İsra ve Miraç

1.299

Peygamber Efendimiz’in (aleyhissalâtü vesselâm) nübüvvetinin en büyük delillerinden birisi de Kur’ân ve sahih hadis kaynaklarının haber verdiği İsrâ ve Miraç mucizesidir.

Bu hâdise iki safhada, Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya gidiş ve oradan da yükseklere çıkış şeklinde Kur’ân-ı Kerim’den alınan tâbirle “isrâ”, hadisi şeriften alınan tabirle “miraç” denilir.

İsrâ kelime olarak, gece yürüme, gece yolculuğu yapma manasına gelen Arapça “sery” kelimesinden türemiştir. Kur’ân-ı Kerim’de İsrâ süresi birinci ayette mazi sigâsıyla kullanılmış ve bu sûreye ad olmuştur.

Miraç kelime olarak yükselmek, yükseğe çıkmak manalarına gelen Arapça “urûc” kelimesinden türemiştir yükseğe çıkaran vasıta manasına gelmektedir. Miraç kelimesi bu haliyle Kur’ân-ı Kerim’de geçmemekle beraber kelimenin çoğulu olan meâric “yüksek makamlar” mânasında Allah’a nisbet edilerek ayrıca “merdiven” anlamında meâric bir âyette ve urûc kökünden türemiş fiiller çeşitli âyetlerde kullanılmıştır.

Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir gece Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya yaptığı yolculuğa isrâ, oradan göklere yükselmesine Miraç denilmiştir. Türkçemizde Miraç dendiğinde her iki kelime de kastedilir.

Bu yönüyle Miraç, bir gece vakti, Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Mekke’den Kudüs’e oradan da göklere, cennete çıkıp, Sidretü’l-müntehayı geçerek Allah Tealanın huzuruna kabulü, o lütfa mazhar olmasıdır.

Kur’ân’ı Kerim, bu mucizeden İsrâ ve Necm sûrelerinde kısa kısa ve sırlı bir üslupla bahsederken Sahîh-i Buhârî ve Sahîh-i Müslim başta olmak üzere hadis kitapları, oldukça ayrıntılı bir şekilde anlatırlar.

İsrâ Sûresi Birinci ayette:

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ

“Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye, (Muhammed) kulunu, Mescid i Haram’dan çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. O, muhakkak Semî’dir, Basîr’dir.”(İsrâ sûresi, 17/1)

Necm Sûresi’nde

ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّى* فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى*فَأَوْحَى إِلَى عَبْدِهِ مَا أَوْحَى*مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَى

“Sonra yaklaştı ve sarktı; iki yay aralığı kadar, belki daha da yakın. (Allah o anda) kuluna vahyedeceğini vahyetti. (Muhammed’in) gözüyle gördüğünü (gönlü) yalanlamadı.”(Necm sûresi, 53/8-11)

İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem), miracı ve miraçta yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

Miraç Öncesi

“Hicretten 19 ay kadar önce Receb ayının 27. cuma gecesinde Haremi Şerifte Hatim (hicr) mevkiinde istirahat (Uyku ile uyanıklık arasında idim) ederken (bir rivayette halam Ummühânî’nin evinde iken) Hazreti Cibril (a.s) geldi.

‘Ey yüce nebi! Rabbin huzuruna varmak için kalk, melekler seni bekliyor.’ dedi. Göğsümü yardı. Kalbimi çıkarıp, imanla (ve hikmetle) dolu altından bir kabda zemzemle yıkadı. Sonra içerisini (imanla-hikmetle) doldurup yerine koydu.[1]

İsrâ (Gece Yolculuğu)

Bundan sonra katırdan küçük ve merkepten büyük, beyaz “Burak” isminde bir hayvana bindirildim. Burak, ön ayağını gözünün gördüğü en son noktaya koyarak yol alıyordu. Cibril’in refakatinde, yol üzerinde Hz. Musa’nın (as) makamına uğradık, orada iki rekât namaz kıldık[2]; ordan Kudüse Mescid-i Aksa’ya vardık.[3]

Mescid-i Aksâ’da

Hazreti Cibril (a.s), Burak’ı, bütün peygamberlerin hayvanlarını bağladıkları bir halkaya bağladı. Mescidden içeri girdik, içlerinde Hazreti İsa, Hazreti Musa ve Hazreti İbrahim’in de (Aleyhimüsselam) bulunduğu peygamberler topluluğu bizi karşıladı. Bize selâm verdiler. Ben de selâmlarına karşılık verdim. Hazreti Cibril (a.s) bana, ‘Öne geç ve nebilere namaz kıldır.’ dedi. Ben de imam olup namazı kıldırdım.[4] Hazreti Cibril (a.s) bana biri süt, biri şarap dolu iki kap getirdi. Ben sütü içince, ‘Yaratılışına uygun olanı seçtin.’ dedi.”[5]

Yedi Kat Sema ve Peygamberlerle Buluşma[6]

 1. Kat Sema ve Hazreti Adem’le (a.s) Buluşma

“Bundan sonra emrime verilen Miraça, ben ondan güzel bir şey görmedim, binerek göklere kadar yükseldik. Hazreti Cibril’le (a.s) beraber Hafaza kapısına (dünya semasına) kadar geldik. Burada Hazreti Cibril (a.s), kapının açılmasını istedi ve orada şöyle bir konuşma geçti. İçerden soruldu:

– Sen kimsin?

– Ben Cibril (a.s).

– Yanındaki kim?

– Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)

– O’na Miraç daveti gönderildi mi?

– Evet.

Hemen kapıyı açtılar ve beni selâmladılar. “Hoş gelmişler bu geliş ne güzel geliştir.” dediler. Bir de ne göreyim! Semayı muhafaza eden İsmail isminde müekkel büyük bir melek, yanında yetmiş bin melek ve o meleklerden her birinin yanında da yüz bin melek var.

Bunlardan ayrılınca; bünyesi, yaratılışından beri hiç değişmemiş bir adamın yanına geldim. ‘Ya Hazreti Cibril (a.s), bu kimdir?’ diye sorduğumda, ‘Baban Âdem’dir.’ diye cevap verdi. Bana ona selam ver, dedi. Ben de ona selam verdim, o da selâmıma mukabele etti ve, ‘Hoş geldin ey salih nebi, ey salih evlat!’ diye karşıladı.

2. Kat Sema ve Hazreti Yahya (a.s) ile Hazreti İsa’la (a.s) Buluşma

Sonra, ikinci semaya çıktık. Hazreti Cibril (a.s) kapıyı çaldı. Daha önce sorulduğu gibi

– Sen kimsin?

– Ben Cibril (a.s).

– Yanındaki kim?

– Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)

– O’na Miraç daveti gönderildi mi?

– Evet.

“Hoş gelmişler! Bu geliş ne güzel geliş!” dediler. Derken bize kapı açıldı. İçeri girince, Hazreti Yahya ve Hazreti İsa (aleyhimasselam) ile karşılaştım. Onlar teyze oğullarıydı. Hazreti Cibril (a.s):

“Bunlar Hazreti Yahya ve Hazreti İsa’dırlar, onlara selam ver!” dedi. Ben de selam verdim. Onlar da selamıma mukabelede bulundular. Sonra: Hoş geldin salih kardeş, hoş geldin salih peygamber” dediler.

3. Kat Sema ve Hazreti Yusuf’la (a.s) Buluşma

Burdan üçüncü semaya çıktık. Hazreti Cibril (a.s) kapıyı çaldı.

– Sen kimsin?

– Ben Cibril (a.s).

– Yanındaki kim?

– Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)

– O’na Miraç daveti gönderildi mi?

– Evet.

“Hoş gelmişler! Bu geliş ne güzel geliş!” denildi. Kapı açıldı. İçeri girince Hazreti Yusuf aleyhisselam’la karşılaştık. Yanında, ümmetinden kendisine tâbi olanlar da vardı. Yüzü ayın ondördü gibi aydındı. Hazreti Cibril (a.s):

“Bu Yusuf’tur! Ona selam ver!” dedi. Ben de selam verdim. Selamıma mukabele etti. Sonra:

“Hoş geldin salih kardeş, hoş geldin salih nebi!” dedi.

4. Kat Sema ve Hazreti İdris’le (a.s) Buluşma

Sonra Hazreti Cibril (a.s) beni dördüncü semaya çıktık. Hazreti Cibril (a.s) kapıyı çaldı,

– Sen kimsin?

– Ben Cibril (a.s).

– Yanındaki kim?

– Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)

– O’na Miraç daveti gönderildi mi?

– Evet.

“Hoş gelmişler! Bu gelis ne güzel geliş!” dediler. Kapı açıldı. İçeri girdiğimizde, Hazreti İdris aleyhisselam ile karşılaştık. Hazreti Cibril (a.s):

“Bu İdris’tir, ona selam ver!” dedi. Ben selam verdim. O da selamıma mukabele etti. Sonra bana:

“Salih kardeş hoş geldin, salih nebi hoş geldin!” dedi.

5. Kat Sema ve Hazreti Harun’la (a.s) Buluşma

Sonra Hazreti Cibril (a.s) beşinci semaya yükseldik. Hazreti Cibril (a.s) kapıyı çaldı,

– Sen kimsin?

– Ben Cibril (a.s).

– Yanındaki kim?

– Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)

– O’na Miraç daveti gönderildi mi?

– Evet.

“Hoş gelmişler! Bu gelişe ne güzel geliş!” dediler. Kapı açıldı. İçeri girince, Harun aleyhisselam ile karşılaştık. Hazreti Cibril (a.s):

“Bu Harun aleyhisselam’dir. Ona selam ver!” dedi. Ben selam verdim, o da selamıma mukabelede bulundu ve:

“Salih kardeş hoş geldin, salih nebi hoş geldin!” dedi.

6. Kat Sema ve Hazreti Musa (a.s) ile Buluşma

Sonra Hazreti Cibril’la (a.s) altıncı semaya yükseldik. Hazreti Cibril (a.s) Kapıyı çaldı,

– Sen kimsin?

– Ben Cibril (a.s).

– Yanındaki kim?

– Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem

– O’na Miraç daveti gönderildi mi?

– Evet.

“Hoş gelmişler! Bu geliş ne güzel gelişe!” dediler. Kapı açıldı. İçeri girince, Hazreti Musa aleyhisselam ile karşılaştık. Hazreti Cibril (a.s):

“Bu Hazreti Musa’dır! Ona selam ver!” dedi. Ben de selam verdim, o da selamıma mukabelede bulundu. Sonra:

“Salih kardeş hoş geldin, salih nebi hoş geldin!” dedi. Ben onu geçince ağladı. Kendine: “Niye ağlıyorsun?” denildi.

“Çünkü dedi, benden sonra bir delikanlı peygamber oldu. Onun ümmetinden cennete gidecekler benim ümmetimden cennete gideceklerden daha çok!” dedi.

7. Kat Sema ve Hazreti İbrahim’le (a.s) Buluşma

Sonra Hazreti Cibril’la (a.s) yedinci semaya yükseldik Hazreti Cibril (a.s) kapıyı çaldı,

– Sen kimsin?

– Ben Cibril (a.s).

– Yanındaki kim?

– Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)

– O’na Miraç daveti gönderildi mi?

– Evet.

“Hoş gelmişler! Bu geliş ne güzel gelişe!” dediler. İçeri girince, Hazreti İbrahim aleyhisselam ile karşılaştık; sırtını Beytü’l-Ma’mûr’a dayamışdı. Hazreti Cibril (a.s):

“Bu baban İbrahim’dir, ona selam ver!” dedi. Ben selam verdim. O da selamıma mukabele etti. Sonra:

“Salih oğlum hoş geldin, Salih Peygamber hoş geldin!” dedi.

Burada bana, ‘İşte senin ve ümmetinin mekânı.’ denildi.

Beytü’l-Ma’mur ziyareti [7]

Sonra Beytü’l-Ma’mur’a girdim, içinde namaz kıldım.

(Beyt-i Ma’mûr, Kur’ân’da üzerine yemin edilen kutsal mekânlardan biridir; arzın göbeği ve beled-i emînin gözbebeği Beytullah da onun arzdaki aksidir. Mâmur ev veya mâbet demek olan Beyt-i Ma’mûr, semânın üstünde, hadisin ifadesiyle, her gün yetmiş bin meleğin -bu kesretten kinâye, yetmiş milyon da olabilir- ziyaret veya tavaf ettiği, bir kere tavaf edene bir daha sıranın gelmediği/gelmeyeceği, ibadetle mâmur, göklerde Kâbe’nin aynı tabiri caizse izdüşümü ve bir çeşit onun hizasında nuranî bir hazîredir.)

Cennet ve Cehennem’in Arzı [8]

Sonra Kader kalemlerinin saririni (yazarken çıkardıkları sesleri) işitecek yere vardık. Bana Cennet ve cehennem gösterildi.

Sidretü’l-Münteha [9]

Derken Sidretü’l-Müntehaya kadar çıktık. Sidretü’l-müntehâ; kökü altıncı kat gökte ve gövdesi, dalları yedinci kat göğün üzerinde, gölgesiyle bütün gökleri ve cenneti gölgeleyen, yaprakları fil kulakları gibi, meyveleri küpler kadar, bir ağaçdı.

Hazreti Cibril (a.s) aleyhisselam bana:

“İşte bu Sidretu’l-Munteha’dir!” dedi.

Burada dört nehir vardı: İkisi bâtıni nehir, ikisi zâhiri nehir.

“Bunlar nedir, ey Cibril?” diye sordum. Hazreti Cibril (a.s):

“Şu iki bâtıni nehir cennetin iki nehridir. Zâhiri olanların biri Nil, diğeri Fırat’tır!” dedi. Sonra bana bir kabta şarap, bir kapta süt, bir kapta da bal getirildi. Ben sütü adlim. Hazreti Cibril (a.s):

“Bu (aldığın), fıtrat(a uygun olan)dır, sen ve ümmetin bu fıtrat (yaratılış) üzerindesiniz!” dedi.

(Sidretu’l-Munteha; sözlükte “Arabistan kirazı” denilen bu ağaç, Allahu a’lem, şeceretu’l-kevn, yani ulu varlık ağacı olup, Arş-ı a’lânın altında, cenneti ve gökleri ihata ederek, imkân âleminin, mümkinatın, yani Allah Tealadan başka olan varlıkların hududunun sonudur. Cibril buradan öteye geçemedi. Hz. Resulullâh (a.s.) tek başına Kab-ı kavseyne varıp kurbiyyet-i ilâhiyye ile müşerref oldu.)

Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) anlatmaya devam ediyor:

Cenâb-ı Hak’la Buluşma[10]

Burdan sonra Hazreti Cibril (a.s) benden ayrıldı. Cennetten, yemyeşil bir Refref (ipek döşek)’in birden ufku kapladığını gördüm, onun üzerine oturdum, Rabbime yükselip yaklaştım; Bu sırada Rabbimin “Korkma ya Muhammed, Yaklaş!” buyruğunu işitmeye başaladım. Nihayet O’na Rabbime çok yakın oldum; Kab-ı kavseyne varıp kurbiyyet-i ilâhiyye ile müşerref oldum ve Cenâb-ı Hakka Hitaben;

اَلتَّحِيَّاتُ لِلهِ وَالصَّلَوَاتُ وَالطَّيِّبَاتُ “Bütün kavlî (tahiyyat), bedenî (salâvat) ve malî (tayyibât) ibadetler Allah’a mahsustur.” diyerek, Allah’a selâm ve saygıda bulundum.

Ardından Allahu Teâla da bana hitaben اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ أَيُّهَا النَّبِىُّ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ “Ey Peygamberim! Selâm ile birlikte Allah’ın rahmeti ve bereketi sana olsun.” diyerek cevap verdi.

Ben de;

اَلسَّلَامُ عَلَيْنَا وَعَلَى عِبَادِ اللهِ الصَّالِحِينَ “Selâm bize ve Allah’ın salih kullarının üzerine olsun.” dedim.

Bu konuşmaya sidretü’l-müntehada tanık olan Cebrail (as) da Allah’ın şahitlik etmesini emretmesi üzerine;

أَشْهَدُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ “Şahadet ederim ki Allah’tan başka hakiki mabud yoktur. Yine şahadet ederim ki Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) Allah’ın kulu ve peygamberidir.” dedi.

Miraç’ta cereyan eden bu karşılıklı sohbetteki sözlerin, müminlerin miracı hükmünde olan namazda okunması sünnettir. Bu şekilde her mümin bütün şuurlu ve şuursuz mahlukatın ibadetlerini kendi ibadeti içerisinde Cenab-ı Allah’a takdim etme şerefine ulaşmıştır

Namaz’ın Farz Kılınması[11]

Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Rabbinden birçok vahiyler alarak, aynı yollardan geri döner. Hazreti Musa’nın yanına gelince bana:

“Ne ile emrolundun?” dedi.

“Gece ve gündüzde elli vakit namazla!” dedim.

“Ümmetin, her gün elli vakit namaza muktedir olamaz. Vallahi ben, senden önce insanları tecrübe ettim. Beni Israil’e muamelelerin en şiddetlisini uyguladım (muvaffak olamadım). Sen çabuk Rabbine iltica et de hafifletsin, dedi. Ben de hemen döndüm (hafifletme istedim, Rabbim) benden on vakit namaz indirdi. Musa aleyhisselam’a tekrar uğradım. Yine:

“Ne ile emrolundun?” dedi.

“Benden on vakit namazı kaldırdı!” dedim.

” Rabbine iltica et de hafifletsin! Ben de hemen döndüm (hafifletme istedim, Rabbim) . Rabbim benden on vakit daha kaldırdı. Dönüşte yine Musa aleyhisselam’a uğradım. Ayni şeyi söyledi. Ben, beş vakitle emrolunana kadar bu şekilde Hazreti Musa ile Rabbim arasında gidip gelmeye devam ettim. Bu sonuncu defa da Hazreti Musa’ya uğradım. Yine:

“Ne ile emredildin?” dedi.

“Her gün beş vakit namazla!” dedim.

“senin ümmetin her gün beş vakit namaza da takat getiremez. Rabbine dön, iltica et hafifletme talep et!” dedi.

“Rabbimden çok istedim. Artık utanıyorum, daha da hafifletmesini isteyemem! Ben beş vakte razıyım. Allah’ın emrine teslim oluyorum!” dedim. Musa aleyhisselam’ı geçer geçmez bir münadi (Allah adına) nida etti: “Farzımı kesinleştirdim, kullarımdan hafiflettim de!”

En sonunda Peygamber Efendimiz Mekke’den ayrıldığı noktaya getirilir.

Miraçta Verilen Hediyeler [12]

Miraçta Bana şu üç şey verildi:

1.Beş vakit namaz

2. Bakara Sûresinin son kısmı (Âmenerrâsûlü…)

3. Ümmetimden Allah’a şirk koşmadan ölen kimsenin günahlarının bağışlanacağı hususu (söz verildi).”

Mekke’ye Dönüşü [13]

Peygamberimiz Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Mekke’ye dönmek üzere, Beytü’l-Makdis mescidinin kapısına bağladığı Burak’a binip Mekke’ye döndü. Peygamberimiz AIeyhisselamın İsrâ ve Miracı, bir gece içinde, yatsı namazı ile sabah namazı arasında vuku buldu.

Abdulmuttalib Oğullarının Peygamber Efendimizi (sallallâhu aleyhi ve sellem) Aramaya Çıkışları [14]

Abdulmuttalib oğulları, İsrâ ve Mirac gecesinde, Peygamber Efendimizi (sallallâhu aleyhi ve sellem) bulamayınca, ara­maya çıkmışlardı.

Hatta, Hazreti Abbas, Zîtuvâ’ya kadar gitti. Oralarda, yüksek sesle:

“Yâ Muhammed! Yâ Muhammed!” diyerek bağırdı.

Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Lebbeyk! = Buyur!” diye karşılık verince, Hz. Abbas:

“Ey kardeşimin oğlu! Sen kavmini geceden beri zahmet ve meşakkate soktun!? Nerede idin?” dedi. Peygamber Efendimizi (sallallâhu aleyhi ve sellem):

“Beytü’l-Makdis’e gittim.” buyurunca, Hz. Abbas:

“Bu gecenin içinde mi?” diye sordu.

Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem):

“Evet. Bu gecenin içinde gidip geldim!” buyurunca, Hz. Abbas:

“Her halde, senin başına ancak hayır gelmiş olmalıdır!” dedi.

Peygamber Efendimizi (sallallâhu aleyhi ve sellem):

“Benim başıma hayırdan başka bir şey gelmemiştir!” buyurdu.

Miraç Sonrası [15]

Sabah olunca Kabe’nin yanında Mekkelilere Miraçı anlattı. Onlar Allah Resûlü’nden (sallallâhu aleyhi ve sellem) delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam da onlara yolda gördüğü kâfilelerinden x. Kureyşliler hemen kafileleri karşılamak için Mekke dışına çıktılar. Gelenleri aynen Peygamberimizin Aleyhissalâtü Vesselam haber verdiği gibi gördüler, ama iman nasip olmadı.

Ama yine de Peygamberimiz (asm)’den üst üste Miraç’a çıktığına dair delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Kudüs’e, Mescid-i Aksâ’ya uğradığını anlatınca Kureyşliler,“Bir ayda gidilebilen bir yere Muhammed nasıl bir gecede gidip gelebilir?” diye itiraz ettiler; ardından da Mescid-i Aksâ’yı görmüş olanlar, “Mescid-i Aksâ’yı bize anlatır mısın?” diye Peygamberimize (asm) soru yönelttiler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam şöyle anlattı:

“Onların yalanlamalarından ve sorularından çok sıkıldım. Hatta o ana kadar öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Derken Cenab-ı Hak birden Beytü’l-Makdis’i bana gösterdi. Ben de ona bakarak her şeyi birer birer tarif ettim. Hatta bana, ‘Beytü’l-Makdis’in kaç kapısı var?’ diye sordular. Halbuki ben onun kapılarını saymamıştım. Beytü’l-Makdis karşımda görününce ona bakmaya ve kapılarını teker teker saymaya ve anlatmaya başladım.”

Bunun üzerine müşrikler: “Vallahi dos doğru tarif ettin.” dediler, ama yine de iman etmediler.

O esnada Hz. Ebû Bekir (ra) çıkageldi, müşrikler durumu ona haber verdiler. Hz. Ebû Bekir (ra), “Eğer bu sözleri ondan duymuşsanız şeksiz şüphesiz doğrudur.” diyerek hemen tasdik etti ve bundan sonra Hz. Ebû Bekir (ra) “Sıddîk, tereddütsüz inanan” unvanını aldı.[16]


Dipnotlar:

[1] Buhârî, bed’u’l-Halk 6, Enbiya 22, 43, Menakibu’l-Ensar 42; Muslim, Iman 264.

[2] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîh, 2/52.

[3] Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1/136.

[4] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ 1/214.

[5] Buhârî, bed’u’l-Halk 6, Enbiya 22, 43, Menakibu’l-Ensar 42; Muslim, İman 264.

[6] Buhârî, Bed’ü’l–halk 6; Enbiyâ 43; Menâkıbü’l–ensâr 42; Müslim, Îmân 259–264; Nesâî, Salât 1; İbn İshak, es-Sîre, 2/45; Zehebî, Târîhul-islâm, 1/ 157.

[7] Ahmed b. Hanbel Müsned, 3/148-149; ; Müslim, Îmân 259–264; Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, 2/384; Kadı İyaz, eş-Şifâ, 1/137.

[8] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîh, 2/55; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/263; Buhari, bed’u’l-Halk 6, Enbiya 22, 43, Menakibu’l-Ensar 42; Muslim, İman 264.

[9] Ahmed ibn-i Hanbel, 4/207-208; Buhârî, Enbiya 22, 43; Müslim, İman, 75; Kadı İyaz, eş-Şifâ, 1/137;

[10] Buhari, Ezân 148, 150; el-Amel Fi’s-Salât 4; İsti’zân 3, 28; Da’avât: 16; Tevhîd: 5; Müslim, Salât: 56, 60, 62; Ebû Dâvud, Salât: 178; Tirmizî, Salât: 100, Nikâh: 17; Nesâî, Tatbîk: 23, Sehv: 41, 43-45, 56, 100-104; İbn-i Mâce, İkâme: 24; Nikâh: 19; Dârimî, Salât: 84, 92.

[11] Buhârî, Salât, 8; Bed’ü’l-halk, 6; Mi’râc, 42; Tevhid, 37; Menâkıb, 41; Müslim, İman, 75; Şevkânî, 5/123/124; Taberî, 15/5.

[12] Müslim, İman, 279; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/422.

[13] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, 1/214-215; Zehebî, Târıhu’l-islâm, s. 272; Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 110-111; Suyûtî, Hasâisü’l-kübrâ, c. 1, s. 439; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 56.

[14] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, 1/214; Zehebî, Târîhu’l-islâm, 1/175-176.

[15] İbn Sa’d, Tabakâtül-kübrâ, 1/215; Zehebî, Târîhul-islâm, 1/ 158-159.

[16] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/309; Zehebî, Târihu’l-islâm, s. 250. İbn İshak, İbn Hişam, es-Sîre, 2/39-40.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.