Allah Resûlü (sas) Zî Tuvâ’da (4 Zilhicce 10 Hicrî)

222

Bugün, yolculuğun dokuzuncu günü. Daha farklı bir ifadeyle hac kafilesinin Mekke’ye daha yakın olduğu bir gün. Yaklaştıkça sayısı daha da artan kafilenin heyecanına diyecek yok. Geceleyin yürüyenlerin her adımı, onları vuslata yaklaştıran ayrı bir heyecan demek! Semadaki yıldızların altında, onlara paralel yürüyen yıldızlarıyla birlikte Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), sabaha yakın bir zamanda Merrü’z-Zehrân’a ulaştı ve gün boyunca burada kaldı. 

Mekke’ye 24 kilometre mesafede olan Merrü’z-Zehrân, bundan iki yıl önce fethe giderken konaklayıp etrafındaki on iki bin ashâbına ateş yaktırdığı, gecesini burada geçirip ertesi sabah fetih için Mekke’ye yürüdüğü yerin adıydı. O’nunla o geceyi burada yaşayanların dünyasında, başkalarına anlatacak çok hâtıra söz konusuydu. Bu kadar kalabalığın içinde o günü merak edip soran ve sorulan sorulara hâtıraların ışığında cevap veren bir hayli insan vardı!

Aynı zamanda o, 300 civarında su kuyusunun bulunduğu önemli vadilerden birisidir. Efendimiz’in her uğradığı yere uğrayıp ziyaret etmeyi itiyat haline getiren Abdullah İbn-i Ömer Hazretleri (radıyallahu anhümâ), o gün Efendimiz’in konakladığı yeri tarif ederken şöyle demiştir: 

“Konakladığı yer, bir sel yatağı idi ki orası ile yol arasında, bir taş atımlık mesafe vardı!”

Havaların bir nebze serinlemesiyle birlikte o gün Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), mahşeri kalabalıkla birlikte Merrü’z-Zehrân’dan hareket etti ve gün batımında Serif’e ulaştı. Mekke’ye yaklaşıldıkça sayısı artan kalabalıkların tekbir, tehlil ve telbiyeleri de gürleşiyordu.  

Serif, Kâbe’ye on kilometre mesafede ve Allah Resûlü’nün üzerinde derin izler bırakan yerlerden birisiydi. Zira annelerimizden Hazreti Meymûne ile burada evlenmiş, bir ağacın altında kurulan çadırda zifafa girmişti. Annemiz açısından da burası önemli hatıralar barındırıyordu. Sonraki yıllarda çok farklı bir tevafuk daha gerçekleşecekti. Efendimiz’le evlendiği bu mekânda o, 80 yaşında tam 44 yıl sonra vefat edecek ve buraya defnedilecekti. 

Mekke’de bulunduğu günlerden birisinde hastalanınca öleceğini hissetmiş ve yanındakilere, “Beni Mekke’den çıkartın; çünkü bana Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), Mekke’de ölmeyeceğimi söyledi!” diyerek ikaz etmişti. Bunun üzerine, yakınları onu almış ve Serif’e getirmişlerdi. Efendimiz ile zifafa girdiği aynı ağacın altına geldiğinde ruhunu burada teslim etmiş ve böylelikle Nebevî bir haberin daha doğruluğu tescil edilmişti. Mezarı da bugün burada bulunmaktadır.

Serif’e gelindiğinde başka bir gelişme daha oldu. İbadet için çıktığı yolda buraya kadar gelen Hazreti Âişe’ye (radıyallahu anhâ), ay hâli ârız olmuştu. Efendimiz’le birlikte umre ve hac yapmayı, tavaf ve sa’yi candan arzulayan, O’nun attığı her adımı takip edip söz konusu ibadetlerin ahkâmı adına çok şey öğrenmeyi hedefleyen ve bunun için onca yolu kat eden Annemiz, ârız olan bu hâl karşısında çok üzülmüş ve ağlamaya başlamıştı. Onu böyle ağlarken gören Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) sordu: 

“Seni ağlatan ne; niçin ağlıyorsun?”

Mahcubiyet içinde, “Bu yıl hac yolculuğuna çıkmamış olmayı ne kadar isterdim!” dedi. Allah Resûlü, halini anlamış ve ona, “Muhtemelen sen hayız gördün!” buyurmuştu. Başını sallayan Hazreti Âişe (radıyallahu anhâ), “Evet!” diyordu. Bunun üzerine Habîbullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: 

“Bu hâl, Allah’ın, Âdem’in kızlarına takdir buyurduğu bir şeydir! Sen hacıların yaptıklarının hepsini yap. Ancak temizlenene kadar Beytullah’ı tavaf etme!”

Katılımın zirveye çıktığı Serif’te bir hatırlatması daha oldu Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem). Hac yolculuğunda yanına kurbanlık almayanlar, umre yapacak ve ihramdan çıkacaklardı. Bu hatırlatmayı, yola çıkılırken Zü’l-Huleyfe’de de yapmıştı. O güne kadarki uygulama, hac mevsiminde umre yapmamak istikametindeydi. Cahiliyede bu, büyük bir günah olarak kabul ediliyordu. Üstelik bir yıl önce Hazreti Ebû Bekir’le hac yapanlar da eski durumu devam ettirmiş, hac ibadetiyle umreyi birleştirmemişlerdi. 

Muhtemelen Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), cemaatinin kalabalık oluşu ve Zü’l-Huleyfe’den bu yana katılanları düşünerek Serif’te bu yeni durumu bir kez daha hatırlatma ihtiyacı hissetti. Meselenin bu kadar açık beyan edilmediği yerde farklı yorumlar ortaya çıkabilirdi! Yanında kurban getiren ve hacc-ı kırana niyet edenler ise tavaf ve sa’y yaptıktan sonra da ihramdan çıkmayacak, muhrim olma durumları devam edecekti. 

Bir müddet sonra Serif’ten ayrılan Fahr-i Âlem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Kedâ ve Küdâ denilen iki tepenin arasında ve Hacûn mevkiinde bulunan Zî Tuvâ’ya ulaştı. Kafiledeki herkesin azığı azalmış ve yükleri de hafiflemişti. İnsanlar da binekleri de yorulmuştu.

Kâbe’ye bir solukluk mesafe kalmıştı. Gönülden arzu ediliyor olmasına rağmen Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem), her zaman olduğu gibi yine Zî Tuvâ’da konakladı. O (sallallahu aleyhi ve sellem), yarınki ibadetin dinlenilmiş, dingin ve daha hüşyâr bir halde edâ edilmesini istiyordu. Dolayısıyla acele etmedi ve Kâbe’ye varmadan önceki son geceyi burada istirahatla geçirdi.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.