“O ikisi, insanların en şakîsi olamaz! Affet!” (16 Ramazan 8 Hicrî)
Resûlulah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem), fetih için Mekke’ye doğru hareket ettiğini duyan Ümmü Seleme Validemizin kardeşi Abdullah İbn-i Ebî Ümeyye1 ile Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) amcaoğlu Ebû Süfyân İbn-i Hâris de Mekke’den yola çıkmış, Nîku’l-Ukâb’a kadar gelmişlerdi.
Ne var ki Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem), onlara karşı kalbi kırıktı ve izin istemelerine rağmen yanına girmelerine izin vermedi. Bunu fark eden Ümmü Seleme Validemiz hemen devreye girdi ve:
– Yâ Resûlallah, dedi. “Onların birisi senin amcanın, diğeri de halanın oğlu;2 akrabalarına izin vermeyecek misin!”
Ümmü Seleme Validemiz’in gayretlerine mukabil Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) önce:
– Benim onlara ihtiyacım yok, buyurdu ve devam etti:
– Amcamın oğlu, akrabalığımıza ve benim iffetime dokunan Mekke’de çok şeyler söyledi!3
Halamın oğluna gelince o da bana şöyle şöyle sözler söyledi!4
Belli ki ikisine de çok kırgındı; bu kadar yakınında bulunmalarına, akrabaları olması yönüyle sahip çıkmaları gerekirken bilakis düşmanlarla el ele verip düşmanlıkta başı çekmelerine çok içerlemişti. Aynı zamanda fethe doğru yürüdüğü bu zeminde gelip özür beyan etmelerinde ne kadar samimi olup olmadıklarını da test etmek istiyor, başkalarına da bu samimiyeti göstermek suretiyle, ‘yakınlarına iltimas ediyor’ anlamına gelecek bir zehâba kapılmalarını arzu etmiyordu. Buna rağmen Ümmü Seleme Validemiz ısrar etti ve:
– Ama yâ Resûlallah, dedi. “Senin amcaoğlun ile halaoğlun, sana karşı insanların en şakîsi olamaz!”
Diğer tarafta, Ümmü Seleme Validemiz ile Allah Resûlü’nün arasında geçen bu konuşmalar her ikisinin de kulağına gitmiş, geçmişte yaptıklarından dolayı çok mahcup oldukları gibi aynı zamanda, herkesin İslâm’a koşmaya hazırlandığı bir demde, buraya kadar geldikleri halde geri çevrileceklerinden ve yine de dışarıda kalacaklarından korkmaya başlamışlardı. Yanında getirdiği oğlunun elinden tutan amcaoğlu Ebû Süfyân İbn-i Hâris:
– Vallahi, diyordu. “Ya, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bana da izin verir veya şu oğlumun elinden tutarak yeryüzünde meçhul bir tarafa çekilir, aç ve susuz olarak birlikte ölüp gideriz!”
Şimdi iş değişmişti; düne kadar farklı bir yerde duran Ebû Süfyân İbn-i Hâris, meseleyi kavramış ve samimi bir şekilde gelmek üzereydi. Abdullah İbn-i Ebî Ümeyye’nin durumu da farklı değildi. Dolayısıyla onların bu duruşundan haberdar olan ve yüzlerine kapıların kapatılması durumunda yapmak istediklerini duyan Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem), çok mütehassis oldu. Bir taraftan da İslâm’a girme konusundaki kararlılıkları çok hoşuna gitmişti. Ümmü Seleme Validemiz’e döndü ve yanına girmelerine izin verdiğini söyledi.
Onlar da geldi ve huzur-u risâlette kelime-i tevhidi söyleyip Müslüman oldular.5
Dipnot:
- Abdullah İbn-i Ebî Ümeyye, Ümmü Seleme Validemiz’in baba-bir kardeşi oluyordu.
- Ümmü Seleme Validemiz’in kardeşi Abdullah, aynı zamanda Efendimiz’in halası Hazreti Âtike’nin oğlu oluyordu.
- Aynı zamanda Efendimiz’in süt kardeşi olan (Ebû Süfyân da Halîme-i Sa’diyye’den süt emmişti) ve şairlik yönüyle öne çıkan Ebû Süfyân İbn-i Hâris, Mekkelilerin havasına uymuş ve amcaoğlu olmasına rağmen Efendimiz’i (sallallahu aleyhi ve sellem) hicveden sözler söylemiş, hatta Hassân İbn-i Sâbit de ona cevap vermişti.
- Efendimiz’in halası Hazreti Âtike’nin oğlu olan Abdullah’ın durumu da Ebû Süfyân İbn-i Hâris’ten farksızdı; önlerinden akıp giden nehirler meydana getirmedikçe, semalara merdiven dayayıp gözleri önünde yukarılara tırmanmadıkça ve tam tekmil hurma bahçeleriyle etrafını kuşatmadıkça veya bütün bunlara dört tane de melek gelip şahitlik etmedikçe inanmayacağını söylüyor, Allah Resûlü’ne açıktan düşmanlık yapıyordu ki İsrâ Sûresi’nin 90 ve 91. âyetlerinin bu münâsebetle indiği ifade edilmektedir.
- Dolayısıyla, müslüman olur olmaz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile Mekke fethine katıldılar. Arkasından yaşanan Huneyn’de yer aldılar ve Tâif kuşatmasına gittiler. Tâif kuşatması esnasında Hazreti Abdullah’a bir ok isabet etti ve o gün aldığı yaradan dolayı şehîd oldu. Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem), “Senin, Hamza’nın halefi olacağını umuyorum!” diyerek iltifat ettiği Ebû Süfyân İbn-i Hâris ise Huneyn’de sebat eden ender insanlardan birisidir. Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) irtihalinde çok ağlamış ve uzun bir şiirle hissiyatını dile getirmiştir. Hicretin 20. yılında, hac dönüşünde Medîne’de vefat etmiştir. Vefatından üç gün önce kendi mezarını kazdığı rivayet edilmektedir.