Mi’raç
Sürprizler, sadece Mescid-i Aksâ’da yaşananlarla sınırlı değildi; tuttu Cibril, O’nu semalar ötesi âlemlere seyahate davet etti. Bir anda, mekân başkalaşmış ve iç içe sırlarla dolu doyumsuz bir yolculuk başlamıştı. Kat be kat semaya yükseliyor ve her yükseldikleri semada ayrı bir merasim yaşıyorlardı. Cibril-i Emîn, ilk semanın kapı tokmağına dokununca içeriden bir ses gelmiş ve semanın hazini ile aralarında şu konuşmalar geçmişti:
– Sen kimsin?
– Cibril!
– Yanında kim var?
– Muhammed!
– O peygamber mi?
– Evet, O peygamber!
Şifreler tamamdı ve sema kapısı açılmış; dünya seması geride kalmıştı; Efendiler Efendisi’nin karşısında, insanlığın ilk atası Hz. Âdem duruyordu. Önce selam ve hoşâmedî ile tebrik etti O’nu. Hayır duasında bulunuyordu. Ancak, duruşunda bir gariplik vardı; sağ tarafına bakıyor ve gülüyor, soluna baktığında ise ağlıyordu. Daha dikkatli baktı; her iki yanında da büyük bir kalabalık vardı. Meraklı bakışları bekletmeden Cibril-i Emin konuşmaya başladı:
– Bu, Âdem’dir; sağ ve solundaki kalabalık karartı ise, onun neslidir. Sağ tarafındaki insanlar, ehl-i cennettir ve onun için Âdem, onları gördükçe tebessüm eder. Sol yanındakilere gelince onlar ehl-i cehennemdir ve onlar gözüne iliştikçe de hüzün kesilip ağlamaya başlar.
Artık her bir sema kapısında aynı merasim ve yine her bir semada ayrı bir peygamberle karşılaşılıyor; hepsinin de duasını alıp tebriklerine şahit oluyorlardı. İkinci semada teyze çocukları Hz. Yahyâ ve Hz. İsa, üçüncü semada Hz. Yusuf, dördüncü semada Hz. İdris, beşinci semada Hz. Harun, altıncı semada Hz. Musa ve yedinci semada da Hz. İbrahim ile karşılaşacak ve bunların her biri de, nübüvvet semasının mührü olan Allah Resûlü’nü tahiyelerle karşılayıp tebrik edeceklerdi. Bu seyahat esnasında Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Musa’nın ağladığını görmüş ve Cibril’e bunun sebebini sormuştu. Aynı soru kendisine tevcih edilince:
– Ağlıyorum; çünkü bu genç, benden sonra peygamber olarak gönderildi; ama O’nun ümmetinden cennete gireceklerin sayısı, benim ümmetimden cennete girecek olanlardan daha fazla, diyordu.
Miraç, sırlarla dolu bir yolculuğun adıydı ve bu yolculukta müşahede edilecek daha çok şey vardı. Hz. İbrahim’in, sırtını dayayarak yanında durduğu Beyt-i Ma’mur, göz alıcı renk ve desenleriyle ve bütün ihtişamıyla Efendimiz’in karşısında duruyordu. Öyle ki buraya, her gün yetmiş bin melek giriyor ve bir daha da geri dönmüyordu. Zira burası, yeryüzünde her daim tavafla serfiraz kılınan Kâbe’nin bir izdüşümüydü.