Hz. Ömer, gözü pek ve cesur birisiydi. Hicret gibi önemli bir meselede, herkes gizlice hareket ederken o, Medine’ye hicret edeceğini açıktan ilan etmiş ve yüreği olanın, falan yerde karşısına çıkması gerektiğini duyurmuştu. Elbette bu tavır, herkesten beklenecek bir tavır değildi ve üstesinden gelinemezdi; ancak bu, Ömer gibi bir arslana çok yakışıyordu.
Hicretle Medine’ye hareket kararını Ayyâş İbn Ebî Rebîa ve Hişâm İbnü’l-Âs ile birlikte almışlar ve ertesi gün, Tenâdub denilen yerde buluşarak hareket etmek üzere anlaşmışlardı. Hatta, herhangi bir sebeple aralarından birisi buraya gelemese bile, gelebilenler yola devam edecek ve böylelikle, biri yüzünden diğerleri hicretten geri kalmayacaklardı. Çünkü Kureyş, elinden kaçırdıkları Müslümanlar için üzülüp kahroluyor, geride kalanları da kaçırmamak için her türlü çareye (!) başvuruyordu.
Derken, vakit gelmiş ve Hz. Ömer de, evinden hareket etmişti. Ancak ilk hedefi, anlaştıkları gibi Tenâdub değil, Kâbe idi. Çok geçmeden Hz. Ömer, kılıcını kuşanıp yayını omzuna atmış ve mızrağını bir eline, oklarını da diğerine alarak Kâbe’ye doğru yol alıyordu. Onu görüp de hicretinden haberi olmayanlar, neler olacağını beklemeye durmuşlardı. İnsanlar, Kâbe’nin avlusuna dolmuş onu seyrederken o, önce tavafa başladı ve yedi kez tavaf etti Allah’ın evini. Ardından, Makam-ı İbrahim’e geldi ve burada iki rekat namaz kıldı. Daha sonra da, orada bulunan her bir insan halkasının yanına gelerek, Müslümanlara reva gördükleri bunca eziyet ve işkenceden dolayı önce onlara:
– Kahrolsun şu kara yüzler! Şu burunları da Allah, sürüm sürüm süründürsün, diye çıkışıyor ve ardından da:
– Sizlerden kim, annesini gözyaşına boğmak, çocuklarını yetim ve hanımını da dul bırakmak istiyorsa, şu vadinin arkasında karşıma çıksın, diyerek, iman karşısında cephe oluşturanlara açıktan meydan okuyordu.1
Elbette onlar, Hz. Ömer gibi birisinin karşısına öyle kolay çıkılamayacağını çok iyi biliyorlardı. Onların gücü, sadece zayıf ve korumasızlara yetiyordu ve yola koyulup da bahsini ettiği vadiye doğru ilerlerken, sadece arkasından bakakalmışlardı.
Derken Hz. Ömer, Hişâm ve Ayyaş ile anlaştıkları yere geldi; orada kendisini bekleyen sadece Ayyâş İbn Ebî Rebîa idi. Ayrıca, Hz. Ömer’in gelişini bekleyen yaklaşık yirmi kadar insan vardı; bunlar, yalnız hicret etmektense Hz. Ömer gibi birisine arkadaş olmayı yeğlemiş, zayıf ve güçsüz insanlardı.2 Anlaştıkları gibi bir müddet beklediler Hişâm İbnü’l-Âs’ı; ancak, boşunaydı. Çünkü Mekkeliler, onun da hicret edeceğini anlamış ve yolunu keserek hapsetmişlerdi.