Hüzün Yılı
Her ne kadar, insanlık dışı muamele kaldırılmış ve boykot sona ermiş olsa da, yine seneler hüzün yudumluyordu. Belli ki Allah (celle celâluhû), sevgili kullarını tamamen ahirete yöneltiyor ve yönlerini başlarına gelen binbir türlü sıkıntıyla gerçek vatana çeviriyordu. Zira boykotun kaldırılmasıyla yeniden Mekke’ye girebilir hale gelmeleri, işkence ve baskıların ortadan kalkacağı anlamına gelmiyordu. Dünkü cephede kaybeden ve burçlarından birisinde hazan yaşayan Mekke müşrikleri, Müslümanlara karşı her gün yeni bir cephe açıyor ve böylelikle kayıplarını telafi (!) etme yarışına giriyorlardı.
Geride kalan üç yıllık sürgün hayatı, Müslümanlar üzerinde kalıcı izler bırakmış ve açlıktan kıvranıp ağlaşan çocukların semaya yükselen feryatları, anne ve babaların korkulu rüyası haline gelmişti. Hastalıklar, birer salgın halini almış, toplumu kırıp geçiriyordu. Ebû Tâlib ve Hz. Hatice gibi önemli dayanaklar da bu furyadan nasibini almış, ağır hastalıklarla boğuşuyorlardı. Bugün, her şeyi sıfırlayarak Mekke’de yeniden hayata başlamak, onun için öyle kolay görünmüyordu. Üstelik Mekke, eski şen-şakrak günleri yaşatmamaya kararlıydı.