“Mina, erken gelenin menzilidir!” (8 Zilhicce 10 Hicrî)
Bugün, hacılar için su depo edildiği ve Arafat’a doğru hareket etmeden önce hacılara ve bineklerine su verilerek suya kandırdıkları bir gündür. Yine Arafat’a su götürdükleri ya da günahkâr insanların susamış kimseler gibi Allah’ın rahmet deryasından doya doya istifade edecekleri gün olması hasebiyle de terviye günü denilmiştir. Zaten “Terviye” sözlük anlamı itibarıyla düşünme, sulama ve suya kandırma anlamlarına gelmektedir. Ayrıca Minâ’da kalındığı için “Minâ Günü” de denilmektedir.
Bugün, hac yolcularının Arafat öncesi kalacakları Mina’ya doğru akmaya başlayacağı gün. “Temettu’” ve “ifrâd” haccı yapacakların da ihrama gireceği gün aynı zamanda. Geceyi Ebtah’ta geçiren Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), sabah namazının ardından Mina’ya hareket etti. O’nunla birlikte yürüyen Hazreti Bilâl, üzerine kumaş koyarak şemsiye haline getirdiği bir ağaç dalıyla Allah Resûlü’ne gölgelik yapıyor ve O’nu güneşten koruyordu! Öncekilere göre uzun olmayan bir yürüyüşün ardından Fahr-i Âlem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), kendisiyle birlikte hareket eden cemaatiyle Mina’ya ulaştı. Güneş yükselmiş, bunaltıcı hava kendini iyiden iyiye hissettirmişti. Bunu gerekçe gösteren Âişe Validemiz, “Yâ Resûlallah! Senin için bir çardak yapsak!” dedi.
Genel görüntüye bakıldığında makul duran bu teklife Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) sıcak bakmadı ve “Mina, erken gelenin menzilidir!” buyurdu.
Ashâbın Mina’ya gelişi, akşama kadar dur durak bilmeden devam etti. Birçoğu itibariyle yabancısı olmadıkları bir mekandı. Aralarında daha önceleri de buraya gelen, o günkü anlayışlarına göre hac yaparken burada ârâm eyleyip çadır kuranlar vardı. Ancak bugünkü samimi kulluğa, mahviyete ve mahşeri kalabalığa daha önce hiç şahit olmamışlardı!
O gün Mina’da ashâbına, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kıldırdı Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem). Dörder rekâtlı namazları yine ikişer rekât kıldırıyordu! Bunun için tercih ettiği yer, günümüzde Mescid-i Hayf’ın bulunduğu mevkiydi. Çünkü burada 70 tane peygamber gelip namaz kılmıştı ki Hazreti Mûsâ da o peygamberlerden birisiydi. Bunu anlatırken Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), “Onu, liften yular takılmış Şenûe devesi üzerinde Katavan mamülü kumaştan yapılmış ihram ile görüyor gibiyim!” diyerek tasvir etmişti.
Zaten Mekke, yerin üstü kadar altı itibariyle de zengin bir şehirdi. Kibir, inat ve ilhadlarının kurbanı olan kavimleri helak olunca, vazifesi son bulan peygamberler, gelip âhir ömürlerini burada geçirmiş ve ruh ufuklarına burada yürümüşlerdi. Onların ruhlarını teslim ettikleri yerlerden birisi de Mescid-i Hayf’ın bulunduğu yer idi. Ki bu Mescid, bağrında 70 tane peygamberin bedenini misafir ediyordu!
Yanına gelip de soru soranlar, görebilmek için birbirleriyle yarışanlar ve teberrüken musafaha yapmak arzu edenlerin ardı arkası kesilmiyordu. Vaktini, evrâd ü ezkâr ve tefekkür ile değerlendiren Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Arafat vakfesini zirvede edâ edebilmek için bugün, şahsı adına hazırlık yaptığı gibi ümmetini de küllî buluşmaya hazırlıyordu!
Terviye gününün akşamının ilerleyen saatlerinde Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), ashâbından bir grupla birlikte bölgede bulunan bir dağın eteklerine doğru çekilmişti ki burası, bir zamanlar Mürselât Sûresi’nin nâzil olduğu yerdi. Mağaraya benzer bir yere geldi ve durdu. Taşı-toprağı, vayhin emîn meleği Cebrâîl’in gelişine ve Allah Resûlü’nün vahyi alışına şâhitlik etmiş, semtlerine boncuk boncuk ter dökülmüştü! Vahiy hâli geçip gidince, büyük bir yükün altında ıztırap çekercesine kan-ter içinde kalan Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem), tebessüm ettiği görülmüş ve “Allah’a imân ettik!” manasında “Âmennâ billâh!” dediği duyulmuştu.1