“Ümmü Süleym! Gücün yetince, iyilik et!” (11 Şevval 8 Hicrî)
Hevâzin ve Sakîf kabileleri Mekke’nin fethi ile korkuya kapılmış ve Müslümanların üzerlerine gelebileceği ihtimaliyle erken davranmaya ve ani bir saldırı düzenlemeye karar vermişlerdi.
Onların savaş için hazırlık yaptığını haber alan Efendimiz, önce durumu tetkik ettirmiş sonra da fetih ordusuyla beraber harekete geçmişti. Bu arada orduya, fetihten sonra Mekke’den de iki bin kişilik bir birlik dâhil olmuştu. Ordu, Huneyn’e varıp bir vadiye girdiğinde ok yağmuruna tutulmuş, en ön safta olan ve çoğunluğunu da Mekke’den orduya katılanların oluşturduğu öncü birlik telaşa kapılıp arkaya doğru kaçmaya başlamıştı. Bu durum, Efendimiz’in devreye gireceği ana kadar ordudaki ahengin bozulmasına sebep olmuştu.
Allah Resûlü’nün etrafında çok az kişi kalmıştı ki onlardan biri Ümmü Süleym’di. O, Abdullah İbn-i Ebî Talha’ya hamile olmasına rağmen Ensar’a sesleniyor ve savaştan kaçmanın onlara yakışmadığını ifade ediyordu. Bir aralık Efendimiz, o karışıklıkta kaçışı engellemek için çırpınıp duran Hazreti Ümmü Süleym’i (radıyallahu anhâ) gördü ve takdir sadedinde “Ümmü Süleym! Sensin hâ!” buyurdu.
Ümmü Süleym önden gidip ordunun dağılmasına sebep olan Mekkelilere çok kızgındı. Efendimiz’e döndü ve “Evet! Yâ Resûlallah! Babam, anam sana feda olsun! Gördün mü, sana beyat edip Müslüman olmuş bulunan şu topluluk, seni nasıl da yalnız bırakıp kaçtılar? Suçlarını bağışladığın, senin ordunu bozguna uğratan şu Mekkelilerin bu suçlarını bağışlama! Allah fırsat verince, seninle çarpışan şu müşrikleri işini bitirdiğin gibi onları da işini bitir! Çünkü onlar bunu hak ettiler!” dedi.
Efendimiz, onun tepkisini anlıyordu. Yapılan hata çok büyüktü ve neredeyse bütün Müslümanları tehlikeye atacaktı. Fakat Efendimiz hissî düşünmüyor, her zaman dengeli hareket ediyordu. Ümmü Süleym’e döndü ve “Ümmü Süleym!” diye seslendi. Ardından şöyle buyurdu: “Allah bana yetmez mi? O’nun affı çok geniştir! Ümmü Süleym! Gücün yetince, iyilik et!”
Ümmü Süleym sözlerini üç defa tekrarlamış ve her seferinde aynı cevabı almıştı. Zira yıllar geçse de hadiseler ve failler değişse de zaman ve mekân farklılaşsa da hiç değişmeyen şey, Rahmet Peygamberi’nin muhatabını hak çizgiye getiren duruşuydu.1