Şakk-ı Kamer Mucizesi
Beri tarafta Kureyş, her fırsatta Allah Resûlü’nü zor durumda bırakma gayretlerine devam ediyordu. Bir gün, Mekke ileri gelenleri, Mina’da bir araya gelmiş ve ashabıyla beraber burada bulunan Efendimiz’den yine bir mucize talep etmişlerdi. Hatta, görmeyi arzu ettikleri mucizeyi de tarif etmişler ve şayet bunu yapabilirse iman edeceklerini beyan etmişlerdi. Onların da iman etmeleri konusunda olabildiğince arzulu olan ve kendilerince sürekli alay etseler bile her taleplerini ciddiye alan Habîb-i Zîşân Hazretleri, bu istekleri karşısında da ümitlenmiş ve bu ümitle, ayı iki parçaya ayırdığı zaman iman edeceklerinin teyidini almıştı:
– Evet, şayet ayı iki parçaya ayırırsan o zaman Sana iman ederiz, diyorlardı. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de, mübarek elini semaya kaldırdı ve işaret parmağıyla ayı göstererek bir hamle yaptı. Etrafında bulunan herkes, mübarek parmağının işaret ettiği yere bakıyordu. Bu arada birden olan oldu ve ay, gerçekten de iki parçaya ayrılıverdi. O kadar ki, bir parçası Ebû Kubeys dağının üzerine; diğeri de Kuaykıân denilen diğer bir dağın üstüne kadar ayrılıp sanki üzerine düşüvermişti. Bunun üzerine Efendiler Efendisi, etrafındakilere döndü ve:
– Şahid olun, buyurdu. İstediklerine bin pişman olan müşrikler, büyük bir şaşkınlık yaşıyorlardı. Nasıl olur da, yanıbaşlarında duran birisinin işaretiyle koskoca ay ikiye ayrılır ve daha sonra da tekrar eski haline gelebilirdi? Hem, verdikleri söz vardı; iman etme niyetinde olmadıklarına göre bu işin içinden nasıl sıyırıp da kendilerini temize çıkaracaklardı? Aralarında, şeytana papucunu tersten giydirecek kimseler de yok değildi ve birisi ileri atılıp:
– Bu, İbn Ebî Kebşe’nin[1] sihrinden başka bir şey değildir! Bununla O, sizin gözünüzü boyamıştır. Hem, etraftan gelen insanlara bir sorun bakalım; onlar da bunu görmüşler mi? Şayet, sizin gördüklerinizi onlar da görmüşlerse o zaman Muhammed doğru söylüyor demektir. Ancak, bütün bu olanları başka kimse görmemişse, o zaman Muhammed size sihir yaptı demektir, deyiverdi. En azından bu, o an için bir çıkış yoluydu. Her tarafa haber salınıp o an için dışarıda olan kimseler tespit edilmeye çalışıldı ve karşılaştıkları insanlara da bu hadise soruldu. Aldıkları cevap, müşriklerin hiç de hoşlarına gidecek cinsten değildi; adeta ağız birliği yapmışçasına herkes, garip bir hadiseye şahit olduğunu ve ayın ikiye ayrılarak iki farklı dağın üstüne kadar gidip arkasından da tekrar eski haline geri geldiğini anlatıyordu. Umdukları her kapı yüzlerine kapatılıyordu. Gözleriyle de gördükleri, başkaları da şahit olduğu için inkar da edemiyorlardı. Geriye tek bir alternatif kalıyordu; önceki iftiralarına yapışacak ve inatlarına kurban olmaya devam edeceklerdi:
– Bu, İbn Ebî Kebşe’nin sihrinden başka bir şey değil![2]
Güneş, balçıkla sıvanmazdı ki! Gözünü kapayan, sadece kendine gece yapardı. Çok geçmeden yine Cibril-i Emîn gelmiş ve müşriklerin, inkar edememekle birlikte bir kulp takarak çarptırmaya çalıştıkları hakikati ebediyen tescil eden ayetleri getiriyordu:
– Kıyamet saati yaklaştı ve ay ikiye ayrıldı. Ama o müşrikler, her ne zaman bir mucize görseler sırtlarını döner ve “Bu, kuvvetli ve devamlı bir sihirdir.” derler.[3]
Dipnotlar:
[1] İbn Ebî Kebşe, Efendimiz’in süt annesi Halîme-i Sa’diye’nin kocasının künyesiydi ve Mekke müşrikleri, O’nu küçümsemek için bu tabiri kullanıyorlardı.
[2] Bkz. Taberî, el-Câmiu’l-Beyan, 11/543
[3] Bkz. Kamer, 54/1, 2