Hz. Ebû Bekir’in (ra) Kefeni ve Hayırda Yarış

1.929

Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), denilince akla gelen şeyler, ilk yetişkin Müslüman olması, sıddıkiyeti, her manada Allah Resûlü’ne yakınlığı ve halifeliğidir. Bunların yanında onun hayatında öyle hassasiyetler vardır ki müminlere, dünya hayatını, maddi manevi imkanları, makam, mevki ve donanımı en doğru ve verimli şekilde kullanma adına nice dersler içerir. Bunların başında da mali imkanlarını, başkalarına sahip çıkma, onları kurtarma, yetiştirme ve yaşatma hususunda kullanması gelir. O, hayatı boyunca hep fakir ve muhtaçların yanında yer almış, israftan uzak durmuş ve malını hep hayır yolunda harcamıştır. Bir ömür böyle yaşamış ve bu hal üzere de vefat etmiştir. Vefatından az önce kefeniyle alakalı yaptığı vasiyet, bunun apaçık bir göstergesidir ki buna geçmeden önce onun hayatına bir göz atmak, bu vasiyeti anlama adına bize yardımcı olacaktır. 

Yetim Mistah’a ve Ailesine El Uzatıyor

İlk vahyin indirilişinden on yıl önce dünyaya gelen teyzesinin kızının oğlu Mistah İbn-i Üsâse, çok geçmeden babasını kaybetmiş ve yetim kalmıştı. O günün cahiliye Mekke’sinde bu durum, eğer birisi sahip çıkmazsa büyük bir sıkıntı demekti. Ailenin şerefiyle yaşaması, Mistah’ın yetişip kendine toplum içerisinde saygın bir yer edinmesi çok zordu. Çünkü her şey, evin erkeğinin gücüyle yürüyordu. Ve babasını kaybeden Mistah’ın bu şartlarda şehrin ayaktakımından birisi haline gelmesi kuvvetle muhtemeldi. Böylesi bir akıbetle Mistah’ı karşı karşıya bırakmak istemeyen Hz. Ebû Bekir, ona ve ailesine sahip çıkmaya karar verdi. Artık onlarla yakından ilgileniyor; mali ihtiyaçlarını karşılama adına düzenli mali yardımda bulunuyordu. Hz. Ebû Bekir’in Mistah ve ailesine olan bu desteği, vefatına kadar yaklaşık 36 yıl devam edecekti.

Mazlum Müslüman Köleleri Satın Alıp Azad Ediyor

Onun, sahip olduğu imkanları ihtiyaç sahibi insanlar için kullanması, yakın dostu Hz. Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem), peygamberliğin verilmesinden sonra ayrı bir boyut kazandı. Her ne kadar o, İslam davetine “Evet!” deyip O’nun yanında yerini alsa da başta ileri gelenleri olmakla Mekkelilerin büyük çoğunluğu “Hayır!” demiş ve İslam’ı bitirmek için karşılarına dikilmişlerdi. Bununla da yetinmemiş Müslüman olduğunu öğrendikleri şahıslara karşı ağır işkencelere başlamışlardı. Özellikle köle iken İslam’ı tercih edenler, efendilerinin zulümleri altında inim inim inliyorlardı. 

Mümin kardeşlerini bu şekilde görmek, Hz. Ebû Bekir’e çok ağır geliyordu. O güne kadar ticaretten elde ettiği 40 bin dirhemlik birikimini, bu zayıf ve kimsesiz Müslümanları kurtarmak için harcamaya karar verdi. Onları sahiplerinden satın alıp hürriyetlerine kavuşturursa belki çektikleri ezanın ve cefanın önüne geçebilirdi. Hemen hareketi geçti. İlk olarak çok ağır işkenceler altında bulunan Hz. Bilâl’i ve annesi Hamâme’yi satın alıp azad etti; hem kölelikten hem de işkenceden kurtardı. İlerleyen günlerde Âmir İbn-i Füheyre’yi, Ebû Fükeyhe’yi, Ümmü Ubeys’i, Zinnîre’yi, Lübeyne’yi, Nehdiye ve kızını, büyük paralar ödeyerek satın alıp hürriyetine kavuşturdu ve efendilerinin işkencelerinden kurtardı.1 

Onun bu faaliyetleri, babası Ebû Kuhafe’yi rahatsız etmişti. Oğlu Ebû Bekir’e, güçsüz ve zayıf köleler yerine güçlü kuvvetli olanları satın almasını en azından onları işlerinde kullanabileceğini söylüyordu. Buna karşılık Hz. Ebû Bekir, maksadının onlardan faydalanmak değil onları zulümden kurtarıp Allah’ın rızasını kazanmak olduğunu ifade ediyordu.2 Onun bu niyeti ve yaptıkları, ind-i ilahide de takdir edilmiş ve Leyl Sûresi’nin şu ayetleriyle duyulan hoşnutluk beyan edilmişti:3 “Malını Allah yolunda harcayıp O’na saygı duyarak haramdan sakınan, O en güzel kelimeyi (kelime-i tevhidi) tasdik eden kimseyi, Biz de en kolay yola muvaffak ederiz.4 O, verdiğini kendisine yapılan bir iyiliğin karşılığı olarak vermez. Verdiğinden ötürü hiç kimseden mükâfat da beklemez. Sadece ve sadece yüce Rabbini razı etmek ister. Kendisi de ukbada elbet hoşnut olur.”5

Servetinin Kalan Kısmını Muhacirlerin İhtiyacı İçin Yanına Alıyor 

Hz. Ebû Bekir (radiyallahü anh), 38 yıl boyunca Şam, Mekke ve Yemen arasında mekik dokuyarak çok zor şartlarda biriktirdiği 40.000 dirhemlik servetinin büyük çoğunluğunu Mekke döneminde Müslümanlara sahip çıkmak ve onları desteklemek için harcamıştı. 13 yıl sonra hicret edeceği zaman sandığında sadece 5.000 dirhemi kalmıştı. Hicret ederken servetinin kalan bu kısmını da yanına almıştı. Hatta hicret ederken ailesini Mekke’den çıkartamayan Hz. Ebû Bekir, geriye nakit olarak hiçbir şey bırakmamış; onları Allah’a emanet etmişti. Onun böylesi bir tavır ortaya koyabileceğini tahmin eden âma ve müşrik babası Ebû Kuhafe, soluğu torunu Hz. Esma’nın yanında almış ve giderken Hz. Ebû Bekir’in paraları götürüp götürmediğini sormuştu. Para sandığını çakıl taşlarıyla dolduran Hz. Esma, kapağı açıp büyükbabasından elini uzatıp kontrol etmesini istemişti. Çakılları dirhem zanneden Ebû Kuhafe’nin içi rahatlamıştı.6

Mescid-i Nebevî’nin Arazisini Satın Alıp Bağışlıyor

Hz. Ebû Bekir (radiyallahü anh) yanına aldığı parası ile hicret yolunda kafilenin ihtiyaçlarını gidermeyi, Medine’ye varınca muhacirlerin problemlerinin çözümüne yardımcı olmayı ve hicret diyarında hayata tutunma adına ticaret sermayesi olarak kullanmayı düşünüyordu. Nitekim Allah Resûlü’nün hicret ederken kullanacağı deveyi de O’nun için satın almış; karşılıksız vermek istese de kabul edilmemiş ve aldığı fiyata (400 dirhem) O’nun tarafından satın alınmıştı. Hicret yolculuğuna kılavuzluk yapan Abdullah İbn-i Uraykıt’ı kiralayan da yine Hz. Ebû Bekir’di.7

Medine’ye varır varmaz devesi Kasva’nın çöktüğü araziye bir mescid yapmaya karar veren Allah Resûlü, arsanın sahiplerini bulmuş, 10 dinara onlarla anlaşmış ve Hz. Ebû Bekir’den parayı verip burayı satın almasını istemişti. Araziyi satın alan Hz. Ebû Bekir, mescid inşası için vakfetmiş ve Allah Resûlü de buraya yeryüzünün en değerli ikinci mabedini; Mescid-i Nebevî’yi inşa etmişti.8

Allah Resûlü’nün Vereceği Mehri Ödüyor

Allah Resûlü, Hz. Hadîce’nin vefatından sonra Hz. Ebû Bekir’in kızı Hz. Âişe ile nişanlanmıştı. Fakat nişanın üzerinden tam dört yıl geçmesine rağmen evlilik gerçekleşmemişti. Hicretin onuncu ayı Şevval’e girilmiş ve Allah Resûlü’nün ikamet edeceği Mescid-i Nebevî’nin inşası bitmişti. Evliliğin gerçekleşmesine mâni olacak hiçbir engel gözükmüyordu. Huzura gelen Hz. Ebû Bekir, “Ya Resûlallah! Ehlinle aynı çatı altında olmanıza mâni olan bir şey mi var?” diye sormuş; bizzat geline verilmesi gereken mehri kastederek Allah Resûlü, “Sadâk!” buyurmuştu. O gün yeterli mali imkânı olmadığı için O (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Âişe’nin hakkı olan mehri ödeyemiyor bundan dolayı da evlilik gerçekleşmiyordu. Aldığı cevap üzerine hemen harekete geçen Hz. Ebû Bekir, Allah Resûlü’nün ödeyeceği 400 dirhemlik mehri, O’nun adına kızına kendisi ödemiş ve nişanlıları birbirine kavuşturmuştu.

Malının Tamamını Allah Yolunda İnfak Ediyor 

Allah Resûlü’nün sürekli en yakınında bulunan, O’na danışmanlık yapan Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), kendisine izin verilmediği için Medine’den ayrılamıyordu. Hatta Allah Resûlü cephede bile onun çarpışma meydanına inmesine izin vermiyordu. Bundan dolayı Hz. Ebû Bekir, Medine’den ancak bir defa o da Mekke’nin fethinden sonra özel izinle ticaret için ayrılmıştı. Ticarî faaliyetlerini daha çok Medine içinde sürdürüyordu. Hem buradan elde ettiği geliri hem de katıldığı gazvelerden payına düşen ganimeti, Allah yolunda Müslümanların başındaki gailelerin ortadan kaldırılması için harcıyordu. 

Hicretin dokuzuncu yılında Tebûk’e hareket edecek ordunun ihtiyaçlarının giderilmesi adına Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), seferberlik ilan edip ashâbı himmete çağırdığında ilk olarak o gelmiş ve malının tamamını Allah yolunda infak etmişti. Allah Resûlü arkada ehline bir şey bırakıp bırakmadığını sorduğunda onlara, Allah’ı ve Resûlü’nü bıraktığını söylemişti. Onunla infak hususunda yarışmak isteyen ve malının yarısını getirip infak eden Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir’in infaktaki hızını ve seviyesini görünce onun bu noktada da geçilemeyeceğini ifade etmişti. 

Maaşının Artanını Hazineye Devrediyor 

Tebûk seferi için yapılan infakın üzerinden yirmi ay geçmiş, Allah Resûlü vefat etmiş ve Hz. Ebû Bekir, halife seçilmişti. Halifeliği sürecinde de o, şahsî malını kullanma noktasındaki bu hassasiyetini devam ettirmişti. Geçimini temin etmek için ilerlemiş yaşına rağmen bizatihi çalışıyor; ticaret yapıyor ve koyun sağıyordu. Ashâbın ileri gelenleri, bu durumun devlete ve halka ait idari işleri takip noktasında sıkıntı oluşturabileceğine kendisini ikna edip ona belli bir maaş belirlemişlerdi. O bu parayı kullanırken de çok hassas hareket ediyor; ihtiyacından fazlasına dokunmuyor hazineye aktarıyordu.

Vefat ederken şahsi malının beşte dördünü infak etmişti. Halifeliği sırasında kendisine tahsis edilen maaşa karşılık sahibi olduğu bir bahçenin hazineye devredilmesini vasiyet etmişti. Bununla yetinmemiş halife olmadan önceki serveti ile olduktan sonraki servetinin karşılaştırılıp çıkan fazlalığın hazineye devredilmesini talep etmişti. Bunların yanında halifeliği sırasında satın alıp kullandığı hizmetçinin, devenin, bir bardak ve süt kabı dahil eşyaların da hazineye devredilmesini vasiyet etmişti. Bu vasiyetleri, Hz. Ömer’e iletilince gözleri yaşarmış ve kendisinden sonra gelen şahsa yaşanması zor bir hayat bıraktığını ifade etmişti.9

Eski Elbiseleriyle Kefenlenmeyi Vasiyet Ediyor

Halifeliği sırasında Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), Hz. Hâris İbn-i Kelede (radıyallahu anh) ile birlikte kendisine ikram edilen bir aşı, yemek için oturmuşlardı. Birer lokma yemişlerdi ki Hz. Hâris, “Ey Allah Resûlü’nün halifesi! Elini çek! Bu aşta bir sene sonra etkisini gösterecek bir zehir var! Ben ve sen aynı günde öleceğiz!” dedi. Hz. Ebû Bekir, elini çekti. Fakat zehir artık ikisinin de bedenine dahil olmuştu. Tam bir yıl boyunca zehrin etkisini vücutlarında hissettiler.10 

Yılın bitimine sayılı günler kala zehir etkisini daha da artırmış; hastalığa daha fazla dayanamayan Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), yatağa düşmüştü. Ecelinin yaklaştığını anlamış, başta ümmetin selameti, birlik ve beraberliği olmak üzere değişik konularda vasiyetlerde ve nasihatlerde bulunmaya başlamıştı. Kısa süren halifeliği döneminde çok büyük gailelerle karşılaşmış ve tek tek hepsini çözmüştü. Hazır hayattayken her şeyi en makul ve makbul şekilde planlamak istiyordu. Çok farklı konularda vasiyetlerde bulunmuş sıra vefatından sonra nasıl kefenleneceğine gelmişti. Yanında kızı, müminlerin annesi Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) vardı. Ona döndü ve: “Öldüğüm zaman eski elbiselerimi yıkayıp bana kefen yap!” buyurdu.

Şaşıran Hz. Âişe, “Ey babacığım! Allah sana rızık verdi ve ihsanda bulundu. Seni yeni kumaşla kefenleriz!” şeklinde karşılık verdi. Ömrünü özellikle de halifelik yıllarını kılı kırk yararcasına dikkatli geçiren ve sahip olduğu imkanları hep insanlara faydalı olmak için kullanan Hz. Ebû Bekir, “Hayatta olan insanın, yeni kumaşa daha fazla ihtiyacı vardır. Onu giyer; kendisini korur. Ölüye kefen yapılan ise sadece irin ve çürüğe dönüşür.” buyurdu.11 O vefat ederken bile başkalarını düşünüyor; kefenin kısa zamanda çürüyeceğini hesaba katıp onunla bile birilerinin elinden tutmayı planlıyordu. Dediği gibi de yapılmış kefen yapılması düşünülen yeni kumaşlar, ihtiyaç sahibi birilerine verilmiş ve Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), eski elbiseleriyle kefenlenmişti.

Sonuç

Hz. Ebû Bekir’in vefatından yıllar sonra bir adam, Hz. Bilâl’le karşılaşmış ve o gün yapılan at yarışını kastederek “Kim geçip birinci oldu?” diye sormuştu. Hayırda yarıştan başka müsabaka bilmeyen Hz. Bilâl, Asr-ı Saadet’e gitmiş ve “Muhammed!” demişti. Bunun üzerine aynı adam “Yarışta onun arkasından kim geldi?” diye sormuş; Hz. Bilal, “Ebû Bekir!” karşılığını vermişti. Hz. Bilal’in yaptığı nükteyi yeni farkeden adam, “Ben sadece bugün yapılan at yarışını kast etmiştim.” deyince Hz. Bilâl, “Ben yarış denilince sadece hayırda yarışı bilir ve onu kast ederim.” cevabını vermişti.12 Hz. Bilal’in de ifade ettiği gibi Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), birçok meselede olduğu gibi malını hayırlı hizmetlerde kullanma hususunda da Allah Resûlü’ne en yakın insandı.

Dipnot:

  1. İbn-i Hişâm, Sîre 146, 147
  2. İbn-i Hişâm, Sîre 147
  3. Bkz. İbn-i Hişâm, Sîre 147
  4. Bkz. Leyl Sûresi 5-7
  5. Bkz. Leyl Sûresi 19-21
  6. Bkz. İbn-i Hişâm, Sîre 225
  7. Bkz. İbn-i Hişâm, Sîre 224
  8. İbn-i Sa’d, Tabakât 1/174
  9. Paragrafta verilen bilgiler için bkz. İbn-i Sa’d, Tabakât 3/143-146
  10. İbn-i Sa’d, Tabakât 3/148
  11. İbn-i Sa’d, Tabakât 3/146, 147, 154
  12. İbn-i Sa’d, Tabakât 3/127
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.