Kur’ân’da ve Efendimiz’in Beyanlarında Ramazan ve Oruç

1.000

Müminler için Cenâb-ı Hakk’a yakınlaşmanın, Cennet’e ve ebedî saadete ehil hale gelmenin en güzel ve bereketli vesileleri farz ve nafile ibadetlerdir. Ramazan orucu ve içerisindeki diğer ibadetler de bu manada müminin yüce Allah’la münasebetinde çok hayati bir öneme sahiptir. İnanmış sineler Ramazan orucunu, her türlü ibadet ve salih amelde olduğu gibi, Cenab-ı Hakk’a karşı bir vazife olarak, taabbudîlik mülahazasıyla yani herhangi bir hikmet ve maslahat gözetmeden, yalnızca Allah’ın emri olduğu ve neticede de o’nun rızasına kavuşturduğu için eda ederler.

Kur’an-ı Kerim’de on bir ayın sultanı Ramazan-ı Şerif ve bu ay tutulması farz olan oruç hakkında şöyle buyrulmuştur:

“O Ramazan ayı ki insanlığa bir rehber olan, onları doğru yola götüren ve hakkı batıldan ayıran en açık ve parlak delilleri ihtiva eden Kur’ân o ayda indirildi.”[1]

“Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak size de farz kılındı. Böylece umulur ki takva dairesine girer, fenalıklardan sakınırsınız.”[2]

“Oruç sayılı günlerdedir. Sizden her kim o günlerde hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar. Oruç tutamayanlara fidye gerekir. Fidye bir fakiri doyuracak miktardır. Her kim de, kendi hayrına olarak fidye miktarını artırırsa bu, kendisi hakkında elbette daha hayırlıdır. Bununla beraber, eğer işin gerçeğini bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.”[3]

“O sayılı günler, Ramazan ayıdır. O Ramazan ayı ki insanlığa bir rehber olan, onları doğru yola götüren Ve hakkı batıldan ayıran en açık ve parlak delilleri ihtiva eden Kur’ân o ayda indirildi. Artık sizden kim Ramazan ayının hilâlini görürse, o gün oruca başlasın. Hasta veya yolcu olan, tutamadığı günler sayısınca, başka günlerde oruç tutar. Allah sizin hakkınızda kolaylık ister, zorluk istemez. Oruç günlerini tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdiğinden ötürü Allah’ı tazim etmenizi ister. Şükredesiniz diye bu kolaylığı gösterir.”[4]

Ramazan ve Şeâir-i İslam

Ramazan ayı ve orucu Allah’ın şeâirindendir. Allah’ın şeâiri ise; Allah’a ibadete vesile olan, haklarında saygı göstermeye kulların dâvet edildiği Kur’ân, Kâbe, Peygamber, namaz, oruç, ezan ve mescitler gibi alamet ve eserlerdir. İşte mü’minlerin kutlu zaman dilimi üç aylardan olan Ramazan ayı ve oruca saygısı, onlar İslam’ın alametlerinden olduğu için bambaşkadır. Kur’an-ı Kerim’de de;

“Artık her kim Allah’ın şeâirine hürmet gösterir, onların hukukunu muhafaza ederse şüphe yok ki bu, kalplerin takvâsındandır.”[5]

buyrulmuştur. Efendiler Efendisi’nin beyanlarında da İslam’ın üzerine kurulduğu beş esastan şöyle bahsedilmektedir:

“İslâm dini beş esas üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve ramazan orucunu tutmak. “[6]

Ramazan ve Allah Teâla ile İrtibat

Ramazan ayı ve orucu ruh ve beden sağlığına, ferdi ve içtimaî hayata bakan yönleriyle pek çok hikmet ve faydalara sahip olsa da sırf Allahu teâla tutulmasını emrettiği için ve onun rızasını kazanma istikametinde yerine getirilmelidir. Nitekim hadis-i şerifte Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu hususu şöyle ifade eder:

“Kim, faziletine inanarak ve karşılığını yalnızca Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.”[7]

Mü’minler her amellerinde olduğu gibi Ramazan orucunu da yalnızca Allah’ın emri olduğu ve neticede de o’nun rızasına kavuşturduğu için eda ederler. Nitekim bir kudsî hadiste Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) Ramazan orucuyla ilgili olarak Cenab-ı Hakk’ın şöyle buyurduğunu bildirmektedir:

“Oruç dışında insanoğlunun her ameli kendisi içindir. Oruç ise benim içindir ve mükâfatını da ben vereceğim.”[8]

“Oruçlu yemesini içmesini ve şehvetini sırf benim için terk ediyor. Bu nedenle onun mükâfatını ben vereceğim. İyiliğin karşılığı ise on misliyledir.”[9]

Resul-i Ekrem Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) Ramazan ayı ve orucunun Allah’a yakınlaştırması ve fazileti hakkında ümmetine şöyle seslenmektedir:

“Oruçlu mü’minin ferahlayıp sevineceği iki an vardır: Birisi iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevabıyla Rabbine kavuştuğu andır.”[10]

“Muhammed’in (aleyhissalatü vesselam) canı kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.”[11]

Muhtelif ayet ve hadislerde geçtiği üzere Ramazan ayı, mü’minlerin ibadetlerinin bire on, bire yediyüz ve Allah dilerse sonsuz sevapla mükâfatlandırıldığı bir sürprizler ve lütuflar ayıdır.

Ramazan’ın kurbet vesilesi olmasında ihlasın hassasiyetle korunmasına vurguda bulunan Fethullah Gülen Hocaefendi şu noktalara dikkat çekmektedir:

“oruçta hulûs çok önemlidir. Kul, oruç tutarken hulûs içinde olmalı, yani onu Cenâb-ı Hakk’ın kendisine armağan etmiş olduğu bir hediye gibi telakki etmeli ve katiyen onun içine Rabbin rızasından başka bir şey karıştırmamalıdır. Dahası, sürekli “Orucumu tam tutamadım, onu hakkıyla eda edemedim, Ramazan’ın hakkını veremedim” mülahazası içinde bulunmalıdır.”[12]

Ramazan ve Hakiki oruç (Azaların orucu)

Bütün bir sene ve hatta ömür adına güzel bir örnek olan Ramazan’da mü’minlerden beklenen şey, başta kalb, ruh ve sâir latifeler olarak maddi-manevi bütün sistem ve organlarıyla oruç tutulmasıdır.

İnsan oruçla yeme-içmeden kendisini alıkoyduğu gibi, faydasız işlerden, kötü sözlerden ve çirkin düşüncelerden de kendisini uzak tutmalıdır. Bu şekilde ağzına ve batnına oruç tutturduğu gibi, –tabiri diğerle– yeme-içmeden kendisini kestiği gibi, her zaman mahzurlu olan şeylere karşı da tamamen kapanması, yararsız şeylere yanaşmaması.. böylece, bütün âzâ u cevârihine oruç tutturması ve havâss-ı zahire ve bâtınasına oruç lezzetini tattırması gerekir.

Eller harama uzanmaktan, ayaklar harama yürümekten, dil yalan, yalancı şahitlik, iftira, gıybet[13], köyü söz ve dedi-kodudan, kulaklar haramı dinlemekten, gözler harama bakmaktan, zihin haramı tahayyül etmekten ve bunun gibi bütün azalar haramlardan uzak tutularak orucun hakkı verilmeye çalışılmalıdır. Nasıl ki hakkıyla ifa edilen bir namaz insanı ahlâk dışı davranışlardan, meşrû olmayan işlerden uzak tutar, alıkoyar[14] aynı şekilde Allah Rasûlü ve sahabe-i kiramınki gibi hakiki bir oruçda böyledir ve böyle olmalıdır.

Bu konudaki örnek hadisler şöyledir:

“Oruç (sahibini koruyan) bir kalkandır.[15] Oruçlu, saygısızlık yapmasın, ahlâksızca konuşmasın. Eğer biri kendisiyle dövüşmeye veya sövüşmeye kalkışırsa, iki defa, ‘Ben oruçluyum, ben oruçluyum.’ desin.”[16]

“Oruçlu bir kimse yalan konuşmayı ve yalan-dolanla iş yapmayı terk etmezse, yeme-içmeyi bırakıp aç durmasına Allah’ın ihtiyacı ve o orucun da Allah nezdinde hiçbir kıymeti yoktur.”[17]

Yine başka bir hadis-i şerifte Efendiler Efendisi hakkı verilmeyen oruç ve gece ibadetinin faydasız olduğunu şöyle ifade eder:

“Nice oruçlu vardır ki oruçtan nasibi sadece (aç ve) susuz kalmaktır. Geceyi ibadetle geçiren nice kişi vardır ki kıyamdan nasibi uykusuz kalmaktır.”[18]

Ramazan-ı Şerif’ten beklenen neticeyi kazanmak ve “yazıklar olsun” itabına maruz kalmamak için yapılması gereken, insanın yeme-içmeden kendisini alıkoyduğu gibi aynı zamanda diğer bütün latife ve organlarını da haramlardan ve yakışıksız şeylerden uzak tutması, beden ve ruhunu Kur’an, sohbet-i Cânân, tefekkür ve ibadetle meşgul etmesidir. Böyle bir oruç, insanı tiryakisi olduğu zararlı alışkanlık ve adetlerden de Allah’ın izniyle muhafaza edecektir.

Ramazan ve Nefis Terbiyesi

Ramazan orucu insana sabır ve tahammülü öğretir, nefsinin acziyet ve fakriyetini hatırlatır. Oruç, nefsi disiplin altına alıp iradeyi kuvvetlendirir. Kalb, ruh ve diğer manevi latifeler oruç vesilesiyle tasaffi eder, arınıp kuvvet kazanır. Oruç boyunca açlığa, susuzluğa ve her türlü masiyete karşı sabreder. Bundan dolayı da Allah Resûlü, 

“Oruç, sabrın yarısıdır.”[19]

buyurur.

Ramazan ayı yeme, içme, uyuma gibi nefsin arzu ettiği şeylere karşı tavır belirleme, nefsanî isteklere karşı, kalb, ruh ve vicdan atmosferine sığınarak sürekli istikamet üzere hareket etmeyi öğretir.

İki Cihan Serveri Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) orucun kötülüklere karşı muhafazasını ve oruçlu kimseden beklenen tavrı ümmetine şöyle haber verir:

“Oruç günahlara karşı bir kalkandır. Sizden biriniz oruç tuttuğu zaman kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Şayet biri kendisine söver ya da sataşırsa: ‘Ben oruçluyum’ desin.”[20]

Bediüzzaman Hazretleri, orucun nefis terbiyesine yardımcı olmasıyla ilgili olarak Mektubât adlı eserinde şunları söyler:

“Ramazan-ı Şerifin orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum rububiyetini kırmak ve aczini göstermekle ubudiyetini bildirmek cihetindeki hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Nefis, Rabbini tanımak istemiyor; firavunâne kendi rububiyet istiyor. Ne kadar azaplar çektirilse, o damar onda kalır. Fakat açlıkla o damarı kırılır. İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir, abd olduğunu bildirir.

Hadis rivayetlerinde vardır ki: Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: “Ben neyim, sen nesin?” Nefis demiş: “Ben benim, Sen Sen’sin.” Azap vermiş, Cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: “Ene ene, ente ente.” Hangi nevi azâbı vermiş, enâniyetten vazgeçmemiş. Sonra açlıkla azap vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş: “Men ene? Ve mâ ente?” Nefis demiş: “Ente Rabbiye’r-Rahîm., Ve ene abdüke’l-âciz.” Yani, “Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben ise Sen’in âciz bir kulunum.”[21]

Ramazan ve Şükür

Oruç, nimetlerin kadrini bilmeye ve onlara şükretmeye sevkeder. Gündüz yemeklere el uzatamayan oruçlu kimse, bu nimetlerin hakiki sahibi olmadığını ve onları kendisine nasip edenin Allah Teâlâ olduğunu yakinen anlar ve bu sayede bir şükr-ü mânevî de bulunmuş olur. Böylece oruçlu kimseye şükür kapıları açılır.

“Siz şükredip iman ettikten sonra Allah ne diye sizi cezalandırsın ki? Gerçekten Allah şükredenlerin mükâfatlarını bol bol verir ve her şeyi hakkıyla bilir.” (Nisa Sûresi, 4/147)

Ramazan; Aff, Rahmet ve Mağfiret Ayı

Ramazan mağfiret ve rahmet ayıdır. “Ramazan’ın başı rahmet, ortası mağfiret ve sonu da cehennemden kurtuluştur.”[22] Allah rızası için oruç tutan bahtiyar Müslümanlara Allah Teâlâ ekstra lütuflarda bulunur. Buna işaret eden bazı hadis-i şeriflerde Allah Rasûlü (sallallâhü aleyhi vesellem) Efendimiz şöyle buyururlar:

“Ramazan ayı girdiğinde cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar zincirlere vurulur.”[23]

“Allah, rızası uğrunda bir gün oruç tutan bir kulunu cehennemden yetmiş mevsimlik mesafe uzaklaştırır.”[24] Başka bir rivayette, “Allah onunla ateş arasına, genişliği sema ile arz arasını tutan bir hendek koyar.”[25]

“Oruç tutan kimse, büyük günahlardan sakınırsa, iki Ramazan arasında yaptığı günahları affedilir.”[26]

“Beş vakit namaz, bir cuma namazı diğer cuma namazına, bir Ramazan diğer Ramazana hep kefarettirler. Büyük günah irtikab edilmedikçe aralarındaki günahları affettirirler.”[27]

Bu ay öylesine bereketli ve ilahi lütuflara açıktır ki günahlardan kaçınma ve hayırlara yönelme adına harekete geçen ve bu yolda irade cehdi sergileye herkes affolunur. Nitekim bu konudaki çarpıcı bir hadiste bildirildiğine göre Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır:

“Cebrâil aleyhisselam geldi ve ‘Ramazana yetişmiş, Ramazanı idrak etmiş olduğu halde Allah’ın mağfiretini kazanamamış, afv ü mağfiret bulamamış kimseye de yazıklar olsun, rahmetten uzak olsun o! burnu yere sürtülsün, yazıklar olsun’ dedi, ben de ‘amin’ dedim.” [28]

Bu aya erişip de kendini affettirme gayretine girmeme büyük bir kayıptır. Ramazanı şerif’de zahiren bir kısım külfet ve zorluk bulunsa da İlahî hikmet ve gaye kulun affa, mağfirete mazhar olması, bağışlanmasıdır. Ne var ki kul, oradaki o vazifeyi, o sorumluluğu yerine getirmediği için öyle bir nimetten tam istifade edemiyor. Fırsatlar gelmişken kapısının önüne kadar, o fırsatları değerlendirememiş, dolayısıyla “burnu yere sürtülsün, yazıklar olsun” itabını hak ediyor.

Ramazan ve Kur’ân

Ramazan-ı Şerif’i değerler üstü kıymete ulaştıran nokta onda Allah kelamı Kur’an’ın indirilmiş olmasıdır. Ramazan, Kur’an ayıdır. Efendimiz (sallallâhü aleyhi vesellem) en çok bu ayda Kuran okumuştur. Öyleyse ümmeti olarak bize düşen de Efendimiz (sallallâhü aleyhi vesellem)’in Kur’an okuyuşu gibi Kur’an- Kerim’i anlamını düşünerek, tefekkürle okumaktır. Allah dostları Kur’an’la iştigal ederken, bizzat Efendimiz (aleyhissalati vesselâm)’dan alıyormuş ve hatta ayetler bize o an yeni nazil oluyormuş gibi dikkat ve saygıyla okumaya ve dinlemeye çalışmamızı tavsiye etmişlerdir.

Hadislerde nakledildiğine göre Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Hazreti Cibrîl (aleyhisselam) Ramazan’da Kur’an-ı Kerim’i karşılıklı olarak mukabele suretinde okurlardı.

İbn-i Abbâs (radıyallâhu anh), Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ramazan ayında Kur’an ile ilişkisini bizlere şöyle anlatmaktadır:

“Allah Resûlü insanların en cömerdi idi. En cömert olduğu zaman ise Ramazan idi. (Bu ay) Cibril’in (aleyhisselâm) kendisiyle çokça buluştuğu zaman idi. Cibril Ramazan’ın her gecesinde Peygamber’le buluşur ve onunla Kur’an’ı karşılıklı okurlardı.…”[29]

Önce Allah Resûlü, Cibril’e okurdu, buna “arz” denirdi. Sonra aynı âyetleri bu defa Cibril okurdu ki buna “mukabele” denirdi.[30] İşte Kur’an’ın Ramazan’da inmesi, özellikle bu ayda Kur’an okumanın kat kat mükâfatlandırılacağının müjdelenmesi ve Cibril-i Emin’in Allah Resûlü ile yapageldiği Ramazan mukabeleleri sebebiyle mü’minler Ramazan boyunca camilerde ve evlerde “mukabele” okumayı ve hatimler yapmayı güzel bir adet haline getirmişlerdir. Selef-i salihîn efendilerimiz, Kur’an’ı her ay bir defa hatmetmeyi ona karşı vefanın alt sınırı kabul etmiştir.

Ramazan ve Dua-Zikir Dinamiği

Kur’an-ı Kerim’de Ramazan ayı ve orucunun anlatıldığı yerde dikkatimizi çeken husulardan birisi de Ramazan’la ilgili ayetlerin nihayetinde duanın anlatılmasıdır. Burada Allah Teâlâ mü’minlere Ramazan ve orucu bildirdikten sonra şöyle seslenir:

Kullarım Ben’i senden soracak olurlarsa, bilsinler ki Ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da dâvetime icabet ve Bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyerek selâmete ersinler.”[31]

Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ramazan-ı Şerif’te diğer zamanlardan daha fazla dua ve zikirde bulunmuş ve müminlere de bu yönde teşvik etmiştir. 

“Ramazan’da dört hususa dikkat edin ve bunları çoğaltın. (dört hasleti çokça yapın-artırın). İki hasletten Allah razı olur. İki haslete de sizlerin ihtiyacınız çoktur, onlara müstağni kalamazsınız. Allah’ın razı olduğu iki hasletten biri; kelime-i şehadet diğeri ise; Allah’a istiğfarda bulunmaktır. Sizlerin müstağni olamayacağınız iki hasletten biri, Cennet’i istemek, diğeri ise; Cehennem’den Allah’a sığınmaktır.”[32]

Bu durum da bize düşen işin “Ramazan’ı şerifte bol- bol kelime-i tevhid ve kelime-i şehadet getirmek, istiğfarda bulunmak, Cenneti istemek ve Cehennemden Allah’a sığınmak” olduğunu gösteriyor.

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), oruçlunun duasının reddedilmeyeceğini şöyle beyan eder:

“Üç kimsenin duası reddedilmez: İftar edinceye kadar oruçlunun, âdil devlet başkanının ve mazlumun duası. Allah, mazlumun duasını bulutların üzerine kaldırır ve o dua için sema kapılarını açar ve ‘İzzetime yemin ederim ki belli bir süre sonra da olsa mutlaka sana yardım edeceğim’ buyurur.” (Tirmizî, Deavât 129)

Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ramazan’da her vaktini dolu dolu geçirmiş özellikle iftar vaktinde, sahur ve seher vakitlerinde dualar etmiş ve bizlere de o vakitlerde yapılacak duaların önemiyle ilgili olarak da şöyle buyurmuştur:

“Oruçlunun orucunu açarken yapacağı dua reddedilmez.” (İbn-i Mâce, Siyâm 48)

Hadiste, Allah rızası için yerine getirilen bir ibadetin sonrasında kulun yaptığı duanın kabul edileceği müjdelenmekte ve dolayısıyla oruç açarken dua edilmesi teşvik edilmektedir. Bu hadis-i şerifin devamında bir rivayette Allah Resûlü’nün bir rivayette de ashabtan Abdullah ibn-i Amr’ın (radıyallâhu anh), iftar vaktinde şöyle dua ettiği rivayet edilir:

“Allah’ım! Ben Senden her şeyi kuşatan rahmetinle günahlarımı bağışlamanı diliyorum.” (İbn Mâce, Siyâm, 48)

Sahur ve seher vaktinin önemine gelince bu konu da da Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:

“Her gece, Rabbimiz gecenin son üçte biri girince, dünya semasına iner ve: ‛Kim bana dua ediyorsa ona icabet edeyim. Kim benden bir şey istemişse onu vereyim, kim bana istiğfarda bulunursa ona mağfirette bulunayım.’ der.” Müslim’deki rivayetlerden biri de şöyledir: “Allahu Teâlâ gecenin ilk üçte biri geçinceye kadar mühlet verir. Ondan sonra yakın semâya inerek şöyle der: ‛Melik benim, Melik benim. Kim bana dua edecek?’[33]

Bu sebeple sahur vakitleri çok iyi değerlendirilmelidir.

“Ramazan ayında sema kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, her bir âsi (mârid: Azgın, inatçı) şeytan zincire vurulur ve bir münadi her gece şöyle nida eder: ‛Ey hayır arayan[34] gel! Ey şer arayan, kendini şerden tut!’”[35]

Ramazan ve Teravih İklimi

Rasûl-ü Ekrem Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm), kesin bir emirde bulunmaksızın Ramazan gecelerini ihyaya teşvik etmiş ve bu maksadla şöyle buyurmuşlardır:

“Kim inanarak ve sevabını Allah’tan umarak Ramazan namazını (teravihi) ikâme ederse (gecesini ihya ederse) onun geçmiş günahları bağışlanır.”[36]

Teravih namazını Hazreti Âişe validemiz şöyle anlatmaktadır: “Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir gece yarısı evinden çıkıp mescitte namaz kıldı. Bu durumu gören bazı insanlar da O’na uyarak beraberinde namaz kıldı­lar. Sabah olunca insanlar birbirlerine geceleyin Peygamber Efendimiz’in mescitte namaz kıldığını anlattılar. Bu haber yayılınca ertesi gece daha çok insan toplandı ve Peygamber Efendimizle birlikte namaz kıldılar. Sabah olunca insanlar bunu yine aralarında konuşup yaydılar. Üçüncü gece mescitte halk iyice çoğaldı. Allah Resûlü yine çıkıp na­maz kıldı, insanlar da onun namazına uyup namaz kıldılar. Dör­düncü gece mescit, toplanan insanları zor aldı. Fakat Allah Resûlü o gece ancak sabah namazını kıldır­mak için çıktı. Sabah namazını kıldırınca cemaate yö­nelerek şehadet kelimelerini söyledikten sonra, o gece namaza çıkmama gerekçesini şöyle açıkladı: ‘Sizin mescitte toplanmanızdan habersiz değildim. Fakat bu namazın üzerinize farz kılınmasından ve onu yerine getirmeye gücünüzün yetmemesinden korktum (ve bu yüzden yanınıza gelmedim).’ ”[37] “Siz bu namazı evlerinizde kılınız. Çünkü kişinin farz namazın dışında kıldığı namazların en hayırlısı, evinde kıldığı namazdır.”[38] O günden sonra Sahâbîler, hem Peygamber Efendimiz zamanında, hem Hazreti Ebû Bekir’in hilafeti devrinde, hem de Hazreti Ömer’in hilâfetinin ilk yıllarında teravih namazını evlerinde kıldılar.[39] Teravih namazlarının camide cemaatle kılınması âdeti, Hazreti Ömer zamanında başladı.[40]

Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ramazan gecelerinde kıldırdığı teravih namazını anlatan sahâbîlerden biri olan Ebû Zer (radıyallâhu anh) ise şunları nakleder: “Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile beraber oruç tuttuk. Ramazan ayının son haftasına kadar bize farz namazdan başka herhangi bir namaz kıldırmadı. Ramazan’ın son on günü olunca Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) mescitte i’tikâfa girdi. Yirmi ikinci gün ikindi namazını kıldırdıktan sonra, ‘İnşallah bu gece kalkıp namaz kılacağız. Sizden arzu eden kalkıp bu namazı kılsın.’ dedi. Ramazan’ın bitmesine bir hafta kala (yirmi üçüncü) gecenin üçte biri geçinceye kadar namaz kıldırdı. Yirmi dördüncü gece namaz kıldırmadı. Yirmi beşinci gecenin yarısına kadar bize namaz kıldırdı. Biz dedik ki: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Bu gecenin geri kalan kısmında da bize nafile namaz kıldırsanız?’ Bunun üzerine şöyle buyurdu: ‘İmam namazı bitirinceye kadar onunla namaz kılan kimseye, geceyi ibadet etmiş gibi sevap yazılır.’ Sonra Ramazan ayının son üç günü kalıncaya kadar bize namaz kıldırmadı. Yirmi yedinci gece yine namaz kıldırdı, çocuklarını ve eşlerini de çağırdı ve “Felâh”ı geçirme korkusuna düşünceye kadar bize namaz kıldırdı.” Ebû Zerr’e “Felâh nedir?” diye sorulduğunda “Sahur” demiştir.[41]

Herkesin teravih namazını kendi evinde kılmasını tavsiye eden Allah Resûlü, Ramazan’da insanlardan bir kısmının mescidin bir kenarında cemaatle namaz kıldığını görünce, ne yaptıklarını sordu. Cevaben, Kur’an’dan fazla ezberi olmayan kimselerin Übey İbn-i Kâ’b’ın arkasında toplanıp birlikte namaz kıldıkları söylenince Peygamber Efendimiz, “Doğru hareket ediyorlar. Yaptıkları ne güzel!” buyurarak [42] Übey İbn-i Kâ’b’ın gayretini tasvip etmiş ve bu namazın cemaatle kılınmasını takdir etmiştir.

Teravih namazı Hanefî, Şafiî, Hanbelî mezheplerine göre yirmi rekâttır. Malikî mezhebinde ise yirmi ve otuz altı rekât olduğu şeklinde iki görüş vardır. Gücü ve kuvveti yerinde olan mü’minler teravih namazını mutlaka yirmi rekat olarak ikâme etmeye çalışmalıdırlar.

İslam alimleri, teravih namazını Kur’an-ı Kerîm’i en az bir kere hatmederek kılmanın sünnet, birden fazla hatimle ikâme etmenin ise bir fazilet olduğunu belirtmişlerdir. Teravih namazı kılınırken, ayetlerin tertil üzere okunması ve namazda tadil-i erkana riayet edilmesi çok önemlidir.

Ramazan’ın Son On Günü ve Kadir Gecesi

Ramazan’ın bütün geceleri değerli olmakla birlikte son on günün yeri ayrıdır. Hazret-i Âişe annemizin bildirdiğine göre Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâya)) Ramazan ayında, diğer aylarda görülmeyen bir gayrete girerdi. Ramazan’ın son on gününe isebu gayreti daha da artardı:

“Ramazan ayının son on gününde Rasülullah (sallallahu aleyhi ve selem) geceleri ihyâ eder, ev halkını uyandırır, kendisini tamamen ibadete adardı.”[43]

Ramazanı mübarek kılan en önemli unsurlardan biri de Kur’an’ın ifadesiyle “bin aydan daha hayırlı” olan Kadir Gecesi‘ni içinde bulundurmasıdır. Bu geceye çok önem veren Rahmet Peygamberi, Ramazan ayı içinde gizlenmiş olan Kadir Gecesi’ni bir rivayette “Ramazan’ın tamanında”[44] başka bir rivayette “Ramazan’ın son on günü içinde”, “son yedi gün içinde”[45] bir başka rivayette “son onun tekli gecelerinde”[46] bir rivayette de “Ramazan’ın yirmi yedinci gecesinde” [47] arayın! buyurmuştur.[48]

“Bir adam Resûl-i Ekrem’e gelerek yaşlı ve hasta olduğunu, geceleyin namaz kılamadığını, fakat Kadir Gecesinde ibadet etmeyi arzu ettiğini belirterek o geceyi kendisine söylemesini istedi; Peygamber Efendimiz de ona, Ramazan’ın yirmi yedinci gecesinde ibadet etmesini tavsiye etti.”[49]

Evet, bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesine nâil olmaya çalışmak, bütün inananların hedefidir.

“Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.” (Kadr Suresi, 97/3)

“Faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Kadir gecesini değerlendiren kişinin geçmiş günahları bağışlanır.”[50]

Allah dostları da bütün bir Ramazan’ı hatta bütün bir senenin gecelerini Kadir gecesi olabilir diye değerlendirenlerin bu geceye erişeceğini söylemişlerdir.

Hazret-i Âişe annemiz, Allah Rasûlü Efendimiz’e “Yâ Rasûlallah! Kadir gecesini idrak edersem nasıl dua edeyim” diye sormuş, Efendimiz de (aleyhissalati vesselam) şu cevabı vermişlerdir:

“Allah’ım! Sen çokça affedicisin, affı seversin, beni de affet.”[51]

Biz bu Kadir Gecesi Duası ve benzeri duaları, bütün ümmet-i Muhammed’in ve insanlığın hayır ve hidayetini niyet ederek yapmalıyız.

Ramazan ve Reyyân Kapısı

Hadis-i şeriflerde, Cennet’in sekiz kapısından bahsedilmekte ve mü’minlerin farklı farklı kapılardan Cennet’e girecekleri belirtilmektedir.

“Cennette reyyân denilen bir kapı vardır ki, kıyamet günü oradan ancak oruçlular girecek, onlardan başka kimse giremeyecektir. Mahşer yerinde bir ara “Oruç tutanlar nerede?” diye seslenilecek. Oruç tutanlar yerlerinden doğrulacak. Onlar Cennete girince bu kapı kapanacak; artık oradan kimse girmeyecek. Reyyân kapısından girenler bir daha susuzluk çekmeyecek.”[52]

Ramazan ve Hayır Faaliyetleri : İnfak ve Sadaka-i fıtır

Sosyal hayat adına da Ramazan’ın yeri bambaşkadır. Ramazan vesilesiyle dargınlık ve kırgınlıklara son verilir. Mü’minler birbirlerini ve özellikle de fakirler ve talebeleri iftar ve sahur sofralarına davet ederler.

Mü’minler de çoğunlukla zekatlarını bu ayda verir, Allah yolundaki infak ve sadakalarında Allah Rasûlü’nü örnek alırlar.

“Rasüllullah (sallallahu aleyhi ve sellem) insanların en cömerdi idi. Onun en cömert olduğu anlar da Ramazan’da Hazret-i Cibrîl’in, onunla buluştuğu zamanlardı. Cibrîl (aleyhisselâm), Ramazan’ın her gecesinde Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ile buluşur, karşılıklı Kur’an okurlardı. Bundan dolayı Rasülullah (aleyhissalatü vesselam) Hazret-i Cibrîl ile buluştuğunda, hayır getiren bereketli rüzgârdan daha cömert davranırdı.”[53]

Allah Resûlü’ne “Hangi sadaka efdaldir?” diye sorulmuş O da “Ramazan ayında verilen!”[54] cevabını vererek Ramazan ayındaki sadakanın ehemmiyetini ortaya koymuş ve müminleri bu konuda teşvik etmiştir.

Ramazanda gönülleri açılan müminler, Efendimiz’in Ramazan’daki cömertliğini kendilerine örnek alır, hayır ve hasenât adına bütün fırsatları değerlendirirler, zekât, infak, sadaka ve fıtır sadakası adı altında sürekli ihsanlarda bulunurlar. Bütün bunlar, Ramazan’ın ayrı bir bereketidir.

Ramazandaki ikram veya cömertlik tamamen kişilerin inisiyatifine de bırakılmamış, Ramazana mahsus ibadetlerden biri olan “fıtır sadakası”yla adeta bir alt sınır çizilmiştir. Daha fazlasını yapamayanlar hiç olmazsa bundan geri kalmamalıdır. “Fıtır sadakası”; Allah’ın insana yaşama, Ramazan ayını idrak etme, onun bereketinden istifade etme imkânını vermesine karşılık bir şükran sadakadır. O, Allah’ın bizleri kâinatta en yüce varlık (insan) olarak yaratmasına karşılık teşekkürün ifadesidir. Fıtır sadakasına “baş zekâtı” veya “beden zekâtı” da denmektedir. Bu isimlendirmeler onun şahsa bağlı, şahıs başına konmuş bir malî yükümlülük olması özelliğine dayanmaktadır. Fıtır sadakası, Ramazan orucunun farz olduğu hicrî 2. yılın Şâban Ayı‘nda, zekâttan önce farz kılınmıştır. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) fıtır sadakasını 1 sâ’ (ölçek) hurma ve 1 sâ’ arpa olmak üzere köle, erkek, kadın, küçük ve büyüklere farz kılmış ve insanlar bayram namazına çıkmadan önce verilmesini emretmiştir.[55]

Ramazan ve Oruçluya İftar Ettirmenin Fazileti

Ramazan’ın hayır vesilesi olmasının ayrı bir ünvanı da iftar davetleridir. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve selem) ve sahabe-i kiramın sofraları misafirsiz kalmamıştır. Hatta misafirsiz yemek yemeyen hanelerin sayısı hiç de az değildir.

“Kim bir oruçluyu iftar ettirirse, oruçlu kadar sevap kazanır. Oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmez.”[56]

Allah Resûlü, misafiri olduğu ev sahibine kendisi dua ettiği gibi ashâbına da dua etmelerini tavsiye etmiştir. Bir hadiste bildirildiğine göre de Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve selem), bir gün Hazreti Sa’d İbn-i Ubâde’nin yanına geldi. Hazreti Sa’d derhal bir parça ekmek ve zeytin çıkarıp Rasülullah’a ikram etti. Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ) bunları yedikten sonra ona şöyle dua etti:

“Evinizde hep oruçlular iftar etsin, yemeğinizi iyiler yesin, melekler de duacınız olsun.”[57]

Ramazanda Sahur ve İftar vakitleri

Ramazan ayı diğer aylardan her yönüyle faziletli ve kıymetli olmakla beraber kendi içerisinde de özel zamanlar barındırmaktadır. Bu zamanlardan biri sahur diğeri de iftar vaktidir. Ramazan orucunu sahur yaparak tutmak sünnettir. Sahur bereket ve sevinç kaynağıdır. Bu bereket ve sevince bütün aile fertleri mutlaka iştirak ettirilmeli, oruç tutamayacak kadar küçük olsalar bile çocuklar dahi iftar ve sahurun manevi havasını teneffüs etmelidir.

“Sahur yapınız, zira sahurda bolluk-bereket vardır.”[58]

“Bizim orucumuz ile Ehl-i kitabın orucu arasındaki en önemli fark sahur yemeğidir.”[59]

Aynı şekilde Efendiler Efendisi iftar vaktine de önem vermiş ve onda acele etmiştir. Yani iftar vakti girdiği anda orucunu açmış ve şöyle buyurmuştur:

“Müslümanlar, oruç açmakta acele ettikleri sürece hayır içinde yaşarlar.”[60]

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) akşam namazını kılmadan önce orucunu birkaç yaş hurmayla; yaş hurma bulamadığı zaman kuru hurmayla; o da yoksa birkaç yudum suyla açmıştır.[61] Resûlü Ekrem Efendimiz’in kış günlerinde hurma ile, yaz günlerinde ise su ile orucunu açtığına dair rivayetler de vardır.[62]

İftar ve sahur yemeklerinde dua etmek de Peygamber Efendimiz’in sünnetlerindendir. Allah Resûlü sadece Ramazan ayında değil diğer zamanlarda da sofrada dualar etmiştir. Peygamber Efendimiz, yemek yediği zaman, “Bizi doyuran, bize suyumuzu veren ve bizi Müslüman yapan Allah’a hamdolsun.”[63] “En güzel ve mübarek övgülerle Allah’a çokça hamdederiz. Biz her daim senin nimetine muhtacız Rabbimiz.”[64] diyerek Allah’a olan şükrünü ifade etmiştir.

Peygamber Efendimiz orucunu açtığı zaman, “Susuzluk gitti, damarlar suya kavuştu. İnşallah orucun ecri de hasıl olmuştur.”[65] şeklinde veya “Ey Allah’ım! Senin rızan için oruç tuttum. Senin rızkınla orucumu açtım.”[66] buyurarak orucunu açmıştır. Yemek yedikten sonra da yemek sahibine, “Oruçlular yanınızda iftar etsin, iyiler yemeğinizden yesin, melekler size selâm etsin.”[67] diye dua etmiştir. Peygamber Efendimiz ayrıca adaletli yönetici, iftar etmek üzere olan oruçlu ve mazlum kişinin duasının geri çevrilmeyeceğini[68] söyleyerek iftarda dua etmeye teşvik etmiştir.

Ramazan ve Umre

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ramazanda umre yapamamış ama yapmaya şöyle teşvik etmiştir:

“Ramazan ayında yapılan umre, tam bir hac sayılır, yahut da benimle birlikte yapılmış bir haccın yerini tutar. “[69]

Ramazan ve İ’tikâf

Kendini Allah’a ibadete adamanın ünvanı olan İ’tikâf, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve selem)’in ömrünün sonuna değin devam ettiği bir sünnetidir. Hadiste şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) ramazanın son on gününde itikâfa çekilirdi.”[70]

Hazreti Âişe validemiz (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) vefat edinceye kadar ramazanın son on gününde itikâfa girmiştir. Vefatından sonra eşleri itikâfa girmeye devam ettiler.”[71]

“Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) her ramazan on gün itikâfa girerdi. Vefat ettiği senenin ramazanında yirmi gün itikâfa girdi.”[72]

Dengi Olmayan İbadet: Oruç

Allah uğrunda yapılan her işin mutlaka bir sevabı vardır ve onun karşılıksız kalması düşünülemez. Ama oruca gelince, onun sevap yönüyle âdetâ dengi yoktur. Ebû Umâme (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Rasûlullah’a(sallallâhu aleyhi ve sellem), yapmam gerekli bir amel söylemesini istedim. O da: “Oruç tut. Zira onun dengi yoktur.” Ben yine tekrar ederek aynı şeyi sordum: O, “Oruç tut. Zira onun dengi yoktur.” Ben üçüncü kez yine sordum. O, aynen “Oruç tut. Zira onun dengi yoktur” buyurdular.[73]

Oruç Cesetin Zekâtıdır

Oruç, insan bedeninin maddi manevi kirlerden temizlemesine bir vesiledir. Orucun bu yönünü Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle beyan eder: “Her şeyin bir zekâtı (temizlenme vasıtası) vardır, cesedin zekâtı da oruçtur.” [74]

Oruç Şefaat Edecektir

Oruç kıyamet günü oruçlu için şefaat edecek ve Cenab-ı Hakk’a niyazda bulunarak: “Ya Rabbi! Ben onu gündüzleri yiyip içmekten ve zevklerinden alıkoydum. Bunun için onun hakkındaki şefaatimi kabul buyur” diyecektir.[75]


Dipnotlar:

[1] Bakara sûresi, 2/185.
[2] Bakara sûresi, 2/183.
[3] Bakara sûresi, 2/184.
[4] Bakara sûresi, 2/185.
[5] Hac sûresi, 22/32.
[6] Buhârî, Îmân 1, 2; Tefsîru sûre (2), 30; Müslim, Îmân 19–22. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 3; Nesâî, îmân 13.
[7] Buhârî, Îmân, 28, Savm, 6; Müslim, Sıyâm, 203.
[8] Buhârî, Savm, 9; Müslim, Sıyâm, 163.
[9] Buhârî, Savm 2.
[10] Buhârî, Savm, 9; Müslim, Sıyâm, 163.
[11] Buhârî, Savm, 9; Müslim, Sıyâm, 163.
[12] Kırık Testi, Ümit Burcu
[13] Gıybet, genel olarak günah olsa da oruçluyken gıybet etmek daha kötüdür. Zira gıybet, orucun bereket ve sevabını siler. Pek çok âlim gıybetin orucu bozmayacağını kabul etse de İbn Hazm gibi bazı âlimler oruçlunun gıybet etmesi hâlinde orucunun bozulacağını bile söylemişlerdir. (İbn Hazm, Muhallâ, 6/243)
[14] Ankebût sûresi, 29/45.
[15] Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu hadisde orucu kalkana benzetmektedir. Kalkan, nasıl ki savaşta askerleri düşmanın ok ve kılıç darbelerine karşı koruyorsa oruç da sahibini dünyada nefsinden, şehevî arzularından, şeytanın vesveselerinden âhirette ise cehenneme azabından koruyacaktır.
[16] Buhârî, Savm, 2.
[17] Buhârî, Savm, 8, Ebû Dâvûd, Savm, 25.
[18] İbn Mâce, Sıyâm, 21.
[19] İbn Mâce, Sıyâm, 44.
[20] Buhârî, Savm, 9; Müslim, Sıyâm, 163.
[21] Mektubat, 29. Mektup.
[22] İbn Huzeyme, es-Sahîh, savm, 2 (1785); el-Beyhakî, Şuabü’l-îmân (3329); el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-terhîb, 2/94-95.
[23] Buhârî, Savm 5; Müslim, Sıyâm, 1-5.
[24] Buhârî, Cihâd, 36; Müslim, Sıyâm,167-168.
[25] Tirmizî, Cihâd 3.
[26] Müslim, Tahâret 16; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, 2/229.
[27] Müslim, Tahâret 14, Tirmizî, Salât 160.
[28] “Peygamber Efendimiz hutbe için minbere doğru Merdivenlerden yukarı çıkarken birinci basamakta ‘âmin!’ dedi. İkinci basamakta yine ‘âmin!’ dedi. Üçüncü basamakta bir kere daha ‘âmin!’ dedi. Hutbeden sonra, sahabe efendilerimiz, “Bu sefer senden daha önce duymadığımız bir şeyi duyduk yâ Resûlallah! Eskiden böyle yapmıyordunuz, şimdi minbere çıkarken üç defa ‘âmin’ dediniz. Bunun hikmeti nedir?” diye sordular. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdular: “Cebrail aleyhisselam geldi ve ‘Anne-babasının ihtiyarlığında onların yanında olmuş ama anne-baba hakkını gözetmemiş, onlara iyi bakarak mağfireti yakalama gibi bir fırsatı değerlendirememiş kimseye yazıklar olsun, burnu yere sürtülsün onun!’ dedi, ben de ‘âmin!’ dedim. Cebrail, ‘Yâ Resûlallah, bir yerde adın anıldığı halde, Sana salât ü selâm getirmeyen de rahmetten uzak olsun, burnu yere sürtülsün!’ dedi, ben de ‘âmin!’ dedim. Ve son basamakta Cebrail, ‘Ramazan’a yetişmiş, Ramazan’ı idrak etmiş olduğu halde Allah’ın mağfiretini kazanamamış, afv ü mağfiret bulamamış kimseye de yazıklar olsun, rahmetten uzak olsun o!’ dedi, ben de ‘âmin!’ dedim.”” Tirmizî, Daavât 110.
[29] Buhârî, Bed’ü’l-vahy 1.
[30] Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, 7/316.
[31] Bakara sûresi, 2/185.
[32] Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, 3/306.
[33] Buhârî, Tevhid 35, Teheccüd 14, Daavât 13, Müslim, Salâtu’l-Müsâfirin 166. Ayrıca bkz.: İbrahim Canan, Hadislerle İslam Ansiklopedisi, 6/521.
[34] “Ey Hayır Arayan Gel!…” cümlesinin mânâsı: “Ey hayır arayan, hayırlı işi yapmaya koş, işte sana hayır yapacak an. Zira bu vakitte az bir amel sebebiyle sana çok mükâfat verilecektir. Ey bâtıl arayan kişi, sen de bu işten vazgeç, kendini tut, zira şu anlar tevbe zamanıdır.
[35] İbrahim Canan, a.g.e., 9/427-428.
[36] Müslim, Müsâfirîn 173, 174; Ebû Dâvûd, Ramazan 1; Tirmizî, Savm 82.
[37] Buhârî, Salâtü’t-terâvîh, 1.
[38] Buhârî, İ’tisâm, 3; Ebû Dâvûd, Tefrîu ebvâbi’l-vitr, 11
[39] Buhârî, Salâtü’t-terâvîh, 1; Müslim, Müsafirîn 174; Ebû Dâvûd, Salât 318; Tirmizi, Savm 83; Nesâî, Sıyâm 39.
[40] Abdürrezzâk, Musannef, 4/262.
[41] Tirmizî, Savm, 81; ayrıca bkz.: Nesâî, Kıyâmü’l-leyl ve tatavvuu’n-nehâr 4.
[42] Ebû Dâvûd, Şehru Ramazân, 1.
[43] Buhârî, Leyletül-Kadr 5; Müslim, İtikaf 7.
[44] Ebû Dâvûd, Salât, 824.
[45] Sahabe efendilerimizden bazılarına rüyalarında, Kadir gecesinin Ramazanın son yedisinde olduğu gösterildi. Rüyalarını Allah Resûlü’ne anlatınca, Efendimiz: “Görüyorum ki, rüyanız son yediye tetabuk etmektedir. Öyleyse, Kadir gecesini aramak isteyen son yedide arasın” buyurdu.” Buhâri, Teheccüd 21, Leyletü’l-Kadr 2; Müslim, Sıyâm 205; Muvatta, İ’tikaf 14.
[46] Buhâri, leyletiü’I-Kadr 3.
[47] Buhâri, Fazlü leyleti’1-kadr 2, Ta’bîr 8; Müslim, Sıyâm 205, 206; Mâlik, Muvatta’, İ’tikâf 11.
[48] Muvatta’, İ’tikâf, 6.
[49] Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, 1/240; Heysemî, Mecma’u’z-zevâid, 3/176. 
[50] Buhârî, Îmân 25, 27, 28, 35, Savm 6, Terâvih 1, Leyletü’l–kadr 1; Müslim, Müsâfirîn 173–176. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ramazan 1; Tirmizî, Savm 1; Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 3, Savm 39–40; İbni Mâce, İkâmet 173, Sıyâm 2, 39.
[51]Tirmizi, Daavât 84; İbni Mâce, Duâ 5; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 171, 182, 183; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), I, 712.
[52] Buhârî, Savm 4, Bed’ü’1-halk 9, Fezâilü ashâbi’n-nebî 5; Müslim, Sıyâm 166, Zekât 85, 86; Tirmizi, Savm 55.
[53]Buhârî, Savm, 7; Müslim, Fezâil, 48, 50.
[54] Tirmizi, Zekat 28.
[55] Hanefilerde ilgili hadislerin rivayet yolları dikkate alınarak ulaşılan sonuca göre fıtır sadakası farz değil vaciptir. Bkz.: Buhârî, Zekât 76; Müslim, Zekât 12.
[56] Tirmizî, Savm, 82. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd, 44; İbni Mâce, Sıyâm, 45.
[57] Ebû Dâvûd, Et’ime, 54. Ayrıca bk. İbni Mâce, Sıyâm, 45.
[58] Buhârî, Savm, 20; Müslim, Sıyâm, 45
[59] Müslim, Sıyâm, 46
[60] Buhâri, Savm 45; Müslim, Sıyâm 48; Ebû Dâvûd, Savm 19; Tirmizî, Savm 13; Darimî, Savm 11
[61] Tirmizî, Savm, 10
[62] Tirmizî, Savm, 10
[63] Ebû Dâvûd, Et’ıme, 52; İM3283 İbn Mâce, Et’ıme, 16
[64] Buhârî, Et’ıme, 54
[65] Ebû Dâvûd Sıyâm, 22
[66] Ebû Dâvûd, Sıyâm 22
[67] Ebû Dâvûd, Et’ıme 54
[68] Tirmizî, Sıfatü’l-cennet 2
[69] Buhârî, Umre 4; Müslim, Hac 221. Ayrıca bk. Tirmizî, Hac 55; Ebû Dâvûd, Menâsik 89; Nesâî, Sıyâm 6; İbni Mâce, Menâsik 45
[70] Buhârî, İ’tikâf 1, 6; Müslim, İ’tikâf 1-4
[71] Buhârî, İ’tikâf 1; Müslim, İ’tikâf 5. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 77
[72] Buhârî, İ’tikâf 17. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 78; İbni Mâce, Sıyâm 58
[73] Nesâî, Sıyâm 43; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 5/248,249,257; Aburrezzak, Musannef 4/309
[74] İbn-i Mâce, Sıyâm 44
[75]Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 2/174; Beyhaki, Şuabü’l-îmân 2/346

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.