Hicret, Başkalarına Benzeme ve Asimilasyon

1.620

Hicretten sonra entegrasyon sürecinde muhacirleri bekleyen tehlikelerden birisi de hâkim kültürün tesirinde kalarak zamanla her hususta onlara benzemedir. Zira aynı ortamda yaşayan, aynı eğitim müesseselerinde eğitim gören ve sosyal aktivite mekanlarını kullanan… farklı inanca sahip kimlikler, zamanla birbirinin örf, adet, dini ve kültürel hayatından etkilenerek birbirine benzemeye başlayabilirler. Bu durum, İslamî açıdan belli alanlarda bir sınıra kadar kabul edilebilse de bir safhadan sonra kendi değerlerinden kopuşu beraberinde getireceği için kabullenilemez. Kabul edilebilir benzemeler, ilim ve teknolojinin kullanımı, yeme, içme ve seyahat vasıtaları gibi hayatın devamında lazım olan araç ve gereçlerde vs. olabilir. Genel olarak bunlar, hayatı kolaylaştırmalarının yanında kendilerine dinî, itikadî, amelî ve ahlakî bir hüküm de terettüp etmeyen dünyevî bazı meseleler ve toplumun genelinin kullandığı temel ihtiyaç kategorisinde şeylerdir. 

Bir Kavme Benzeyen Onlardandır!

İslam’da, itikadî, amelî ve ahlakî hususlar da Müslüman olmayan toplumlara benzemek yasaklanmıştır. Allah Resûlü, “Kim bir kavme benzemeye çalışırsa, o onlardandır.”1 buyurarak bu konuda müminleri özellikle uyarmıştır. Zira fikrî, imanî ve ahlaki çözülmenin, yozlaşmanın temel sebeplerinden birisi de bu sahalardaki özenti ve benzemelerdir. Üstad Bediüzzaman da “Dinî, ahlakî meselelerde müsamaha ve teşebbühle medenîlere yanaşmaya kalkışmayın! Çünkü aramızdaki dere pek derindir; doldurup hatt-ı muvasalayı temin edemezsiniz. Ya siz onlara iltihak edersiniz veya dalalete düşüp boğulursunuz!”2 diyerek başkalarına benzemenin beraberinde getireceği bu tehlikeye işaret etmiştir. 

Efendimiz, “Bizden başkalarına benzeyen, bizden değildir…” buyurarak, kesin bir beyanla günümüz nesilleri tarafından çok da önemsenmeyen “başkalarına benzeme” meselesine hasseten dikkat çekmiştir. Hadiste geçen “Başkaları”ndan maksat, İslam’ın haricindeki dinlere ve din görünümlü yapılara mensup kimselerdir. Nitekim hadisin devamında örnek sadedinde şunlar zikredilmiştir: “Yahudilere ve Hristiyanlara benzemeyiniz. Mesela, Yahudilerin selamlaşmaları parmak işaretiyle, Hristiyanların selamı ise el iledir.”3 İslam’da selâm, dinî bir uygulama olarak kabul edildiği ve detayları Allah ve Resûlü tarafından belirlendiği için bu konuda tarz olarak başkalarına benzemek amelî bir sapmadır.

Hadis alimlerinden Münâvî, bu hadisteki “teşebbüh” ifadesini, yalnızca zahiri benzemeler olarak anlamamak gerektiğini; batınî yani zihinsel-duygusal benzemelerin de hadisin muhtevasına dahil olduğunu söylemiştir. Hatta ona göre, hadiste “duygu, düşünce ve inancın desteklediği benzeme” vurgusu daha öndedir. Bu açıdan o, teşebbühü/başkalarına benzemeyi, “Gayr-ı müslimler gibi helal ve haram ölçülerine riayet etmeden süslenmek, onlar gibi davranmak, onların ahlakıyla ahlaklanmak, onlar gibi yaşamak, giyim-kuşamda onları takip ve taklit etmek; yani zahir ve batının uyum içinde olduğu tam bir benzeme”4 şeklinde anlamamız gerektiğini belirtir. 

Efendimiz’in Bazı Uygulama Örnekleri

Efendimiz, ne iç ne de dış yönüyle putperestlere ve ehl-i kitaptan olan kimselere benzememeye özellikle dikkat etmiş ve ümmetine de sözlü ve uygulamalı bir şekilde bu hassasiyeti, ders vermiştir. Bu çerçevede Allah Resûlü, müşriklere benzememek için İslam’ın ruhuna zıt düşen örf ve adetler üzerinde bazı değişiklikler yapmıştır. Mesela, Cahiliye döneminde bir kimsenin çocuğu doğduğunda, ailesi onun için kurban keser ve hayvanın kanından bebeğin başına sürerdi. Efendimiz, kurban kesme adetini devam ettirmiş ancak başa kan sürme geleneğini kaldırmıştır. Onun yerine saçlarını tıraş etme ve ağırlığınca altın sadaka verme ve bir de başına za’feran (güzel koku) sürme sünnetini getirmiştir.5

Bir başka örnek de inananları namaza davet için yöntem arayışlarında yaşanmıştır. Allah Resûlü, namaza çağrı için nasıl bir yol takip edilmesinin daha uygun olacağını, ashabıyla istişare etmişti. Birisi, “Sancak dikelim. Namaz vaktinde dikilen bu sancağı gören herkes cemaatle namaza gelsin!” demişti. Efendimiz, bu teklifi beğenmemişti. Zira bu yöntem, Mecusîlere aitti. Bir başkası, “Ya Resûlallah! Boru çalınsın. Sesi duyan kimseler namaza gelsin.” teklifini sunmuştu. Efendimiz, “Bu Yahudilerin uygulamasıdır.” buyurarak bu görüşü de kabul etmemişti. Bazıları ise “Çan çalalım!” teklifinde bulunmuş; Efendimiz, “Bu da Hristiyanların işidir.” buyurmuştu.  Bu toplantıda ortak bir karara varamayan istişare heyeti, bir müddet sonra da dağılmıştı. Fakat o gün toplantıda bulunanlardan Hz. Abdullah İbn-i Zeyd, Efendimiz’in bu arayışıyla çok dertlenmişti. O gece rüyasında, kendisine ezan talim edilmiş; sabahleyin gelip rüyasında gördüğü ezanı Efendimiz’e okumuştu. Bunun üzerine “Bu haktır!” buyuran Efendimiz, Hz. Bilal’den kalkıp ezan okumasını istemişti.6 

Dolayısıyla Allah Resûlü, namaza davette yöntem olarak ehl-i kitap ya da mecusîlere benzemeyi hoş karşılamamış İslam’a has bir yol arayışına girmiştir. Zira her taklit, aslını hatırlatırken, hatırlatmakla kalmaz o asla ait bütün ritüel ve manaları da akla hayale getirir. 

Kılık-Kıyafette Benzeme Meselesi

Allah Resûlü, Yemen, Habeşistan, Mısır, İran ve Bizans çoğrafyasında üretilen ve kendisine hediye edilen elbiseleri kabul edip kullanıyordu. Fakat o toplumlar için milli, dinî ve külterel anlamda özel bir mana ifade eden ve onların şiarı haline gelmiş elbiseleri, onlara benzememe adına kullanmıyor, Müslümanların da kullanmamasını emir ve tavsiye ediyordu:7 “Rahiplerin elbiselerini giymekten sakının! Kim onların şekillerine bürünür ve onlara benzemek isterse benim çizgim üzere değildir!”8 Zira bu tür kılık-kıyafetler, sadece bir örtü değildir. “İnsanın mevkiini, cinsiyetini, kabilesini, bölgesini, milletini, medeniyetini, inançlarını ve hatta duygularını ortaya koyabilen en müessir vasıtalardan biridir. Adeta ferdin taşıdığı bir bayraktır… Bu yönüyle elbise bir işarettir ve karşımızdakine hangi gruba ait olduğumuzun mesajını verir.”9

Bu çerçevede Allah Resûlü, farklı din ya da putperest toplumlara benzememe ve onlar arasında asimile olmama adına bu konuda duyarlı hareket etmişti.  İslam’ı yaşayacak ve cihan çapında temsil edecek yeni bir toplum inşa edilirken onun diğer din ve sapkın kültürlerin küçük-büyük etkilerinden de muhafaza edilmesi gerekiyordu. Bunun için kılık-kıyafetleri de dahil, başkalarına benzememeleri, onları anımsatmamaları önemliydi. Zira şeklen benzemeler, bir süre sonra kimlik problemlerine kadar gidebilir, Müslüman ferdin, kendi din, ahlak ve medeniyetinden uzaklaşmasına sebebiyet verebilirdi. 

Yerel ve farklı kıyafet kullanımlarının adeta ortadan kalkarak bütün toplumların birbirinin kopyası haline geldiği global dünyamızda, kostüm benzerliklerinin önüne geçmek mümkün değildir. Buna, farklı inanç ve kültürlere sahip toplumlarla birlikte yaşamanın getirdiği zorunlulukları da dahil edersek “teşebbüh”ten kaçınmanın zorluğu anlaşılacaktır. Dolayısıyla günümüzde giyim-kuşamla ilgili benzemedeki ölçüyü, “helal sınırlarını aşıp harama girmeme” şeklinde anlamak daha doğru olacaktır. Zira İslam’da asıl olan başkalarından mutlaka farklı olmak değil helal dairesinde kalıp harama girmemektir. Mesela, Müslüman bir erkeğin giydiği bir giysi, girişte de ifade edildiği üzere başkalarının dini ritüellerinden kaynaklanan özel bir kostüm değil, haram kılınan bir üründen üretilmemişse ve İslam’ın örtünmesini emrettiği yerleri de örtüyorsa o giysiyi kullanmakta bir mahzur yoktur. Yine Müslüman bir kadının giydiği elbise, İslam’ın kadınlar için vazettiği tesettür emrinin -bütün vücudu örtmesi, vücut hatlarını belli edecek şekilde dar, vücudu gösterecek kadar ince ve şeffaf olmaması gibi- asgari şartlarına uyuyorsa bunda da bir mahzur düşünülemez. Yoksa problem, elbisenin kendisi değildir. “Marka ve moda bağımlılığı”, ise israf çerçevesinde ayrıca ele alınmalıdır.

Kur’ân ve Sünnetin “Müslüman erkek ya da kadınların kılık-kıyafeti sadece budur!” diye sabit bir kostüm dayatmaması da buna işaret etmektedir. Çünkü giyim-kuşamın dinin emir ve nehiyleriyle ilgisi olduğu kadar içinde yaşanılan coğrafya, toplum ve kültür ile de yakın bağları vardır. Dolayısıyla “Bir kavme benzeyen onlardandır!” hadisine dayanarak, örfe, geleneklere ve hâkim kültüre göre şekillenen ve toplumdan topluma zaman içerisinde değişikliler de gösteren kostüm anlayışını, tek tip bir kıyafete indirgeyip, “İşte İslam’ın emrettiği kıyafet budur.” demek ve onun dışındaki giyim-kuşamları reddetmek İslam’ın ruhu ve evrenselliğiyle de bağdaşmaz.  

Teşebbüh, Asimilasyonun Başlangıcıdır!

Bu konulardaki sakındırmanın bir temel hikmeti de önce özenti ve hayranlıkla başlayan benzemenin, zaman içerisinde kendi değerlerini küçümsemeye, kayıtsız şartsız başkalarına tabi olmaya ve tam bir teslimiyete dönüşme tehlikesidir. Bu tehlikeye dikkat çekmek için Efendimiz (aleyhissalatü vesselam): “Sizden öncekilerin yollarını karış karış, arşın arşın izleyeceksiniz. Hatta onlar, bir kertenkele deliğine girecek dahi olsalar arkalarından gideceksiniz.” buyurmuştur. Bunun üzerine ashab-ı kiram, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Onlar, Yahudiler ve Hristiyanlar mıdır?” diye sormuş, Efendimiz’de, ‘Başka kim olabilir ki?”10 cevabını vermişti. Böylece Allah Resûlü, bütün Müslümanları yaşadıkları çağda peşine takıp sürükleyecek hâkim dinler, felsefi akımlar, ideolojiler ve din görünümlü hareketler karşısında uyarmış; daima uyanık olmalarını, Kur’ân ve Sünnet çizgisinde kalarak kendilerini asimile olmaya karşı korumaya almaları gerektiği mesajını vermişti.       

Allah Resûlü sadece dini ve ahlakî konularda değil, İslam’ın emirlerine ters düşen dünyevî meselelerde de başkalarına benzememe adına tavsiyede bulunmuştur. Mesela çevre temizliği bunlardan birisidir. O gün Medine’de yaşayan Yahudiler çevrelerini temiz tutmuyor, çöplerini avluya atıyorlardı. Bu uygulama karşısında Efendimiz ashabına: “Şüphesiz Allah güzeldir, güzel olanı sever. Temizdir, temizliği sever. Kerîm’dir, keremi sever. Cömerttir, cömertliği sever. Avlularınızı temizleyin ve temiz tutun ve bu konuda Yahudilere benzemeyin.”11 buyurmuştu.  

Muhacirler, hicret yurdunda asimile olmama adına dinî, itikadî, amelî ve ahlakî meselelerde onlara özenmemeye ve benzememeye dikkat etmelidir. Aksi takdirde başkalarını taklit etmede ve onlara tabi olarak yaşamakta mahzur görmeyen ve bundan dolayı zamanla bütünüyle yabancılaşan nesiller, artık İslam’dan uzaklaştıklarının da farkına varmayacak hatta bunu önemsemeyeceklerdir bile. Hatta bu durum aynı din mensuplarının arasında tefrikaya da sebebiyet verecektir. Sonunda taklit ve benzemeyle İslamî kimliğinden uzaklaşan Müslüman topluluklar, fikir ayrılıkları içerisinde bocalayacak, ciddi zaman, imkân ve kuvvet kaybı da yaşayacaktır.   

Teşebbühün Çaresi: Allah Resûlü’nü ve Ashâbı Örnek Alma12

Hicret diyarında, baskın kültürün ve modern hayatın menfi tesirlerinden korunmak ve asimilasyona uğramadan entegre olma adına, Muhacirlerin, İslâm’ı iyice öğrenmesi ve eşsiz bir örnek olarak Allah Resûlü’nü ve ashâbını iyi tanıması şarttır. Zira Müslümanın, içi ve dışıyla kendisine benzemeye çalışacağı tek örnek şahsiyet Efendimiz’dir: “Hakikaten, Resûlüllah’ta sizler için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı bekleyenler ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel örnekler vardır.”13 Örnek toplum ise Efendimiz’in: “Benim ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine tabi olursanız hidayete erersiniz.” buyurarak arkadan gelen müminlere adres gösterdiği sahabedir.  Bu çerçevede O’nu ve ashabını yakından tanıyıp örnek alanlar, nereye giderlerse gitsinler ve nerede yaşarlarsa yaşasınlar asla savrulma yaşamayacaklardır. 

Sonuç

  • Entegrasyon, bütünüyle karşıdakine benzeyerek, “o olmak” demek değildir. Kendi öz değerlerini kaybetmeden ve karşındakileri ötekileştirmeden onlarla birlikte barış ve huzur içinde yaşamaktır. 
  • Kuru bir özentiyle başkalarına benzemeye çalışanlar, zamanla öz benliklerini kaybeder ve bir ömür boyu arayış içerisinde bocalar, bir adım yol alamazlar. Zira özentiyle, öz bulunamaz, öze varılamaz.  
  • Hicret yurdu, adalet ve özgürlükler diyarıdır. Muhacirin, hürriyete kavuştuktan sonra taklit ve teşebbühle tekrar köleleşmeye soyunması, davası uğruna kandan-irinden deryalar geçtikten gölde boğulması demektir ki bu, ne iman hakikatiyle ne de hicret anlayışıyla bağdaşır.
  • Muhacirler, var olan enerji ve imkanlarını başkalarına benzemek için değil inançlarını sürdürmek, yaşamak, nesillerine aktarmak ve başkalarına anlatmak için kullanmalıdır. Zira ancak yaşanan inançlar, gelecek nesiller tarafından tevarüs edilecektir.
  • Muhacirler, başkalarına benzeyip sahip olduğu güzellikleri kaybetmek yerine bilakis farklılıklarını ve değerlerini içinde yaşadığı topluma kazandırıp onlara zenginlik ve renk katmalıdır.
  • İnançlarını yaşayarak kendi kişiliğini inşa edememiş olanlar başkalarına özenir ve onları taklitle onlar gibi olmaya çalışırlar. İslâm’ı bilen ve şuurluca yaşamaya çalışan kimseler de ise bu tür şahsiyet bunalımları olmaz. Onun için körü körüne taklit, imanın bir şubesi değil olsa olsa dalaletin bir koludur.
  • Başkalarına benzemekle değil ama Allah Resûlüne tabi olmakla, ferd, aile ve toplum olarak arzu ettiğimiz ufka, hakiki izzet ve şerefe ulaşabiliriz. Kur’an’ın beyanıyla “…Hakiki izzet, şeref ve itibar Allah’a, Resûlüne ve Müminlere aittir…”14

Yazar: Dr. Selim Koç

Dipnot:

  1. Ebu Davud, Libas 4 (4031); Müsned, II/50 (5114)
  2. Said Nursî, Mesnevi, s. 167
  3. Tirmizî, İsti’zân 7 (2695)
  4. Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, VI/104
  5. Ebu Davud, Dahâyâ 21 (2843)
  6. Ebu Davud, Salât 27 (498)
  7. Bkz. Müslim, Libâs 4 (2077)
  8. Heysemî, Zevâid 5/131
  9. Daha geniş bilgi için bkz. İslam’da Kılık-Kıyafet ve Örtünme, Prof. Dr. Ümit Meriç’in “Sosyolojik Açıdan Kılık-Kıyafet ve İslam’da Örtünme” adlı tebliğinden, s., 34, İslamî İlimler Araştırma Vakfı Yay. İstanbul 1987
  10. Buharî, Enbiya 50 (3456); İ’tisâm 14 (7320); Müslim, İlim 6 (2669)
  11. Tirmizî, Edeb 41 (2799)
  12. Allah Resûlü ve ashâbının, itikadî, ameli ve ahlaki konularda nasıl örnek alınacağı hususu müstakil bir makale olarak ayrıca ele alınacaktır.
  13. Ahzab, 33/21
  14. Münâfikûn, 63/8
1 yorum
  1. […] İşte o yazı: […]

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.