YARATANLARIN EN GÜZELİ: “ALLAH”
Yaratanların en Güzeli Allah’tır Ne Demektir?
“O, yarattığı her şeyi güzel yaptı…”1
Kur’ân’da, Allah’ın isimleri “El-Esmaü’l-Hüsna” diye nitelendirilmesinin dışında “yaratma sıfatı” da güzellik ve sanatla ilgili olarak nazara verilir. İnsanın yaratılışının anlatıldığı bir ayette O’nun güzel yaratmasına özellikle dikkat çekilir: “Sonra nutfeyi (rahim cidarına) yapışan bir hücreye, bunu da mudğaya, yani bir çiğnem et görünümündeki varlığa, mudğayı da kemiklere dönüştürür, sonra da kemiklere et giydirip, derken yeni bir yaratılışa mazhar ederiz. Yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir!”2 Allah’tan başka yaratıcı yoktur. Bu yüzden ayette geçen ‘yaratanların en güzel sıfatı’ birkaç kişi arasından birinin daha iyi yarattığını ifade etmek için zikredilmez. Bilakis bu ibare, Allah’ın yaratmasındaki eşsizliği ve tartışmasız güzelliği vurgulamak içindir. Bu açıdan burada yaratılışı tefekküre bir davet ve insanoğlunun Yüce Yaratıcı’nın eşsiz güzel yaratıcılığı karşısında acizliğini/hiçliğini idrake bir yönlendirme vardır.
Buna göre mana şöyledir: “İşte ey insanoğlu! Yaratılışına bir bak da Allah’ın ne güzel ve ne mükemmel yaratan olduğunu bir düşün! Onun büyüklüğünü/güzelliğini şanına layık bir güzellikte idrake çalış! Dikkatli bak! Her şeyi olması gerektiği gibi yaratan ve varlığını devam ettirmesi için ona muhtaç olduğu donanımları lütfeden Allah’ın şanı ne yücedir. O, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Yaratanların en güzelidir. Güzelliği ve bütün güzellikleri de yaratan O’dur. O’nun yarattığında çirkinlik yoktur. Her şey ya bizatihi güzel ya da neticeleri itibariyle güzeldir.”
Bediüzzaman hazretlerinin bu husustaki tespitleri bu hakikati çok veciz bir şekilde ifade eder: “Hayr-ı Mutlak’tan hayır gelir, Cemil-i Mutlak’tan güzellik gelir, Hakîm-i Mutlak’tan abes bir şey gelmez. Onun için her şeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki her şey, her hâdise ya bizzât güzeldir, ona hüsn-ü bizzât denilir. Veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zahirî çirkin, müşevveştir/karışıktır. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. Bize görünen çirkin mahlûkların ve hâdiselerin zahirî yüzleri altında gayet güzel ve hikmetli san’at ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Sâni’ine bakar ve çok güzel perdeler var ki, hikmetleri saklar ve pek çok zahirî intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam bir kitabet-i kudsiyedir.”3
Dolayısıyla çirkinlik eşyada ve hadiselerde değil bakanın bakışlarındaki darlıktadır. Bakış açılarını ayarlayabilenler zahiren çirkin görülen pek çok şeyin arkasında birçok güzelliği/iyiliği ve ihtişamı fark ederler. Bunun örneği de yine insanın yaratılışının başlangıcında mevcuttur. Görünüşte hiçbir şeye benzetilemeyen “mudğa”nın herhangi bir güzelliği yoktur. Fakat safha safha insana dönüştürülünce sonuçta en güzel yaratılışa mazhar bir canlı dünyaya gelir. Bir çiğnem et parçasının “ahsen-i takvime” mazhar bir surete dönüşmesi aslında apaçık bir mu’cizedir ki Hz. Ömer, yukarıda insanın yaratılışını anlatan bu ayetler inerken, bu muhteşem icraat karşısında “Yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir!” diye ilahî sanatı büyük bir heyecanla takdir eder. Meğer indirilen bu ayetlerin fezlekesi de o cümledir. Allah Resûlü de aynı cümleyi tekrar edince Hz. Ömer büyük bir sevinçle “Rabbimle muvafakat ettim!” der.4 Vahyi takip eden bir mü’minin ulaşacağı basirete ve ufka işaret eder, daha doğrusu vahyi dikkatli takip ve takdirde örnek bir duruş sergiler.
Ahsenü’l-Hâlikîn ( Yarattıkları da Güzeldir)
Yaratanların en güzeli olan Allah’ın, yarattıkları da güzeldir. En güzelin icraatı ve eserleri de güzeldir. Kur’ân bunu açıkça şöyle belirtir: “O, yarattığı her şeyi güzel yaptı…”5 O, yarattığı her şeyi en güzel; en mükemmel en sağlam ve hikmetli bir şekilde yaratandır. Her şey yaratılışıyla güzel ve kendisine verilen maddî-manevî donanımlar yeterli ve tam yerindedir.
O, her canlıya yaratılış maksadına uygun ve birbiriyle uyumlu ve gelişime açık donanımlar bahşetmiş ve yeteneklerinin zirvesine ulaşmasının önünü açmıştır. Güzellik ve sanat, uyumun tabii bir sonucudur. Ayetin fezlekesinde dikkat çekildiği gibi O, öylesine yüce ve güzel/mükemmel yaratandır ki “insanı da balçıktan/çamurdan yaratmaya başlamıştır.” Görünüşte hiçbir güzelliği olmayan ve kendisinden hiçbir şey olamayacak gibi duran basit bir malzeme/çamur, ölçü ve uyumla karılınca Yüce Yaratıcı’nın sonsuz ilim, kudret ve takdirleriyle en güzel/en mükemmel yaratılışa sahip bir insana dönüşmüştür. Sözlerin en güzeli Kur’ân, bu hakikati üst üste yemin ederek dile getirir: “İncir’e, Zeytin’e, Sina dağına ve şu güvenli beldeye yemin olsun ki gerçekten de biz, insanı en güzel bir surete/sirete sahip olarak yarattık.”6
Bu ayette insanın en güzel surette yaratılışı; ölçülü boyda, uzuvları uyumlu ve muhtaç olduğu zahirî ve batınî donanımları tam bir şekilde yaratıldığı dört ayrı şeye ya da mekâna (Şam, Filistin, Tûr-i Sîna ve Mekke) yemin edilerek tekitle ifade edilir. Bir başka ayette ise onun en değerli/şerefli bir varlık kılınarak bütün yaratılmışlara üstün tutulduğu belirtilir: “Gerçekten Biz Âdemoğullarını şerefli kıldık, karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar nasib ettik, onlara helâl ve hoş rızıklar verdik ve onları yarattığımız varlıkların çoğuna üstünkıldık.”7
Bütün bu ihsan, ikram ve güzellikler bu varlığa daha fazla önem ve değer verildiğini gösterir. İnsanın onca zayıflığına ve zafiyetlerine; doğru yoldan sapmasına ve çeşit çeşit fesatlar çıkarması ya da günahlar işleme potansiyeline sahip olmasına rağmen Allah’ın yine de onun varlığına bu değeri atfetmesi onun Hak katındaki yeri ve konumuna, varlık aleminde ve düzeninde farklı bir ağırlığı olduğuna da açık bir delildir. Bu güzellik ve değer, onun yaratılışında, kendisine bahşedilen akıl, muhakeme ve düşünce ufkunda, yaratılırken kendisine nefhedilen ve bir emr-i Rabbânî olan hassas ruh yapısındadır.8
Ancak insan, Rabb’inin kendisini yarattığı temiz ruh ve fıtrattan ayrılırsa bedenen olmasa da manen aşağıların aşağısına düşer. Kendisine değer katan özellikleri/güzellikleri kaybeder ve latifelerini söndürür. Kur’ân’ın beyanıyla en güzel yaratılışın zirvesinden, esfel-i sâfiline (aşağıların aşağısına) en kötü/derin bir çukura düşer: “Sonra (girdiği isyanlar, yaptığı yanlışlar ve işlediği günahlar yüzünden) onu aşağıların en aşağısına bırakırız.”9
Dolayısıyla insan için güzellik kavramı onun sadece bedeniyle ilgili değil rûhî yapısıyla birlikte düşünülmelidir. Zira güzelliğin bir maddi bir de manevi cephesi vardır. Tek boyutlu güzellik tam güzellik değildir; eksiktir. Nitekim Kur’ân, ruh güzelliğini ihmal eden ve ona değer vermeyenlerin, yol ve konum itibariyle hayvanlardan daha aşağı bir derekeye düşeceklerini açıkça ihtar eder: “Yoksa sen onlardan çoğunun söz dinlediğini yahut aklını çalıştırdığını mı sanıyorsun? Doğrusu onlar yolu şaşırmada davarlar gibi, hatta daha da şaşkındırlar.”10
Onun için insana güzellik kazandıran ya da sahip kılındığı güzellikleri korumasına ve katlamasına vesile olan aklını kullanması, bir de ilahi kelama ve peygamberlerin sözlerine kulak kesilmesi, gönül vermesidir. Tîn sûresindeki ifadesiyle imanı salih amele ve ahlaka dönüştürmesidir. “Ancak iman edip güzel ve makbul işler yapanlar aşağıların aşağısına düşmekten müstesnadır. Onlara hiç eksilmeyen bir ödül/mükâfat vardır.”11
İşte onlardır ki sahip kılındıkları maddi-manevî güzellikleri kaybetmez ve ötelerde kendilerine verilecek sonsuz/kesintisiz nimetler ve ebedi güzelliklerle daha da güzelleşirler. Zira onlar dünya hayatında yaratıldıkları maddi-manevi güzellikleri/fıtratlarını korumuş ve hep o istikamette hareket etmişlerdir. Fıtratlarını iman ve iyi/güzel amellerle bezemiş, kabiliyetlerini inkişaf ettirmiş ve kendileri için takdir edilen zirvelere taşımışlardır. Kendilerine bahşedilen zahiri-batınî güzellikleri/donanımları Hakka doğru yolculuklarında Burak ya da Refref gibi kullanmayı başarmışlardır. İşte onlar sonunda “İyiliğin/güzelliğin karşılığı ancak iyilik ve güzelliktir.”12 ayetinde ifade buyurulduğu gibi hiç bitmeyecek ve solmayacak olan baki güzelliklere ulaşacaklardır.
Bundan dolayıdır ki onlar işledikleri güzel amellerin, yaşadıkları güzel hayatın karşılığını birebir değil kat kat fazlasıyla alacaklardır. Zira “İyi, güzel ve faydalı davranışta bulunanlara, hak ettiklerinden daha güzel bir mükâfât verilecek ve hattâ bunlardan daha da fazlası ihsan edilecektir.” Onlara, akla hayale gelmedik nimetler takdim edilecek ve nihâyet, bütün bu nimetleri unutturacak o eşsiz, emsalsiz nimeti tadacaklar; yani Allah’a kavuşacak ve O’nun cemalini müşahede edeceklerdir. Öyle bir güzellik ki “… O dehşet verici Hesap Gününde, ne yüzlerine bir günah lekesi bulaşacak, ne de bir utanç ve aşağılanma bürüyecek yüzlerini!” Yani muratlarına ermenin yanında canlarını sıkacak, onları mahcup edecek her türlü leke ve kederden de emîn ve sâlim olacaklardır. İşte onlar, cennet halkıdır ve sonsuza dek o güzellikler/nimetler içinde kalacaklar.”13
Ölçülü ve Güzel Yaratılış
Mikro ve makro alemde bir uyum, güzellik, bütünlük ve sanatlı yaratılış varsa tesadüf yok mutlaka ölçü/takdir vardır. Kur’ân’ın bu konudaki beyanı açıktır. “Biz her şeyi bir kadere/bir düzene, ölçüye, plana göre yarattık.”14
Gerek yaratılışın başlangıcında gerekse sonrasında ölçü/matematik, hendesi plan ve düzen olmasa kaos ve belirsizlikler hâkim olur; o durumda kâinat bir güzellikler meşheri değil her an insanın içine korku ve ürperti salan arenalara dönerdi. O’nun koyduğu temel ölçüyledir ki yarattığı her şey güzeldir.15
Görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen kâinatlardaki her unsur, Allah’ın her şeyi ihata eden ilim ve mutlak iradesiyle belirlediği ve sonsuz kudretiyle yarattığı mükemmel kanunlara göre ölçülü ve dengeli bin bir hikmetle hareket eder ve alemlerdeki güzelliği tamamlar.
Hz. Musa’nın Firavun’a Rabbini tanıtırken verdiği cevap da ölçünün/miktar ve kaderin varlığını net ifade eder: “Mûsâ, bizim Rabb’imiz -belirli ölçülere göre- her şeye yaratılışındaki temel özellikleri/gerçek özünü veren ve ayrıca her varlığı kendi yaratılış gayesi istikametinde uygun niteliklerle donatan ve onları daima iyiye ve güzele doğru yönlendiren Allah’tır.”16 “O ki, her şeyi yarattı ve onları güzel ve düzgün bir şekilde biçimlendirdi.”17 “Göklerin ve yerin hâkimiyeti O’nundur. O asla evlat edinmedi, hâkimiyette hiçbir ortağı olmadı. Her şeyi yaratıp nizam veren ve her şeyin varlığını bir ölçüye göre belirleyen O’dur.”18 Burada ilk ayette (قدر) kader kelimesi ikinci ayette ise aynı kökten gelen (تقدير) takdir kelimesi kullanılmaktadır. Bunun anlamı şudur: Allah, her varlığı ölçüyle ve en güzel şekilde kendine has suret, biçim, boy, renk ve desen de yarattı sonra da yüzüstü bırakmadı. Hayatını/varlığını devam ettirebileceği en isabetli vücut; organlar ve savunma mekanizmaları da verdi.
Yaşayabileceği ortam, su, hava, yiyecek/rızık, ömür vs. ihtiyaç duyduğu her şeyi lütfetti ve barınabileceği en isabetli en kolay yollara yönlendirdi. Arıya kovan edinmeyi, kuşa yuva yapmayı, hayvanlara mekân tutmayı, porsuğa toprak altında yuva kazmayı öğretti. Bukalemuna ve emsali canlılara kamuflaj kabiliyetini bahşetti ve bunun tekniklerini talim buyurdu. Kulağa duymayı, göze görmeyi, balığa yüzmeyi, kelebeğe uçmayı, toprağa tohumları çatlatıp bitki çıkarmayı ve ağaca çiçek açıp meyve vermeyi talim buyurdu. Dolayısıyla arz ve semayı içindekilerle beraber sapasağlam, eksiksiz, kusursuz ve benzersiz bir şekilde en güzel yaratan ve yaşatan O’dur.19
Allah Resûlü, bu inanç ve şuurun tam olarak yerleşmesi adına Abdülmuttalib Oğullarından bir çocuk konuşmaya başladığında bu manadaki bir ayeti yedi defa okutarak öğretirdi: “Çocuk edinmeyen, hâkimiyette ortağı bulunmayan, acizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allâh’a hamd ederim de ve tekbir getirerek O’nun şânını yücelt!”20
Ashâb-ı kirâm da çocukları konuşmaya başladığı zaman, ilk söyledikleri söz tevhîd olsun diye bu ayetlerin bir özeti olan kelime-i tevhidi yani “Allah’tan başka ilâh yoktur.” cümlesini yedi kere tekrar ettirmeyi adet haline getirmişlerdi.21 Bu vesileyle insan hayata bu cümleyle başlar sonra manalarını öğrenir ve bu çizgide yaşamak için nefis ve şeytanla mücadele eder. Ömür dolup fani dünya hayatı yolculuğu tamamlanınca ötelere doğru ilk adımlarını atarken yine kelime-i tevhidi tekrar ederek can emanetini teslim eder.
Ölçülü Yaratılışı Görmek İstemeyenler
Evrenin yaratılışındaki ölçü/hesap kâinatın varlığı kadar net ve kesindir. Ancak buna rağmen Mekkeli müşrikler bir gün Allah Resûlü’ne gelir ve kâinatın yaratılışı, kader/ölçü ve takdir konularında kendisiyle tartışmaya kalkışırlar. Bunun üzerine “Biz her şeyi bir kadere/bir düzene, ölçüye, plana göre yarattık.” ayeti nazil olur.22 Bu ifadeyle, hiçbir bilgiye dayanmadan körü körüne Allah Resûlüyle tartışmaya ve O’nu köşeye sıkıştırarak zor durumda bırakmaya çalışan fanatik müşriklerin planı bozulur. Bu olay üzerinden kıyamete kadar gelecek bütün münkir ve müşrikler kâinat kitabını dikkatlice/iyice okumaya davet edilir. Mikro ve makro alemde her şeye hâkim olan ölçüyü/nizamı çok hassas bir tefekküre ve onu yaratan Kudreti Sonsuza iman etmeye ve sadece O’na itaate/ibadete yönlendirilir.
Bediüzzaman hazretlerinin ifadesiyle “Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz. Bir harf kâtipsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur?”23 gerçeği ruhlarına duyurulur. Allah Resûlü bu konuda bir başka vesileyle “Allah, bütün mahlukâtın ölçülerini/kalıplarını/şekillerini arz ve semavâtın yaratılışından elli bin sene önce belirledi.” buyurur ve yaratılıştan önce ölçünün/hesabın varlığını açıkça ifade eder; tesadüf ve tabiatperestliği reddeder. Ardından da “Arşı, su üzerinde iken, hanginiz daha güzel işler yapacaksınız diye sizi sınamak için gökleri ve yeri altı günde yaratan Odur…”24 ayetini okur. O bu ayet ve hadislerle, kâinatın yaratılışında insanoğluna bakan gaye ve hikmeti açıklar ve dünya hayatının bir imtihan yurdu olduğu gerçeğini açıkça dile getirir. Bu alemde vahyin ortaya koyduğu ölçülere göre harekete eden; güzel/iyi işler yapan ve maddî-manevî güzellikler peşinde koşan kimselerin imtihanı kazanacağına dikkat çeker.
Dolayısıyla yaratılışın başlangıcında Yüce Sanatkâr, her mahluku belli ölçü/kader içerisinde en güzel şekilde yaratmış ve kendilerine hayatlarını en iyi ve en rahat devam ettirebileceği donanımlar bahşetmiştir. Burada bilinmesi gerekli bir husus da O’nun yaratmasının son bulmadığı ve her an devam etmekte olduğu gerçeğidir.25 “O şanlı ’arşın sâhibidir, istediğini yapar/yaratmaya devam eder.”26 Kur’ân’da bu hakikat birkaç örnek üzerinden şöyle ifade buyrulur: “Hem binmeniz hem de zinet olsun diye atlar, katırlar, merkepler yarattı. Hem sizin bilemeyeceğiniz daha neler neler yaratır/yaratacak da!”27
Yazar: Dr. Selim Koç
Sitemizin yazarlarından Selim Koç, 1987 yılında Uludağ Ünv. İlahiyat Fakültesinde lisans eğitimini tamamladı. 1992. yılında aynı fakültede hadis ilimlerinde yüksek lisansını bitiren yazarımız, 2002 yılında Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Tefsir alanında doktorasını tamamladı. Yazar, aynı yıllarda Tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf alanlarında özel dersler almaya da devam etti. Yıllardır siyer alanında da okumalar yapan ve makaleler kaleme alan yazarımız sekiz yıldır sitemizde düzenli olarak yazmaktadır. Yazarımız, 1,5 yıl kadar Mekke ve Medine’de ikamet etmiş ve Allah Resûlünün hayatıyla ilgili pek çok mekanlara gitmiş ve özel araştırma ve incelemelerde de bulunmuştur.
Dipnot:
- Secde, 32/7
- Mü’minûn, 23/14
- Sözler, s.143
- Bkz. İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Müminûn Suresi 14. Ayetin tefisirinde.
- Secde, 32/7
- Tîn Sûresi, 95/1-4
- Bkz. İsrâ, 17/70
- Bkz. İsrâ, 17/85; Secde, 32/9
- Tin Sûresi, 95/5
- Furkan, 25/44
- Tîn Sûresi, 95/6
- Rahman, 55/60
- Yûnus, 10/26
- Kamer Sûresi, 54/49
- Bkz. Secde, 32/7
- Taha, 20/50
- A’lâ Sûresi, 88/2
- Furkan, 25/2
- Bu hususlarla ilgili mesela bkz. Bakara, 2/29; A’râf, 54; En’âm, 107; Yunus, 3, 5 ; Hûd, 7; İbrahim, 19; Hicr, 85 Mü’min, 62; ; Enbiya, 30; Rûm, 8; Zümer, 5; Şems, 1-8
- İsrâ, 17/111; Abdurrezzak, Musannef, IV/334; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, I/348
- Abdurrezzak, Musannef, IV/334
- Bkz. İbn Kesîr, Kamer Sûresi 49. ayetin tefsirinde.
- Sözler, 10. söz
- Hûd, 11/7
- Bkz. Rahman, 55/29
- Burûc, 85/15, 16
- Nahl, 16/8
Maşallah çok güzel.
O nun ile alakalı her şey çok güzel.