Hz. Abbas’ın (ra) Mektubunun Efendimiz’e (sas) Ulaşması (8 Şevval 3 Hicrî)
Habeşistan hicretinin ardından yaşanan gelişmeler göstermişti ki müşriklerin, Müslümanlara tahammülsüzlüğü sadece Mekke ile sınırlı değildi. Onlar, Allah’ın nurunu söndürmeyi hedefliyor ve yeryüzünde nefes alıp veren hiçbir Müslüman kalmasın istiyorlardı. Bu yüzden her nereye giderlerse gitsinler Müslümanlar için en büyük tehdit ve tehlike, Mekkelilerdi. Nitekim hicretten sonra Medine’deki gayr-i Müslim gruplara gönderdikleri ültimatom mektupları ve komşu kabileleri Medine aleyhine kışkırtmaları da bu gerçeğe işaret ediyordu.1
Sebepler planında tehdit ve tehlikeyi bertaraf etmek ise her şeyden önce gelişmelerden zamanında haberdar olmaya bağlıydı. Ani bir saldırı, acı neticeler yaşanmasına vesile olabilirdi. Bundan dolayı Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), bazı Müslümanların, Mekke’de kalmalarına müsaade etmişti. Henüz kimliği ortaya çıkmamış bu insanlar, Mekkelilerin nabzını yoklayacak, Mekke’deki havayı Müslümanlar lehine yumuşatacak, İslam’ı yok etmek için tasarlanan plan ve projeleri zamanında Medine’ye haber vereceklerdi.
Bu çerçevede arkada bırakılanlardan birisi de Hz. Abbas’tı (radıyallahu anh). Hatta o mektup yazıp Medine’ye hicret etme arzusunu dile getirse de Allah Resûlü, “Ey amca! Yerinde kalmaya devam et! Zira senin Mekke’de kalman daha hayırlı ve güzel bir cihaddır!”2 buyurmuş ve izin vermemişti. Mekkelilerin, Müslümanların varlığını tehdit ettiği bir ortamda Hz. Abbas’a verilen misyon, hayati bir öneme haizdi. Ki Bedir’in intikamını alma ve Müslümanları yok etme düşüncesiyle harekete geçen Mekkelilerin çıkışını, gönderdiği bir mektupla Allah Resûlü’ne haber vermişti. Bu da Müslümanlara kendilerini savunma adına gerekli istişareleri yapma, orduyu toparlayıp teçhiz etme ve her türlü tedbiri alma imkânı sağlamıştı.
Mekke ve civarındaki gelişmelerden zamanında haberdar olma, ancak hızlı bir haberleşme ağının kurulmasıyla mümkündü. Gönderdiği güvenlik ve istihbarat devriyeleriyle bölgeyi yakın takibe alan Allah Resûlü, kendisi de seferlere çıkmış, Mekke ile Medine arasında yerleşen kabilelerle güvenlik anlaşmaları imzalamış ve hızlı bir haberleşme ağı kurmuştu. İki şehir arasındaki mesafe yedi-sekiz gündü. Ama Hz. Abbas’ın Mekkelilerin Bedir’in intikamını almak için üç bin kişilik bir orduyla çıkışını haber veren mektubu, Allah Resûlü’ne üç günde ulaşmıştı.3
Hz. Abbas’ın mühürlü mektubu, Allah Resûlü’ne tam Kuba Mescidi’inden çıkmış bineğine biniyorken ulaşmıştı. Mektubu, Hz. Übeyy İbn-i Ka’b’a okutan Allah Resûlü, kendisinden okuduklarını gizli tutmasını istemişti. Ardından Hz. Sa’d İbn-i Rebî’nin evine geçmiş, içeride kimsenin bulunup bulunmadığını sormuş, aldığı ‘Kimse yok!’ cevabı üzerine ona, Hz. Abbas’ın mektubundan bahsetmişti. Hz. Sa’d, bu gelişmenin Müslümanlara hayır getireceğini umduğunu söylemişti. Bu arada mektuptan haberdar olan Yahudiler ve münafıklar, sağda solda Allah Resûlü’ne üzücü bir haberin geldiği yaygarasını yapmaya başlamışlardı.
Hz. Sa’d’dan da duyduklarını gizli tutmasını talep eden Allah Resûlü, Medine’ye doğru harekete geçmişti. Zira O, Mekkelilerin Medine’ye saldırmak için büyük bir güçle harekete geçtikleri haberini, şehir sakinlerinin korku ve endişeye kapılmalarına fırsat vermeden, en uygun zamanda, gerekli bütün istişâreleri ve değerlendirmeleri yaptıktan sonra bizzat kendisi vermek istiyordu. Bu arada Yahudi ve münafıkların nabzını da yoklamış olacaktı. Fakat meselenin hassasiyetini idrak edemeyen Hz. Sa’d’ın hanımı evdeki konuşmaları duymuş ve haber Efendimiz’den önce Medine’ye ulaşmıştı.