Dünden bugüne devlet, millet, medeniyet ve müesseseleri çöküşe götüren ortak ve tekrarlanan birtakım hatalar vardır. İdeal – realite dengesini tutturamama, günübirlik hareket, dışa kapalılık, kaynakların plansız ve projesiz kullanımı, ihtiyaç sayısınca salih ve alanında mütehassıs insan yetiştirememe ya da vazifelendirmede liyakate dikkat etmeme, bölgesel ve küresel çapta meydana gelen değişim ve dönüşümü zamanında ve doğru okuyamama, düşünen ve üreten insanları yeterince desteklememe, bünyedeki adlî ve ahlakî çöküntüyü dikkate almama, fertlere insanî ve evrensel hedefler verememe ve bunun beraberinde getirdiği zevk ve tüketim çılgınlığı, mali harcamalardaki israf ve lüks tutkusu… bunlardan bazıları. Fakat bu makalemizde özellikle dikkat çekeceğimiz bir hata var ki tarih boyunca yaşanan çöküşlerin ve kargaşanın en önemli sebeplerinden biri nepotizm: idarede adam ve akraba kayırma.
Fert ve toplumu çöküşe götüren hiçbir şeye kayıtsız kalmayan Kur’ân ve Sünnet, idareye güveni ortadan kaldıracak, iç huzuru sarsacak ve ilerlemeye mâni olacak bu öldürücü virüsün, İslam toplumuna bulaşmaması adına birtakım emir ve nehiylerde bulunur. İnsan istihdamında dikkat edilmesi gereken esas ve usulleri, şahsi yorumlara kapı aralamayacak netlikte hem teorik hem de pratik olarak ortaya koyar. Öncelikle Kur’ân, “Allah size, emanetleri ehline vermenizi emreder…”1 buyurur ve en temel kritere işaret eder: ehliyet/liyakat!
Vazife isteyene değil ehil olana verilir!
Mekke fethedilince Allah Resûlü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) yaklaşan amcası Hz. Abbas, damadı Hz. Ali, o güne kadar Osman İbn-i Talha’nın ailesinde olan Kâbe’ye ait “Hicâbe” vazifesini üzerlerine almayı talep ederler. Bu konuda kararını açıklamadan önce Kâbe’ye giren Allah Resûlü’ne içerde yukarıda zikrettiğimiz ayet-i kerime nazil olur. Kâbe’den dışarıya adımını atarken metaf alanında kendisine bekleyen topluluğa bu ayeti okur; istihdamda ehliyet, salahiyet ve liyakat prensibine dikkat çeker. Ardından da anahtarları Hz. Osman İbn-i Talha’yı teslim eder.2
Allah Resûlü de insan istihdamı konusunda ilk günden itibaren bu emir çerçevesinde hareket eder; görevlendirmelerde, insanların kendisine yakınlığına, kabilesine, ırkına ve yaşına değil liyakatına, işe ehilliğine ve salahiyetine bakar. Mesela Mekke fethedildiğinde valilik görevini, etrafındaki yakınlarına ve ileri gelen ashâbına rağmen on dokuz yaşında, daha yeni Müslüman olmuş Hz. Attab İbn-i Esîd’e verir. Hz. Attab’ın Mekke’nin idaresinde ortaya koyduğu performans, bu tercihin ne kadar isabetli olduğunu kısa zamanda ortaya koyar. Öyle ki Hz. Ebû Bekir de kendi döneminde başarılı idaresinden dolayı onun Mekke valiliği görevini devam ettirir.
İşi, ehline vermemek hıyanettir!
Allah Resûlü, uygulamalarının yanında toplumda bu hassasiyeti yerleştirme adına beyanlarında da yer yer bu konuya dikkat çeker. Bir gün ashabıyla görüşürken huzuruna bir bedevî gelir ve “Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sorar. Allah Resûlü, konuşmasına devam eder. Sözünü bitirince soruyu soran bedevîye döner ve “Emanet, ehil olmayana verildi mi kıyameti bekle!” buyurur.3 Yine bir başka zaman mevzuyu insan istihdamına getirir ve “Milleti idare eden bir kimse¸ bir işi, daha iyi yapacak biri varken bir başkasına verirse Allah’a¸ Resûlüne ve mü’minlere hıyânet eder.”4 der ve işi, en ehil olana vermemenin ne kadar büyük bir vebal olduğuna işaret eder. Kendisini Medine’ye davet eden Ensar’dan Akabe’de söz aldığı hususlardan birisi de “İş konusunda o işin ehliyle cedelleşmemek!” maddesiydi.5
Ehliyeti değil yakınlığı esas alan lanete düçar olabilir!
Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), ordu komutanı Hz. Yezid İbn-i Süfyan’ı Şam’a gönderirken önce kendisine birtakım nasihatlerde bulunur. Ardından da onu şöyle uyarır: “Ey Yezid!.. Akrabaların var. Lâkin onları başkalarına tercih ederek kamuya ait işlerde istihdam etmenden endişe duyuyorum. (Unutma ki) Allah Resûlü: ‘Müslümanları yönetirken iltimas eseri olarak bir yakınını kayırıp işe onu tayin eden Allah’ın lanetine düçar olur. Bundan dolayı Cenab-ı Hakk, hesap gününde ondan bir mazeret veya fidye kabul etmez, onu cehenneme atar.’ buyurdu.”6
Yine bu konuda İslam Tarihi’nde en güzel örnekleri ortaya koyanlardan Hz. Ömer de “Müslümanların yönetiminde bulunan bir kimse¸ dostluk veya akrabalık hatırına bir adamı kayırır ve bir işin başına getirirse Allah’a, Resûlüne ve Müslümanlara ihanet etmiş olur.”7 der; idarede adam ya da akraba kayırmanın tehlikesine dikkat çeker.
Kobraların ısırmasını, kamu malına el uzatmaya tercih eden sahabî: Hz. Iyâd
Allah ve Resûlü’nün bu konudaki tahşidatları sahabede tam bir şuur oluşturur. İnsan istihdam ederken ya da yerlerine birini vekil bırakırken ilk baktıkları şey muhatabın işe ehilliğidir. Mesela Efendimiz’in (aleyhissalâtu vesselâm) “Ümmetin Emini” olarak tavsif buyurduğu Hz. Ebû Ubeyde İbn-i Cerrah, vefatından önce yerine Hz. Iyâd İbn-i Ganm’ı vekil bırakır. Hudeybiye anlaşmasından kısa bir süre önce Müslüman olan Hz. Iyâd, hem güzel ahlakı hem de o güne kadar kendisine verilen idari görevlerdeki ciddiyeti ve üstün askeri başarılarıyla Hz. Ebû Ubeyde’nin dikkatini çekmiştir.
Hz. Ömer, valisi Hz. Ebû Ubeyde’nin vefat haberi kendisine ulaşınca “Senin yerini kimse tutamaz.” buyurur ve ardından “Yerine kimi bıraktı?” diye sorar. “Iyâd İbn-i Ganm!” cevabı verilir. Hz. Ebû Ubeyde’nin takdirini çok isabetli bulan Hz. Ömer, Hz. Iyâd’ın valiliğini onaylar, kendisine bir mektup yazar, “Seni Ebû Ubeyde İbn-i Cerrâh’ın yerine vali olarak tayin ettim. Bu itibarla daima Allah’ın emri ve hak üzerine amel et!” buyurur ve valilik görevini icra ederken dikkat etmesi gereken emir ve nehiyleri tek tek not düşer.8
Hz. Iyâd, hoşgörülü, cömert ve civanmert bir şahsiyettir. Bir taraftan kamu malı, hakkı ve hukuku konusunda kılı kırk yararcasına dikkatli diğer taraftan şahsi imkanlarını, çevresindeki muhtaçların ihtiyaçlarını gidermek için kullanacak kadar da duyarlı bir insan ve idarecidir. Öyle ki elinde olanı fakirlere dağıttığı için yanına gelen hizmetçisi, “Yiyecek bir şeyimiz kalmadı!” dediğinde Hz. Iyâd, üzerindeki elbiseyi çıkarır ve “Bunu al götür sat! Parasıyla hemen un al!” buyurur.
Olaya şahit olanlar, “Subhanallah! Elbiseni sattırmadan şu köşede duran maldan beş dinarı, yarına kadar borç alsaydın olmaz mıydı?” derler. Kamu malı hususunda çok hassas davranan Hz. Iyâd (radıyallahu anh), “Dediğiniz şeyi yapmaktansa elimi bir kobra yılanının deliğine sokup onun elimi ısırmasını tercih ederim!” karşılığını verir. Zira o köşede duran para, hazineye aittir.
O, maaş zamanı gelip de kendisine takdir edilen miktarı alacağı ana kadar kendi malından bir şeyleri satarak geçimini temin eder. Maaşını aldığında kendisini görenler, zengin zanneder. Fakat aradan birkaç gün geçip tekrar geldiklerinde yanında tek bir dirhem bile bulamazlar. Zira o, son kuruşuna kadar maaşını, ihtiyaç sahiplerine dağıtır. Hz. Iyâd, bu cömertliğinden dolayı Hz. Ömer’e şikâyet edilir ve “Iyâd çok savurgan; elinde hiçbir şey tutmamaktadır.” denilir. Buna karşılık valisini yakından takip eden Hz. Ömer, “Iyâd’ın cömertliği, elindeki kendi malı ile ilgilidir. Kamu malına gelince ona asla dokunmamaktadır. Dolayısıyla ben, Ebû Ubeyde’nin çok isabetli bir tercihte bulunarak yerine vekil bıraktığı salih ve ehil bir valiyi azledemem!” buyurur.9
Testereyle biçilirim fakat kamu malına dokunmam!
Hz. Iyâd, vali olarak atanınca yakın aile çevresinden bir grup insan yanına gelir; akrabalık bağını güçlü tutmasını ve kendilerine iyilikte bulunmasını isterler. Hz. Iyâd, uzun yoldan gelen akrabalarını, sevinçle karşılar ve misafir edip ikramlarda bulunur. Aradan birkaç gün geçince Hz. Iyâd’a asıl ziyaret sebeplerini izah eder; akrabalık hukukuna dikkat çeker ve kendilerine ihsanlarda bulunmasını talep ederler. Bunun üzerine Hz. Iyâd (radıyallahu anh), beş kişiden müteşekkil heyettekilerin her birine onar dinar verir.
Hz. Iyâd’ın akrabaları, bunu beğenmeyerek iade eder, kızar ve kendisine gücenirler. Beklentileri daha yüksektir. Onların bu tavır ve tutumları karşısında Hz. Iyâd: “Ey amcaoğulları! Sizin akrabalığınızı, hakkınızı ve uzaktan gelerek çektiğiniz sıkıntılarınızı inkâr etmiyorum. Lakin ben o parayı size, bir kölemi ve aslî ihtiyaçlarımdan olan bir malı satarak verebildim. Bu nedenle beni mazur görün.” buyurur. Bunun üzerine akrabaları, “Yemin ederiz ki, Allah seni mazur görmez. Zira sen Şam’ın (bugünkü Suriye, Filistin ve Ürdün toprakları) yarısına valisin. Fakat bize, ailemizin yanına geri dönmeye bile yetmeyecek kadar az para vermektesin.” yakınırlar.
Hz. Iyâd’ın akrabalarının ondan beklentisi, makamının gücünü kullanıp devlet bütçesinden kendilerine bol bol ihsanlarda bulunmasıdır. Durumun farkında olan Hz. Iyâd (radıyallahu anh), “Siz, kamu malından çalmamı istiyorsunuz. Oysa ben, testereyle biçilip gemi tahtalarının rendelendiği gibi rendelenmeyi, devletin/halkın bir kuruşuna hıyanet etmeye ya da bir Müslümanın ve anlaşmalı bir gayr-ı Müslim’in hakkına girmeye, tercih ederim.” buyurur. 10
Bari bize devlette görev ver!
Fakat onlar, Hz. Iyâd’ın bu konudaki hassasiyetini anlamak ya da kabullenmek istemezler. Bu sefer de “Biz, seni, şahsi imkânlarının çok sınırlı olmasından ve kamu malı hassasiyetinden dolayı mazur görüyoruz. O zaman bize, devlet dairelerinde bir görev ver! Biz de diğer insanların kazançlarından verdiği gibi vergi verir ve onların konumlarından yararlandığı gibi yararlanırız. Sen bizim halimizi biliyor ve görüyorsun. Bize takdir edeceğin görevden başka da bir şey istemeyiz.” derler.
Meselenin hak hukuka, hesap kitaba ve ahirete bakan tarafının yanında Hz. Iyâd (radıyallahu anh), amiri halife Hz. Ömer’in, “idarede adam ve akraba kayırma” konusunda ne kadar hassas olduğunu hatırlatır ve şöyle der: “Vallahi benim bildiği kadarıyla sizler, faziletli insanlarsınız. Lakin akrabalarımdan bir grup insanı kayırıp görev verdiğim halife Ömer’e ulaşır; o da bunu asla tasvip etmez ve haklı olarak beni kınar. Ben ise Allah Resûlü’nün halifesinin az veya çok beni kınamasına tahammül edemem!” buyurur. Böylece akrabaları, geç de olsa işin ciddiyetini anlarlar ve Hz. Iyâd’a gönül koyarak yanından ayrılırlar.11
Valiliği süresince birçok fetihlere de imza atan Hz. Iyâd İbn-i Ganm, hicretin 20. yılında, arkasından hiçbir mal ve hiç kimseye ait bir borç bırakmadan 60 yaşında vefat eder.
Netice
İslam’da insan istihdam ederken esas olan ehliyettir. Kur’ân ve Sünnet, inananlara açık ve net bir şekilde bunu emretmektedir. Duygu ve düşüncelerini, Kur’ân ve Sünnet üzere şekillendirenler, Allah Resûlü’nü kendisine örnek alanlar, ne olursa olsun muhataplarının kırılıp gücenmesine aldırış etmeyerek bu konuda doğru olanı yapmakta ısrar etmelidirler. Aksi bir durum, onlar için görevi kötüye kullanıp emanete ihanet etme kapsamına girer. Kayırdıkları akrabaları içinse millete ait bir makamı haksız yere işgal ve milletin malını da haksız yere yeme manasına gelir.
Her ikisinin de hem dünyaya hem de ahirete bakan neticelerini çok iyi bilen ve hesaplayan Hz. İyad gibi hassas ruhlar, çok dikkatli hareket eder ve kimsenin hakkına hukukuna girmeden kendilerine tevdi edilen vazifeyi bihakkın yerine getirmeye çalışırlar. Yanlarına gelen akrabalarına ihsan da bulunacaklarsa bunu şahsi imkanlarından karşılar; ısrarlara ve kırılıp darılmalara rağmen millete ait işlerin idare edildiği makamları ve yine millete ait malı mülkü akrabalarına peşkeş çekmezler. Kamuyu ilgilendiren meselelerde işi, o işe en salih ve ehil insana emanet ederler. Zira Kur’ân, “Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne hıyanet etmeyin, bile bile aranızdaki emanetlerinize de hıyanet etmeyin! Biliniz ki mallarınız ve evlatlarınız, sadece birer imtihan konusudur. Büyük mükâfat ise, âhirette Allah nezdindedir.”12 buyurur.
Dipnot:
- Nisa Sûresi 4/58
- Bkz. Müslim, Hac 390
- Buhârî, İlim 2
- Bkz. Hakim, Müstedrek 4/104 (7023); Taberânî, Kebir 11/114; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid 5/212
- İbn-i Sa’d, Tabakât 3/453
- Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 21. Hadis
- İbn-i Kesîr, Müsnedü’l-Fârûk 2/536
- İbn-i Sa’d, Tabakât 5/70, 71
- İbn-i Sa’d, Tabakât 5/71
- İbn-i Sa’d, Tabakât 5/71
- İbn-i Sa’d, Tabakât 5/72
- Enfal Sûresi 8/27, 28