Efendimiz’in irşad ekibine kurulan komplo: Racî’

328

Hicretin dördüncü yılı Safer ayıydı. Uhud sonrasında zafiyet yaşadığını düşündükleri Medine, Hamrâü’l-Esed’le müşriklerin yanıldığını göstermiş ve hemen arkasından müşriklerin iki ayrı yerde gösterdikleri teşebbüs de, daha başlamadan yerinde müdahaleyle akim bırakılmıştı. Bunu gören kin tüccarları, bu sefer farklı bir yol deneme kararı alıp Medine’ye geldiler. Bunlar, Adal ve Kâre halkına mensup insanlardı; Müslüman olduklarını ve kendilerine dinin ahkâmını öğretecek mürşide ihtiyaçları olduğunu söylüyor ve Resûlullah’tan, kendilerine Kur’ân’ı öğretecek muallim talebinde bulunuyorlardı. Hükümler, dışa yansıyan niyetlere göre verilirdi ve zahirde hayırlı bir gelişme vardı. Öyleyse taleplerine olumlu cevap verilmeli ve kendi iradeleriyle dini tercih eden bu insanlar, rıza ufkuna ulaşmalarını kolaylaştıracak rehberlerden mahrum bırakılmamalıydı.

Bir insanın Müslüman olmasını, dünya dolusu nimetten daha büyük bir sermaye olarak değerlendiren Allah Resûlü’nü sevindiren bir husustu bu ve Suffe ashâbından on kişiyi seçerek söz konusu kabilelere gidip onlara din adına rehberlik yapmalarını emir buyurdu. Başlarında emir olarak Âsım İbn Sâbit bulunuyordu.1

Derken yola çıkılmış ve Hicâz tarafında bulunan Hüzeyl kabilesinin kullandığı Racî’ denilen kuyunun başına kadar gelinmişti ki, önceden hazırlanan senaryo devreye konularak ashâb-ı kirâm hazretleri ateş çemberinin içine alınıverdi! Lihyânoğullarından yüz kadar okçu, saklandıkları yerden çıkmış, etraflarını kuşattıkları ashâba saldırıyorlardı.

Önce, kendilerini sağlam bir zemine atabilmek için yüksekçe bir dağa çıkmak isteyen ve sayıca diğerlerinin onda biri kadar olan ashâbın etrafındaki çember giderek daralıyordu:

– Şâyet teslim olursanız söz veriyoruz, sizden kimseyi öldürmeyeceğiz, diyorlar ve böylelikle hepsini esir almak istiyorlardı. Hamrâü’l-Esed’de Efendimiz’in söylediği sözler kulaklarına küpe olmuştu ve aynı delikten iki defa ısırılmayı düşünmüyorlardı. Çünkü, Müslüman olduklarını söyleyerek kendilerini Medine’den buralara kadar getiren adamlar bir anda kayboluvermiş ve onları ölümle baş başa bırakarak bir kenara çekilivermişlerdi. Kim bilir, teslim olsalar ne oyunlar oynayacak ve başlarına ne gâileler açacaklardı! Onun için kanlarının son damlasına kadar savaşmayı tercih etmişlerdi. Şehadetin kaçınılmaz olduğunu gören Âsım İbn Sâbit, bir taraftan ok atıyor, diğer yandan da:

– Allah’ım! İçine düştüğümüz hâlden Resûlü’nü haberdar et, diye Allah’a niyazda bulunuyordu. Elinde yedi tane oku vardı ve bunların her biriyle bir kâfiri yere devirmişti. Okları bitince mızrağına sarılmış ve onunla da yanına yaklaşanları delik deşik etmişti. Elindeki mızrak da kırılınca kılıcının kınını kırmış ve bir taraftan onu sallarken diğer yandan da şöyle niyazda bulunmuştu:

– Allah’ım! Hayatta olduğum sürece ben, Senin dinini korumak için savaştım; Sen de şehit olduktan sonra benim bedenime müşrik eli değdirme!2

Eldeki kıt imkânlarla hazırlıklı bir kitleye karşı uzun zaman savaşmanın imkânı yoktu ve çok geçmeden yedi sahabe oracıkta şehit olmuştu. Geride Hubeyb İbn Adiyy, Zeyd İbn Desinne ve Abdullah İbn Târık olmak üzere üç kişi kalakalmışlardı.

Lihyânoğulları, teslim oldukları takdirde kendilerine bir şey yapmayacaklarını tekrarlıyor ve işi daha fazla uzatmadan ok atıp kılıç sallamayı bırakmalarını istiyorlardı. Bunun üzerine üç sahabe teslim olmuştu.

Önce, yaylarındaki sicimleri çözerek üçünün de ellerini bağladılar. Bu durumdan rahatsız olan ve bir şey yapmayacaklarına dair verdikleri sözü hatırlatan Abdullah İbn Târık:

– İşte bu ilk hıyanet, diyerek itiraz edince üzerine üşüşüp oracıkta onu da öldürdüler.3 Gerçekten de niyetleri kötüydü! İşin ucunda diğerleri için de ölüm gözüküyordu.

Ellerini bağladıkları Hz. Hubeyb ve Hz. Zeyd’i ise yanlarına aldılar ve doğruca Mekke’nin yolunu tuttular, ikisini de Mekkelilere para karşılığında teslim ettiler.

Bedir’de büyük yara alan, onun intikamı için gittikleri Uhud’dan da istedikleri neticeyi alamadan geri dönen Mekkelilerin keyfine diyecek yoktu; en azından intikamlarını bu iki sahabeden alacak ve böylelikle bir nebze olsun kinlerini teskin etme imkânı bulacaklardı! Herkesin bu bayrama (!) iştirak etmesini istiyorlardı. Onun için ikisini de önce hapsettiler ve birkaç gün sonra da Ten’îm denilen mevkiye getirip hunharca şehit ettiler.4


Yazar: Dr. Reşit Haylamaz/EFENDİMİZ isimli kitabından alınmıştır.

Dipnot:

  1. Bazı rivâyetlerde, bu heyetin emiri olarak Mersed İbn Ebî Mersed’in adı geçmektedir. Bkz. İbn Hişâm, Sîre, 4/123, 136, 6/19; Taberî, Tarih, 2/207; İbn Sa’d, Tabakât, 2/55
  2. Onlar için Âsım’ı öldürmek yetmiyordu; cansız bedenini parçalamak ve kafasını Mekkelilere götürme niyetindelerdi. Zira o, Bedir günü Ukbe İbn Ebî Muayt gibi önemli adamlarını öldürmüştü. Onun kafasını gören Mekkelilerin kendilerine ne kadar iltifat edeceklerini biliyorlardı. Bu maksatla cesedinin yanına vardıklarında, üzerine üşüşen arılardan fırsat bulup yanına yaklaşamadılar. Allah (celle celâluhû), duasını kabul etmiş, müşrik elinin bedenine ilişmesine müsaade etmiyordu. Ertesi sabah erkenden gelir ve maksadımıza ulaşırız düşüncesiyle yanından ayrıldılar. Sabah olup da geldiklerinde bu sefer de Hz. Âsım’ı bulamayacaklardı. Zira o gece şiddetli bir yağmur yağmış ve Âsım’ın cesedini de gelen seller bir meçhule doğru götürüvermişti. Hz. Âsım’ın duası kabul görmüş ve öldükten sonra bedenine müşrik elinin değmesine Allah müsaade etmemişti. Bkz. Buhârî, Sahîh, 3/1108 (2880); Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/294 (7915), 2/310 (8082); İbn Hişâm, Sîre, 4/124
  3. Bu sırada Hz. Abdullah, ellerindeki bağı bir şekilde çözmeyi başarmış ve aynı zamanda kaçmaya başlamıştı. Ancak bu da onun kurtulmasını netice vermeyecek ve onu da yakalayıp öldüreceklerdi. Bkz. Vâkıdî, Meğâzî, 1/354; İbn Sa’d, Tabakât, 2/56, 3/454; Beyhakî, Delâil, 3/402 (1226)
  4. Mekkeliler onları öldürme hazırlıkları yapadursunlar beri tarafta Allah Resûlü bir anda nazarlarını Mekke cihetine çevirmiş ve:
    – Ve aleykesselâm, buyurmuştu. Resûlullah’ın içini bir anda hüzün kaplamıştı. O’nun bu hâlini hayret ve merakla izleyenler, bir şey anlamamış ve sormuşlardı:
    – Yâ Resûlallah! Bu selam, kimin selamına karşılıktı; kimin selamını aldınız?
    – Hubeyb’in selamına karşılık, buyurdu ve Hubeyb’in Mekke’de şehit edildiğinin haberini verdi onlara. Aynı zamanda bu selam, Hubeyb’in Mekke’deki son cümleleri olacaktı. Hz. Hubeyb, Allah yolunda darağacına konularak ilk idam edilen Müslüman’dı. Onun şehadet haberi üzerine Allah Resûlü (s.a.s.), Amr İbn Ümeyye ve Seleme İbn Eslem’i Mekke’ye gönderecek ve onlar da, yaşadıkları birçok sıkıntıdan sonra Hz. Hubeyb’in bedenini müşriklerin elinden kurtaracaklardı. Bkz. İbn Hişâm, Sîre, 4/126-127; Taberî, Tarih, 2/79-80
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.