Mescid-i Nebevî’nin İnşâsı

870

Medine’ye gelinmişti; ama çözülmeyi bekleyen bazı meseleler vardı; öncelikle, mü’minleri bir araya getirecek, içinde Kur’ân ayetlerinin paylaşıldığı, namazların kılınıp nebevî irşad ve tebliğe kulak verildiği, günlük meselelerin getirilip çözüme kavuşturulduğu ve kısaca, içinde cemaat olma şuuruna erilen kucaklayıcı bir mekana ihtiyaç vardı ve bunun için hemen bir mescid yapılmalıydı. Zira artık, semtine sığınılabilecek bir Kâbe yoktu. Onun için namazlar, vakit nerede girerse orada kılınmaya çalışılıyordu.

Önce, inşaatın yapılacağı yer tespit edilmişti. Burası, devenin ilk çöktüğü yerdi ve Neccâroğullarının elçisi Es’ad İbn Zürâre’nin himayesinde bulunan Sehl ve Süheyl adındaki iki delikanlıya aitti; üzerinde koyun ağılları, eski binalar ve bir kenarında da birkaç mezarın bulunduğu bir mekandı.1

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), anne tarafından akrabaları olan Neccâroğullarını yanına çağırarak, para karşılığında arsalarını talep ediyordu. Onlar ise:

– Vallahi de biz, bunun karşılığında bir ücret istemiyor; karşılığını sadece Allah’ın vereceğini düşünüyoruz, diyorlar ve böylesine hayırlı bir işte bayrağı önde göğüsleyenler arasında olmak istiyorlardı. Ancak O (sallallahu aleyhi ve sellem), böylesine önemli bir meselede muhataplarına yük olmak istemiyordu. Bunun için, Hz. Ebû Bekir’e seslendi ve on dinar karşılığında bu arsayı satın aldı.2

Derken arsa meselesi de çözülmüş sıra, inşaatın yapılmasına gelmişti. Herkeste büyük bir iştiyâk hâkimdi; kimi kerpiç yapıyor, kimi taş taşıyor ve kimi de, önüne getirilen malzemeyi üst üste koyarak yeni bir medeniyet inşa ediyordu! Taşınan taş ve kerpiçleri Es’ad İbn Zürâre üst üste koyup örüyor, Mescid-i Nebevî’de ustalık yapıyordu.

Her hâlleri farklılık arz ediyordu; meşakkatli inşaat işlerini bile coşkuya dönüştürmüş:

– Allah’ım! Senin ahiret yurdundan başka bir hayır bilmiyoruz ve yoktur!

Sen, Ensâr ve Muhâcir olarak dinine sahip çıkanlara yardım et,3 diye dualar ediyor, neşideler şeklinde coşku yüklü sesleri semaya yükseliyor ve bütün bunlar, ortamı sanki bayram havasına çeviriyordu.

İnşaat işinde çalışanların arasında, bizzat Allah Resûlü de vardı; bütün ısrarlara rağmen taş ve kerpiç taşımaktan vazgeçmeyecek ve böylelikle, her meselede cemaatinin içinde ve önünde olduğunu gösterecekti. Ensâr ve Muhacirîn’in coşkusuna zaman zaman O da katılıyor ve:

– Allah’ım! Mükâfat yurdu olarak sadece ahiret vardır!

Sen, Ensâr ve Muhacirîn’e merhametinle muamele buyurup onları mağfiret et!

Ey Rabbimiz! Bunları taşıyanlar Hayber hamalları değil; bunlar, en iyi ve en temiz insanlar, diye de mukabelede bulunuyordu.4

O’nun bu gayretleri, Ensâr ve Muhacirîn’i de coşturmuş, şöyle mukabele ediyorlardı:

– Nebiyy-i Ekrem bizzat çalışıp dururken bizler nasıl oturabiliriz ki?

Öyleyse bu işte bizden, daha fazla bir gayret ve daha fazla bir amel vardır!5

Bu arada, Efendiler Efendisi’nin gözüne Hz. Ammâr ilişmişti; herkes tek tek kerpiç ve malzeme taşırken o, sırtında iki adet kerpiç taşıyordu. İlk şehid olarak bu davaya annesini kurban veren ve müşriklerin akla-hayale gelmedik işkencelerine maruz kalan Hz. Ammâr’ın yanına yaklaştı ve başını sıvazlayarak üzerindeki toz-toprağı sildi önce. Ammâr durmak bilmiyor, yine çalışmaya devam ediyordu istifini bozmadan! Ardından şöyle bir nazar atfetti Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem). Belli ki, gaybın perdeleri açılmış, istikbale ait bazı karelere şahit oluyordu ve şefkat dolu bakışlarla şunları söylemeye başladı, çok geçmeden:

– Yazık olacak, Sümeyye’nin oğlu Ammâr’a! Çünkü onu, azgın ve bâğî bir topluluk şehid edecek!6

Derken, kısa zaman sonra duvarları kerpiç, tavanları hurma lifi, direkleri hurma ağaçları ve tabanı da toprak ve kum olan bir mescid inşa edilmiş; artık namazlar da burada kılınır olmuştu. Bu mescidin üç kapısı vardı ve köşeleri yüz zira’7 mesafede kare görüntüsünde bir mekandı.

Bu arada, bugüne kadar ikişer rekat kılınan namazlar, bundan böyle dört rekat olarak tespit edilmiş; sefer durumlarında yine ikişer rekat olarak kılınabileceği anlatılırken hazar hallerinde dört rekat kılınmasının farziyeti tebeyyün etmişti.8


Yazar: Dr. Reşit Haylamaz

Dipnot:

  1. Aynı zamanda burası, Efendimiz ve Muhâcirler Medine’ye gelmeden önce de namaz kılmak için mü’minlerin bir araya geldikleri yerdi. Onlara namazlarını Es’ad İbn Zürâre kıldırıyordu. Bkz. İbn Sa’d, Tabakât, 1/239, 240
  2. Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/211 (13231); İbn Sa’d, Tabakât, 1/239, 240
  3. Tayâlisî, Müsned, 1/277 (2085) ; İbn Sa’d, Tabakât, 1/240
  4. Buhâri, Sahîh, 3/1421 (3694) ; İbn Sa’d, Tabakât, 1/239, 240
  5. Bkz. Mübârekfûrî, er-Rahîku’l-Mahtûm, s. 174
  6. Müslim, Sahîh, 4/2236 (2916) ; Hâkim, Müstedrek, 2/162 (2652); İbn Sa’d, Tabakât, 1/239, 240.Hz. Ammâr, bu hadiseden yaklaşık 37 yıl sonra Sıffîn günü Hz. Ali saflarında şehid edilecekti. Şehid ediğinde Hz. Ammâr, haklılık meselesinde bir kıstas olmuş ve böylelikle onun ölümü bile, İslâm vahdeti adına hizmet eder olmuştu.
  7. Bir zira’, insanın dirseği ile parmaklarının ucuna kadar olan mesafenin adı olup, ortalama 62 santim değerinde bir uzunluk ölçüsüdür. Buna göre Mescid-i Nebevî’nin her bir köşesinin uzunluğu yaklaşık 62 metre, mescidi sınırlayan alan da 3.900 metrekare olmaktadır. (Ölçüler, zira-ı Haşimî esas alınarak çıkarılmıştır.)
  8. Bkz. Buhâri, Sahîh, 1/137 (343); Müslim, Sahîh, 1/478 (685)
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.