Hz. Âişe Validemizle Müsabaka (29 Şevval 4 Hicrî)

340

Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), Bedir için ashâbıyla birlikte Medîne’den hareket etti. Bedir’e ikinci kez gidiliyordu; Uhud’dan ayrılırken Allah Resûlü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) seslenen Ebû Süfyân:

– Bedir’de siz, şimdi de biz galip geldik; önümüzdeki yılın başında Bedir’de yeniden karşılaşıp savaşalım ki esas galibin kim olduğu ortaya çıksın,[1]demiş ve yeni adres olarak yine Bedir’i göstermişti ki söze senet ötesi değer veren Efendimiz de (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebû Süfyân’ın bahsini ettiği zaman yaklaştığında ashâbını toplamış ve Bedir için yeniden yola çıkmıştı.

Bu yolculukta yanında Âişe Validemiz de (radıyallahu anhâ) vardı;[2]zâhir itibariyle bir savaşa gidiliyordu ama bu, risâlet mektebinde tedrîsin duracağı anlamına gelmiyordu. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) için her yer ve zaman bir mektep gibiydi ve bu yolculuklarını da O (sallallahu aleyhi ve sellem), ashâbını talîm adına değerlendiriyordu.

Dünden bu yana, toplum nezdinde kadının konum ve statüsü belliydi ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), bu konuda da ashâbını defalarca uyarmış, kadına yapılan Câhiliyye zulümlerine son verilmesi gerektiğini de farklı zeminde ve değişik beyanlarıyla defalarca ifade etmişti. Ancak, dem ve damara kadar işlemiş alışkanlıkların hemen değiştirilmesi her zaman mümkün olmuyor, söylenilenlerin hazmedilmesi belli bir zaman alıyordu. Belli ki bu yanlışı ortadan kaldıracak fiilî ve güçlü bir adıma ihtiyaç vardı. İşte Fahr-i Âlem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), düne ait yanlışları toplumdan söküp atarken Âişe Validemiz’in varlığını da değerlendirecek ve şimdi bu adımı atacaktı. Bu vesileyle O (sallallahu aleyhi ve sellem), ashâbına uygulamalı bir ders daha vermeye hazırlanıyordu!  

Medîne’den hareket eden ordu Esîl’e[3]kadar gelmişti ki Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara seslenerek:

– Siz devam edin, buyurdu. Sonra da Âişe Validemiz’in omuzlarına dokundu ve:  

– Var mısın yarışmaya; haydi gel, müsâbaka yapalım, dedi. 

O günün şartlarında bu, kimsenin cesaret edemeyeceği bir uygulama idi; hanımını bu kadar öne çıkaran ve onunla insanlar önünde yarışın birisi, insanların diline düşer ve ayıplanıp yadırganırdı. Ancak onların ayıplayıp yadırgaması, durdukları yerin doğru ve isabetli olduğu anlamına gelmiyordu ve bu farkı fark ettirebilmek için şimdi, hem de teklifi kendisi yaparak Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), Âişe Validemiz ile yarış yapacaktı! 

Zihinlerdeki algıya okkalı bir balyoz daha inmek üzereydi!

Hâdiseye ilk defa şahit olanlar pür-dikkat kesilmiş, olacakları merakla bekliyordu. Benzeri bir yarışa daha önce şahit olanlar ise daha temkinliydi; zira Sultân-ı Enbiyâ Hazretleri, Âişe Validemiz ile ilk defa yarış yapmıyordu![4]O gün de teklif, yine Nebîler Sultanı’ndan gelmiş, insanlar önünde bir yarış yapılmıştı. Hatta Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), o günkü adımlarını biraz yavaştan almış ve belirlenen hedefe Annemiz’in ulaşmasına fırsat ve imkân vermişti! Yoksa, Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem) gibi beden itibariyle de güçlü birisinin,[5]aradaki kas farkına rağmen beden itibariyle zayıf ve nahîf bir kadından[6]geride kalması mümkün değildi. Belli ki bu müsâbakanın maksadı, bir kadın ile erkeğin yarışabileceğini ve bu yarışta da erkeğe nispetle bir kadının, ipi erken göğüsleyebileceğini herkese göstermekti!

Bu arada Hazreti Âişe (radıyallahu anhâ) yere bir çizgi çizmiş ve koşarken takılmaması için eteğini de toplamıştı. Çizginin önünde hazır bekleyen Annemiz (radıyallahu anhâ) Allah Resûlü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem):

– Başlayayım mı, diye soruyordu. O da (sallallahu aleyhi ve sellem):

– Haydi, başla, buyurdu ve böylelikle müsâbaka başlamış oldu; herkesin gözü önünde Hazreti Âişe (radıyallahu anhâ) ile Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) yarışıyordu! 

Bir farkla ki bu sefer hedefe ilk önce ulaşan, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) idi;[7]zira öncekinde maksat hâsıl olmuş ve o gün bunu gören de görmüştü! Bu münasebetle o günler de hatırlanacak ve bugün ile birlikte konuşulacaktı! 

Fahr-i Âlem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), arkadan koşarak gelen Annemiz’e bakıp tebessüm ediyordu; sonra da ona döndü ve önceki yarışmayı da hatırlatarak[8]şunu söyledi:

– İşte bu, önceki müsâbakanın rövanşıdır![9]

Şüphesiz ki Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) omuzlarında, dünyanın en hassas ve en mes’ûliyetli işi vardı; önceki seleflerinden de farklı olarak O (sallallahu aleyhi ve sellem), aynı zamanda bütün insanlığı kucaklıyor ve yeryüzünün tamamına hitap ediyordu! Ancak risâlet itibariyle O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) temsil ettiği bu misyon, ne bütün ciddiyetiyle evine yansıyor ne de ailesiyle ilgilenmesine engel teşkil ediyordu. Bilakis O (sallallahu aleyhi ve sellem), her şeye kâmetince kıymet veriyor ve her fırsatı değerlendirerek, sahada yoğurup pişirdiği bir cemaat yetiştiriyordu!   


[1]İbn-i Hişâm, Sîre2/61

[2]Medîne dışına çıktığı yolculuklarında Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) annelerimiz arasında kur’a çeker ve kur’ada çıkan annemizi de yanına alır ve öyle yolculuk yapardı. O gün de annelerimiz arasında kur’a çekmiş, kur’a da Âişe Validemiz’e çıkmıştı.

[3]Esîl, Medîne’ye yakın bir yerin adıdır. 

[4]Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem), Âişe Validemiz ile ilk yarışı ne zaman ve nerede yaptığı konusunda net bir bilgi bulunmamakla birlikte bazı kaynaklar, söz konusu yarışın Mekke yıllarında yapılmış olduğunu ifade eden rivayetler nakletmektedir. Buna göre yarışma, Zü’l-Mecâz günlerinde gerçekleşmiştir; Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) hatırlatmasıyla hâdiseyi hatırlayan Hazreti Âişe (radıyallahu anhâ), bize şunları nakletmektedir: 

“O gün henüz ben, genç bir kız idim ve babam ile birlikte Zü’l-Mecâz’da iken Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile karşılaşmıştık. Elimde bir şey vardı ve benden onu istemişti de vermemiş, almak için uzanınca da kaçmıştım! O da (sallallahu aleyhi ve sellem) peşimden koşuyordu! Ancak o gün ben, O’nu geçerek Resûlullah’tan önce eve varmıştım!”Bkz. Tahavî, Şerhu Müşkili’l-Âsâr5/144

[5]Mekke’nin meşhur pehlivanı Rükâne ile güreş tutan Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem), sırtı yere gelmez denilen Rükâne’yi ilk tutuşta yere sermesi (Bkz. İbn-i Hişâm, Sîre239, 240) ve risâlet öncesi yıllarda Ebû Cehil ile yaptığı güreşindeki galibiyeti bilinen bir gerçektir. Üstelik Habîb-i Kibriyâ Hazretleri, başka bir münâsebetle kendisinin, 40 erkek gücünde (Bazı rivayetlerde bu, 30 olarak geçmektedir. Bkz. Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned21/472 (14108) olduğunu ifade etmektedir (Bkz. Taberânî, Evsat1/178 (568)) ki bunlar nazara alındığında o gün Hazreti Âişe’nin (radıyallahu anhâ) belirlenen hedefe Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) erken varması, fizik kuralları açısından da mümkün değildir.  

[6]Edâ ettiği misyon itibariyle o günün en güçlü kadını olan Hazreti Âişe (radıyallahu anhâ), ne var ki beden itibariyle zayıf bir bünyeye sahiptir; yolculuklar onu çabuk yıpratmakta ve dönüşte genellikle hasta olmaktadır ki hicret ve Benî Mustalık gazvelerinden sonraki hastalıkları herkesin malumudur. 

[7]O gün Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) geride kalan Annemiz (radıyallahu anhâ) bunu, o günlerde aldığı kilolara bağlamakta ve bu sebeple de eski hız ve çevikliğini kaybettiğini söylemektedir ki bu, önceki yarışta onun ipi erken göğüslemesini isteyen ve bunun için de adımlarını bir miktar seyrelten Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem), bunu ona hiç hissettirmediğini göstermektedir.   

[8]Hâlbuki Âişe Validemiz (radıyallahu anhâ), Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu hatırlatacağı âna kadar söz konusu yarışmayı unuttuğunu ve hatırlamadığını söylemektedir. Bkz. Ahmed İbn-i Hanbel,Müsned43/313 (26277)

[9]Ebû Dâvûd, Cihâd61; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned40/144 (24118); Taberânî, Kebîr23/47 (125); Beyhakî, Sünen10/17, 18; Nesâî, Kübrâ5/304 (8943, 8944); İbn-i Hibbân, Sahîh10/545 (4691); Heysemî, Mevâridu’z-Zam’ân1/318

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.