Nebevî Eğitimin İlkeleri (14): “KÖTÜLÜĞÜ, İYİLİKLE SAV!”
Nebevî eğitimin temel ilkelerinden birisi de “kötülükleri iyilikle savma” prensibidir. Kötülükleri yok etmenin en etkili yöntemi, onları iyiliklerle karşılamak ve böylece iyiliği artırmaktır. Kur’ân’da Allah Resûlü’ne verilen ve O’nun da hayat boyu nice örnekliklerini sunduğu bu ilahî ölçü, her anne-baba ve muallimin eğitim ve terbiye adına temel davranış kuralı olmalıdır: “İyilikle kötülük bir olmaz. O halde Sen, kötülüğü iyilikle, en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak…!“1 Hata, yanlış ya da yaptığı bir kötülük karşısında muhataba öfkeyle yaklaşma ve kötülükle mukabelede bulunarak uzaklaştırma yerine, sevgi, şefkat ve merhametle yaklaşma ve muhtaç olduğu iyilikle mukabelede bulunma, gönle dostluk tohumları eken ve kalbi, hakka, doğruya ve iyiliğe açan önemli bir disiplindir. Nitekim ayetin sonunda böyle bir iyiliğin/güzelliğin tesiri şöyle dile getirilir: “… İşte o zaman, aranızda kin ve düşmanlık bulunan kişinin sanki birdenbire candan sıcak bir dosta dönüştüğünü görürsün.”2
“İyilik İle Kötülüğün Sonuçları Aynı Değildir!”
Kur’ân, bu ayette, her insan aklının anlayabileceği ve herkesin kabul edeceği bir gerçek üzerinden tebliğ, talim ve terbiyenin temeline/esasına dikkat çeker: “İyilikle kötülük; iyi davranışla kötü davranış, iyi sözle kötü söz bir olmaz.” Onun için gerçek bir mübelliğ, mürşid ya da eğitimci, kötülüğe, kötülükle karşılık vermez. Zira iyiliğin insan psikolojisi üzerinde bırakacağı tesirle kötülüğün etkisi aynı değildir. Nitekim kötülük yaptığı halde iyilik gören kimsenin olumsuz duyguları yatışır, isyankâr ruhu yumuşar; bu sayede büyük bir huzur, emniyet ve güven duygusu hisseder. Muhatabına ve sorumlu kişilere karşı daha sıcak duygular besler ve meselelere duygusal değil daha makul yaklaşmaya başlar.
Bunun içindir ki çok öfkeli ve gergin bir kimse, güzel bir söz ve yumuşak bir üslup karşısında sakinleşir hatta gösterdiği hırçınlığa pişmanlık da duyar. Tam tersine insan, kızgın bir muhatabına aynı şekilde karşılık verse öfkesi daha da artar ve iş gittikçe büyük bir kavgaya dönüşür. Kavga ise aradaki sorunları çözmeyeceği gibi işi daha da içinden çıkılmaz noktalara taşır. Bir de devreye nefis ve egolar da girince iyilikle halledilebilecek pek çok sorun artık çözülemez olur. Onun için aklî ve mantıkî olarak iyilikle kötülük birbirine eşit olmadığı gibi pratikteki sonuçları açısından da aynı değildir. Dolayısıyla iyiliğin davranış ve eğitim değeri, çok yüksek; kötülüğün ise hiçbir ahlakî ve eğitim değeri yoktur.
Kur’ân’ın aynı mantık üzerinden verdiği bir öğüt de iyilerle kötülerin de bir tutulamayacağı gerçeğidir: “Kötülüklere cesaretle dalanlar sanıyorlar mı ki, biz kendilerini, iman edip salih amel işleyenlerle, iyi ve güzel iş yapanlarla bir tutacağız. Hayatları ve ölümleri onlarla aynı mı olacak?! Ne kötü, ne yanlış bir muhakeme bu!”3 Halbuki “Körle, gören bir olmaz! İnanan ve iyi işler yapanlarla kötülük yapan bir olmaz. Ne kadar kıt düşünüyorsunuz!”4
Hasılı, tevhit ile şirk, iman ile küfür, adalet ile zulüm, hilm ile sertlik, ilim ile cehalet, af ile öfke yani iyilikle kötülük asla aynı değildir. İyilik, düşmanlığı dostluğa, kötülük ise dostluğu düşmanlığa çevirir. İyilik, serkeşliği uysallığa, kötülük ise uysallığı isyankarlığa dönüştürür.
“Kötülüğü, İyilikle Sav!”
Ayet-i kerimede, “iyilikle kötülük bir değildir!” hakikati ifade edildikten sonra insanın eğitim ve terbiyesinde başarılı olmak için üzerinde durulan ilk husus, “Kötülüğü iyilikle sav!” prensibidir. Bununla Allah Resûlü’ne ve onun şahsında bütün mü’minlere bilhassa anne-baba ve eğitimcilere şu beş temel hakikat ders verilir:
- Her insanın içinde, iyiliğin üstün bir yeri ve değeri vardır. Talim ve terbiyede bu hakikat asla göz ardı edilmemelidir. Aksi takdirde “Ben bu çocuğa/talebeye iyilik yapsam da anlamaz ya da bir faydası olmaz!” önyargısı eğitimin önündeki en büyük engellerden biri olur.
- Kötülüğe, kötülükle karşılık verildiğinde ortaya çıkacak sonuçlar daha kötü, iyilik ile karşılık verildiğinde ise ortaya çıkacak neticeler daha iyi ve daha güzel olacaktır. Eğitim ve öğretim mahz-ı hayr yani bütünüyle bir iyilik hareketidir. Onun için karşılıklı kötü söz ve davranışlarla eğitim yapılamaz ve başarılı da olunamaz; muhataba güzel ahlak ve güzel davranışlar kazandırılamaz. Bu ancak güzel söz, güzel davranış ve ihsan u ikramla olur.
- “Ey Resûlüm! “Herkes kendi mizaç ve karakterinin gereğini sergiler…”5 Sen, sana kötülük yapsalar da zaten kötülük yapmazsın. Zira “Sen en üstün ahlak üzeresin!”6 Nitekim Hz. Âişe validemiz de Allah Resûlü’nün eğitimde takip ettiği bu temel çizgiyi şöyle tarif eder:“O, hiç kimseye karşı asla kötü söz ve davranışlarda bulunmaz, çarşı-pazarda insanlarla münakaşaya girmez, kötülüğe, kötülükle karşılık vermez, bilakis gördüğü kötülük karşısında iyilik yapma imkân ve fırsatı yakaladığını düşünür; bağışlayıcı ve müsamahalı davranırdı.”7 Hiç şüphesiz eğitimde af ve müsamahanın yanında bir de iyilik yapmanın önemi tartışılmaz bir gerçektir. Dolayısıyla mü’minler, bu hususta O’nu örnek almalıdır.
- Kur’ân başka ayetlerde de Allah Resûlü’ne ve müminlere, bu konuda uyarı ve ikazlarda takdir ve teşviklerde bulunur; kötülük karşısında üsluplarını bozmama/değiştirmeme dersi verir: “Sabırlı ol ey Resûlüm! Unutma ki Allah’ın vaadi mutlaka gerçekleşecektir. Kendi söylediklerine dahi yürekten inanmayanlar, tahrikleriyle sakın seni hafifliğe ve tepkisel bir davranışa sürüklemesin! Sana uslubunu bozdurmasın!”8 “Rahman’ın has kulları o kimselerdir ki onlar yeryüzünde tevazu ile yürürler. Cahiller kendilerine sataşırsa onurlu ve efendi bir tavırla karşılık verir; ‘Kalın selametle!’ der geçip giderler.”9
Bütün bir insanlığa hem bir rahmet hem de muallim olarak gönderilen Allah Resûlü, öğrenmeye ve tekâmüle muhtaç olan muhatapları kaba ve kırıcı davranışlar sergileseler de asla aynısıyla karşılık veremezdi. Zira O’nun görevi, bu insanları hem yetiştirmek hem de onlara örnek olmaktı. O, misliyle mukabele etse muhatapları doğruları öğrenemez, doğruların yaşanabileceğini düşünemez ve ahlakî açıdan kemâle eremezlerdi. Dolayısıyla hiçbir anne-baba ya da muallim duygularına kapılıp üslubunu bozmamalı, yanlış yapan muhatabının seviyesine düşmemelidir. Bilakis onları sevgi ve şefkat dolu bir üslupla kucaklamalı; fiili olarak iyiliğin dilini ve gücünü kullanmalıdır.
- Allah, her şart ve durumda adaleti, iyiliği ve güzel davranmayı emreder. Bunun karşısında ise her çeşit kötülüğü, fenalığı, hayasızlığı, zulmü, zorbalığı, selim akla ve sağduyuya aykırı tüm çirkin söz ve davranışları da yasaklar.10 Dolayısıyla muhatap hiçbir ölçü ve kural tanımadan hareket etse bile mü’min, kural dışına çıkamaz. Hakkını meşru sınırlar içinde ve kötülük yaparak değil iyilikle ve doğrulukla arar. Hz. Ömer, bu hususu çok veciz bir şekilde şöyle ifade eder: “Bir kimse sana, Allah’a isyan ederek kötülük yapsa bile sen ona Allah’a itaat ederek yani iyilik yaparak ya da en güzel şekilde karşılık ver.”11 Hz Abdullah İbn-i Abbas da, bunun güzel bir örneğini şöyle verir: “O, öyle bir kimsedir ki birisi kendisine sövünce, ‘Bana söylediğinde doğru ve haklı isen, Allah beni bağışlasın! Yok eğer yalancı isen, Allah seni bağışlasın!”12
Böylece kötülüğe karşı sabır, hilm, afv, akıl, mantık, merhamet ve tatlı dilin yanında fiili iyiliğin/ihsanın gücü de kullanılınca hem kötülük savılır hem de muhatabın gönül kapıları gerçeklere ve güzelliklere açılır. Bu ihsan şuuru, ana/baba ya da muallim ile muhataplar arasında açılan mesafeyi de en kısa zamanda doldurur ve ayetin beyanıyla eskisinden daha sağlam ilişkilerin kurulmasına vesile olur.
“İyilikten Dostluk Doğar!”
Ayet-i kerimede üzerinde durulan önemli psikolojik bir değer de iyiliğin kalpleri birbirine ısındırdığı ve yeniden dostlukların kurulmasına vesile olduğudur: “…İşte o zaman, aranızda kin ve düşmanlık bulunan kişinin sanki birdenbire candan sıcak bir dosta dönüştüğünü görürsün.”13 İyilikten, iyilik ve dostluk; kötülükten de kötülük ve düşmanlıklar doğar. Bu açıdan kötülüğe, iyilikle ve en güzel şekilde karşılık vermek, hem kötülüklere son vermenin hem düşmanlıkları dostluğa çevirmenin hem de kötülüğe kabiliyeti olan kimselerin kabiliyetlerini hayra/iyiliğe yönlendirmenin yegâne formülüdür. Abdullah İbn-i Abbas, kötülükten dostluğa giden bu yolu şöyle özetler:
“Bu ayet kendi için sabrı, öfkeye hâkim olmayı, hilmi, affetmeyi ve muhataba iyilik yapmayı barındırır ki bunlarda muvaffak olan kimseyi, Allah insî-cinnî şeytanların zararlarından korur. Düşmanlarının kalbini hakka açar ve onları, kendilerine güzel davranan bu kimselere boyun eğdirir.”14
Dolayısıyla bu güzel yaklaşım, nefislerdeki olumsuz duyguları giderir, arada oluşmuş olan kin, nefret ve intikam duygularını temizler, şeytanın muhatabın içine atmış olduğu vehim ve vesveseleri izale eder, sonuçta yeni bir dostluk kurulur. Onun için anne-baba ya da muallimler eğitim ve öğretimde iyiliğin/güzelliğin dostluklar kuran özelliğinden/gücünden azami istifade etmelidirler. Ebeveyn “Oğlum/kızım, hata yaptı, kötülük işledi!” diye hemen onu yanlışına mahkûm etmeyi ve cezalandırmayı değil bilakis gönlüne girebileceği bir iyilik yaparak yeniden dostluğunu kazanmayı ve onu, tekrar güzelliklerle buluşturmayı planlamalıdırlar.
Öğretmenler, “Bu öğrenciler kötü!” ya da “Bu öğrenciler şu şu kötülükleri işliyorlar. Bunlardan adam olmaz!” önyargısıyla hareket etmemeli bilakis işledikleri kötülüklerden daha fazla iyilik yaparak, yeniden dostluklarını kazanmalıdırlar. Zira dost haline getirilemeyen muhataplara, ruh ve şekil vermek, onları kötü alışkanlıkların bağımlılığından ve kötülerin arkadaşlığından kurtarıp güzel ahlakla/iyiliklerle donatmak ve eğitip yetiştirmek mümkün olmaz.
“Kötülüğe Karşılık İyilik, Sabredenlerin Kârıdır.”
Kötülükler karşısında öfkeye hâkim olmak ve kötülük duygularını aşıp iyilik yapmaya odaklanmak, herkesin kolayca gerçekleştirebileceği bir ölçü değildir. Bu erdemi yaşamak ve yaşatmak, sağlam bir irade ve büyük bir azim gerektirir. Onun için Kur’ân bu güce ulaşma adına da şu iki dinamik üzerinde durur: “Kötülüğe karşı iyilik yapma hasleti, ancak sabredenlerin ve bir de faziletten yana nasibi bol olanların kârıdır.”15
Eğitim ve öğretim uzun bir süreçtir; ciddi emek ve sabır gerektirir. Onun için eğitimciler, kötülükler karşısında, tercihini daima sabırdan ve faziletten yana kullanmayı esas almalıdır. Aksi takdirde darılma, kırma, azarlama, kınama, bağırma, şiddet ve uzun süre tavır almalar vs. iletişime/eğitime çok büyük zarar verir; çocukları/gençleri anne babadan, talebeleri de muallim ve rehberlerinden koparır. Bunun içindir ki talim ve terbiyenin önündeki en büyük engel, yanlış yapan çocuklar/talebeler değil, anne-babaların ya da muallimlerin aceleciliğidir.
Vesveseler, Sabrını ve Seni Esir Almasın!
İyilikte sabrın, insanın içindeki baş düşmanlarından biri de vesvesedir. Yapılan yanlış ve kötülükler karşısında sorumlular, “Sen, yine de iyilik yap!” ilkesini yaşarken nefis ve duygularına kapılabilir. Hatta insî şeytanların yanında cinnî şeytanlar da “Bak! Sen bunun bütün yanlış ve kötülüklerine karşı hep iyilik yaptın ancak onda bir değişiklik olmadı. Senin, ‘Kötülüğe karşı iyilik yap!’ formülün tutmadı. Demek ki bu ilkenin bir faydası yokmuş. Bu insan iyilikten anlamayacak. Gel sen, bu ölçüden vazgeç ve ona haddini bildir!” gibi farklı telkin ve vesveseler de bulunabilir.
İşte bu tür şeytanî ve nefsanî telkinlere karşı anne-baba, muallim ve mürşit hülasa bütün mü’minler, Allah’a sığınmaya davet edilir: “Eğer insî-cinnî şeytandan gelen bir vesvese/kışkırtma seni dürtmeye başlar ve iyilikten uzaklaştırmaya çalışırsa hemen Allah’a sığın. Çünkü O, her şeyi işitir, her şeyi mükemmel tarzda bilir.”16
Şeytan, insanı öfke damarından yakalayabilir ve onu, kışkırtabilir. Sonunda insanın içinde, maruz kaldığı kötülüğe karşı artık sabretmeme ve intikam alma ya da muhatabı cezalandırma isteği uyandırabilir. İşte şeytanın bu oyununa karşılık Allah’a sığınmak, O’ndan yardım dilemek hem sorumluları hem de muhatapları koruyacak olan önemli bir yönlendirmedir. Bu dua ve sığınmalar, insanın duygularına kapılıp eğitim ve öğretimin temel ölçülerinden uzaklaşılmasının önüne geçecektir.
Kötülükler Karşısında İyilik Yapamazsan Bile!
Talim ve terbiyede “kötülükleri iyilikle savma” ilkesi ne kadar çok tesirli ve önemli olsa da bazen insan, nefis ve benliğini aşıp bu prensibe göre hareket edemeyebilir. Bu durumda anne-baba ya da muallim, en azından düşmanca duygulara kapılmamalı, Allah Resûlü’nün verdiği şu ölçüye mutlaka riayet etmelidir: “İnsanlar iyilik yaparsa biz de iyilik yaparız; zulmederlerse biz de zulmederiz, diyen zayıf karakterli kimseler gibi olmayınız! Bilakis insanlar size iyilik yaptıklarında iyilik yapmayı, kötülük yaptıklarında ise onlara zulmetmemeyi (daima adaleti gözetmeyi) bir ilke olarak benimseyin!”17
Dolayısıyla eğitim ve öğretimde ana ilke, iyiliğe, iyilikle karşılık verme; kötülüğe ise yine iyilikle savmadır. Ancak iyilik yapılamayacaksa en azından muhataplara asla haksızlık yapılmamalı adalet gözetilmelidir. Kur’ân bu hususta “haklılık sınırının” korunmasını emrederken bile aynı zamanda kötülüğü iyilikle savma adına da teşvikte bulunur: “Bir kötülüğün karşılığı ona denk bir cezadır; ama kim affeder ve kötülük yapanla arasını düzeltme yolunu tutarsa onun mükafatı Allah’a yaraşan tarzda olur. Şüphe yok ki O, zalimleri hiç sevmez.”18
Bir başka ayette ise sabretmenin misliyle karşılık vermeden daha faziletli olduğu açıkça ifade edilir: “Eğer size hakaret ve haksızlık edenlere ceza verecekseniz, size yapılan kötülüğe denk bir karşılık verin. İşte bu adaletin ta kendisidir. Ama eğer sabredip, affedip haklarınızdan vazgeçerseniz, bilin ki bu, sabredenler için netice itibarıyla daha hayırlı, daha faziletlidir.”19
Kötülüğü iyilikle savma ilkesini, hayır ve fazilet doğuracak şekilde yerinde ve zamanında, isabetli kullanmak sorumluların basiret ve ferasetinin yanında tecrübelerine de bağlıdır. Bu genel prensipler çerçevesinde anne-baba ya da muallimler/rehberler muhataplarının yaş, seviye ve karakter yapılarına göre kendileri bir yol haritası belirlemelidir. Bazen işlenen kötülüğün karşılığında müeyyide uygulamalarının daha isabetli ve faydalı olduğunu düşündüklerinde muhataplarının yaşına ve yapıp ettiklerine göre, adalete riayet ederek bir ceza da verebilirler. Ayrıca burada şunu da belirtmeli ki Kur’ân ve Sünnet’in affetme ve kötülüğe karşı iyilikle mukabelede bulunma gibi emir ve tavsiyeleri, şahsî hakların ihlal edilmesiyle ilgilidir. Bu ilke, kamuya karşı işlenen suçları/kötülükleri kapsamaz.
Not: İlkenin pratikte Allah Resûlü tarafından nasıl uygulandığının misalleri ayrıca ele alınacaktır.
Dipnot:
- Fussılet Sûresi, 41/34. Ayrıca bkz. Mü’minûn Sûresi, 23/96; Ra’d Sûresi, 13/22; Kasas Sûresi, 28/54
- Fussılet Sûresi, 41/34
- Câsiye Sûresi, 45/51
- Ğâfir Sûresi, 40/58
- İsra Sûresi, 17/84
- Kalem Sûresi, 68/4
- Tirmizi, Birr 69
- Rûm Sûresi, 30/60
- Furkân Sûresi, 25/63; Zuhruf Sûresi, 43/89
- Bkz. Nahl Sûresi, 16/90
- Bkz. Kurtubî, Tefsir, Fussılet Sûresi, 34. ayetin tefsirinde
- Bkz. Kurtubî, Tefsir, Fussılet Sûresi, 34. ayetin tefsirinde
- Fussılet Sûresi, 41/34
- Bkz. İbn-i Kesîr, Tefsîr, Fussılet Sûresi 24. ayetin tefsirinde
- Fussılet Sûresi, 41/35
- Fussılet Sûresi, 41/36; Mü’minûn Sûresi, 23/97, 98; A’raf Sûresi, 7/199, 200
- Tirmizî, Birr 63
- Şûra Sûresi, 42/40. Ayrıca bkz. Bakara Sûresi, 2/194
- Nahl Sûresi, 16/126