Ebû Basîr (ra) gelişi ve anlaşmaya sadakat

556

Hudeybiye’den dönen Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), ashâbıyla birlikte  artık Medine’ye gelmişti. Çok geçmeden Ebû Cendel’den sonra bu sefer de, Mekke müşriklerinin eza ve cefalarından kurtulup kendini Resûlullah’ın güven veren semtine atmak isteyen Ebû Basîr1 çıkagelmişti; Zühreoğullarının müttefikiydi. Ancak o da, Mekke’de Müslüman olunca Ebû Cendel gibi hapisler, işkenceler, envâiçeşit hakaretlere maruz kalmıştı. Şimdi ise, bir fırsatını bulmuş ve bütün sıkıntılarından kurtulma ümidiyle kendini Medine’ye atıyordu. Ayakları şişmiş ve yara-bere içindeydi; zira Mekke’den yaya olarak kaçabilmiş ve izini kaybettirmek için patika yolları tercih ederek buraya kadar gelebilmişti.

Onun aralarından kaçıp da Medine’ye sığındığını haber alır almaz Mekke müşrikleri bir araya geldi ve Hudeybiye Anlaşması gereği Efendimiz’den Ebû Basîr’i geri isteme kararı aldılar. Buna göre Ahnes İbn Şerîk ile Ezher İbn Abdiavf, bir mektup yazacak onu, Huneys İbn Câbir ile Resûlullah’a göndereceklerdi.

Huneys, yolda rehberlik yapması için yanına Kevser adındaki kölesini de alarak, Ebû Basîr’den üç gün sonra Medine’ye geldi, mektubu Allah Resûlü’ne ulaştırınca Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, onu Übeyy İbn Ka’b okudu:

– Seninle birlikte yaptığımız anlaşmanın şartlarını biliyorsun, diyorlardı. “Arkadaşlarımızdan her kim Sana gelirse onu bize iade etme konusunda aramızda şahitler tutmuştuk; öyleyse şimdi Sen bize arkadaşımızı gönder!”

Zor bir karardı. Ama benzeri zorluklar yaşanmadan umumî sulhun temini de mümkün gözükmüyordu.2 Onun için Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebû Basîr’i yanına çağırarak, kendisini almak için Mekke’den gelen iki kişiyle birlikte geri dönmesini emretti.

Ebû Basîr de şoktaydı:

– Yâ Resûlallah, diyordu. “Onlar, dinim konusunda bana baskı yapıp da dinimden geri döndürmek için fırsat kollarlarken Sen beni müşriklere mi gönderiyorsun?”

Anlatılması zor bir işti ve Habîb-i Kibriyâ Hazretleri Ebû Basîr’i karşısına alarak, şefkat dolu bir ses tonuyla şunları söylemeye başladı:

– Ey Ebâ Basîr! Senin de bildiğin gibi biz, o kavimle bir anlaşma yapıp bazı sözler verdik; dinimize göre bu anlaşmayı yok sayıp da gadreden biz olamayız! Ancak şu kadar var ki Allah (celle celâluhû), hem senin hem de senin konumundaki diğer Müslümanlar için mutlaka bir çıkış yolu ve çözüm ihsan edecektir!

Resûl-ü Kibriyâ’dan duydukları karşısında endişelerini yeniden dile getiren Ebû Basîr, çaresizlik içinde kalmış birisinin yalvarışıyla:

– Yâ Resûlallah, diyordu. “Beni gerçekten müşriklere teslim mi ediyorsun?”

İki alternatif vardı ve Efendiler Efendisi de ikisinden birisini tercih etmek durumunda kalmıştı. Umumun selameti ve insanların İslâm’la daha yakından tanışıp imana gelmeleri adına bugün çekilen sıkıntılar yarın yok olup gidecek ve tatlı birer hatıraya dönüşecekti; onun için:

– Geri dön, yâ Ebâ Basîr, dedi Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem). “Çünkü Allah (celle celâluhû), senin için de bir çıkış yolu ve çözüm ihsan edecektir!”

Bütün kapılar kapanmış ve Ebû Basîr de, Kureyş’in elçisi Huneys ve onun kölesi Kevser ile Mekke’ye doğru yola çıkmıştı. Yeniden işkence, baskın, takip ve benzeri sıkıntıların içine dönüyordu! Bu arada yanına yaklaşanlar vardı ve:

– Ey Ebâ Basîr, diyorlardı. “Allah’ın, senin için de bir çıkış yolu ve çözüm ihsan edeceğinde şüphen olmasın; Resûlulah’ın bu müjdesiyle şimdiden sevinmene bak! Bazen bir adam, bin adamdan daha üstün olabilir; sen şöyle şöyle yap!”

Bunları söylerken onların maksadı belliydi. Ebû Basîr’in geri giderken Kureyş’in elçilerini öldürdüğü takdirde bir çıkış yolu bulabileceğini düşünmüşler ve ürettikleri bu çözümün mümkün olduğunu görerek bunu Ebû Basîr’e hatırlatmışlardı. Hatta Hz. Ömer (radıyallahu anh) ona:

– Sen adam gibi adamsın ve yanında da kılıcın var, diyerek aynı konuyu daha açık bir şekilde dile getirmiş oluyordu.

Zü’l-Huleyfe denilen yere geldiklerinde Ebû Basîr, bir yolunu bulup Huneys’i öldürecek ve yeniden Medine’ye gelecekti. Kev­ser’in de üzerine yürümüştü ama yetişememişti. Can havliyle Kevser, Resûlullah’ın şefkat kollarına kendini atacaktı. Medine’ye girdiğinde Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), ashâbıyla ikindi namazını kılmış oturuyordu; onun bu şekilde gelişini görünce:

– Bu adam çok korkmuş, buyurdu. Yanına gelir gelmez de:

– Sana ne oldu? Bu hâlin de ne, diye sordu. Soluk soluğa kalan Kevser, kesik cümlelerle şunları söylemeye başladı:

– Öldürdü! Vallahi de sizin arkadaşınız, benim arkadaşımı öldürdü! Az kalsın beni de öldürecekti; yakamı ondan zor kurtardım!

Allah Resûlü’nden yardım isteyip kendisini korumasını talep ediyordu ve Resûlullah da ona emân verdi.

Çok geçmeden Ebû Basir de gelmişti; Huneys’in devesine binmiş ve kılıcını da kuşanmış hâlde huzura geldi ve:

– Yâ Resûlallah, dedi. “Sen üzerine düşeni yaptın ve böylelikle Allah da Senden sorumluluğu kaldırmış oldu; Sen, anlaşmaya sadık kalarak beni düşmanın eline teslim ettin. Ben ise, dinim konusunda fitneye düşürülüp şiddete maruz kalmamak için kendimi savundum!”

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), bir taraftan Ebû Basîr’in kurtuluşuna seviniyordu ama diğer taraftan böyle bir hareketin beraberinde getireceği krizleri de hesap etmek durumundaydı. Bu, yeni bir durumdu ve bundan sonra ne türlü gelişmelerin olacağı da henüz meçhuldü. Onun için önce:

– Vah onun hâline, dedi. İfadelerinde hem Ebû Basîr’in yaptığını kınama hem de ortaya çıkan sonuçtan duyduğu endişe gizliydi. Arkasından şunu ilave etti:

– Şâyet yanında birileri daha olsaydı bu, yeni bir savaş demekti!

Ebû Basîr, ferasetli bir insandı ve Resûlullah’ın bu cümlelerinden, kendisini yeniden Kureyş’e teslim edeceği sonucunu çıkarmıştı. Anlaşılan, onun için şimdilik Medine’de Resûlullah’la birlikte ömür sürmenin imkânı yoktu; başını alıp gitmeli ve kendi yolunu kendisi belirlemeliydi. O da, kavuşmak için can attığı Resûlullah’a veda edip büyük bir hüzün içinde Medine’den ayrılacaktı.3


Yazar: Dr. Reşit Haylamaz/EFENDİMİZ isimli kitabından alınmıştır.

Dipnot:

  1. İsminden daha ziyade Ebû Basîr künyesiyle meşhur olan bu sahabînin adı, Utbe İbn Esîd’dir. Bkz. İbn Hişâm, Sîre, 4/291; Beyhakî, Sünenü’l-Kübra, 9/227; İbn Hacer, el-İsâbe, 4/433 (5401)
  2. Daha sonra gelecek olan âyetle bu hükümden, sadece Mekke’deki işkenceden kaçan Ümmü Gülsüm gibi hanım sahabîler istisna tutulmuştu. Bkz. Mümtehıne, 60/10
  3. Bundan sonra Ebû Basîr, sahil yolunu takip ederek Îs denilen yere yerleşecekti. Onun burada karargâh kurduğunu duyan diğer mü’minler de, sırasıyla buraya gelecek ve Mekke müşrikleri için büyük bir tehlike oluşturacaklardı. Ebû Cendel de gelmişti. Hatta kendilerine, etraftaki kabilelerden de katılanlar olacak ve bir gün Mekkeliler, Ebû Süfyân’ı Medine’ye göndererek âdeta yalvarırcasına Hudeybiye Anlaşma’sının ilgili maddesini geçersiz saydıklarını ifade edeceklerdi. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.s.) Ebû Basîr’e mektup yazacak, ancak bu sırada hasta olan Ebû Basîr, Efendimiz’in mektubunu okurken orada vefat edecekti. Bkz. Vâkıdî, Meğâzî, 1/625-629; İbn Abdilberr, İstîâb, 4/1614 (2875); İbn Esîr, Üsüdü’l-Ğâbe, 3/146
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.