud, Saât 93 (659)
- Buhârî, Menâkıb 25 (3631) Nikah 62 (5161); Müslim, Libâs 7/39 (2083)
- Buhârî, Tefsîru’l-Kur’ân 2 (4913, 5843); Müslim, Talak 5/31 (1479)
- Ahmed İbn Hanbel, Kitâbü’z-Zühd, s. 30
- Tirmizî, Zühd 44 (2377); İbn Mâce, Zühd 3 (4109)
Güzel bir konu, bugünki çevre problemleri ile bağdaştırmanız güzel olmuş, belki günümüzün çevre problemi üzerinde daha çok durulsaydı daha da enteresan olurdu belki:)
Özellikle sonuçta ki 3 paragraf uzun olmuş, tekrarlama var gibi. Kısa olması metnin okunabilirliğini arttırır:)
Ama genel olarak çok güzel bir mesaj iletmişsiniz, çok teşekkür ederiz emekleriniz için!
Saygılarımla