Kurayzalıların ihaneti ve sivillere saldırıları

398

Aralarındaki anlaşmayı feshetmekle açıktan savaş ilan eden Beni Kurayza, hendeğin diğer tarafındaki müşriklere destek sağla­maya devam ediyordu. Zira yiyecekleri tükenme noktasına gelen, at ve develeri de açlıktan zafiyet yaşayan Ahzab ordusunun kumandam Ebu Süfyan, Huyeyy İbn Ahtab’ı karşısına almış ve:

-Hayvanlarımızın yiyeceği tükendi; sizde yem var mı, diye so­rarak bu ihtiyaçlarını gidermesini istemişti.

-Evet var, diyordu Huyeyy. Ebu Süfyan’ın yanından ayrılır ay­rılmaz da, Beni Kurayza’nın lideri Ka’b İbn Esed’in yanına gelecek ve ordunun ihtiyaçlanı karşılamasını ondan isteyecekti:

-Bizim malımız senin malındır; dilediğini al, istediğini yap; bi­risini gönder de yük develerini getirsinler ve diledikleri kadar yiye­cek alıp götürsünler, diyordu Ka’b.

Bunun üzerine müşrikler, yirmi tane yük devesi göndermişler­di; çok geçmeden Beni Kurayza, yirmi deveye hurma, arpa ve saman yükleyip müşriklere geri gönderiyordu.

Bu sırada Amr İbn Avfoğullarından yirmi kişi, o bölgelerde­ki gelişmeleri takip etmek ve vefat eden yakınlarını gömmek üzere hendekten ayrılmış, Medine’ye doğru ilerlemekteydi. Akik vadisi­ne geldiklerinde karşılarına, yükünü almış yirmi deveyle müşrikler müşrik ordusunun adamları çıkıverdi; ortada bir dolap daha dönü­yordu ve ihanete ayrı bir boyut kazandıran bu faaliyetin üzerine gi­dilmeliydi. Onlar da bunu yaptılar ve duruma el koymak istediler; yeni bir kargaşa daha çıkmıştı. Ancak mü’minlerin sayısı daha faz­laydı ve neticede hiç zayiat vermeden yirmi deveyi de yüküyle birlik­te ele geçirmişlerdi.

Yanlarında yüküyle birlikte yirmi deve olduğu halde gidip adamlanı gömdüler ve ardından da Allah Resülü’nün yanına gelip durumdan O’nu haberdar ettiler. Hendekte büyük bir sevinç vardı; develer müşrikler için niyet edilmişti ama Allah (celle celaluhü), yü­küyle birlikte yirmi deveyi Müslümanlara nasip ediyordu. Ortada bir savaş devam ediyordu ve savaşta elde edilen şeyler de ganimet­ti; yükler indirilecek ve daha sonra da develerin bir kısmı kesilerek mü’minlere kuvvet olacaktı. Daha sonra bir kısmını da Medine’ye getireceklerdi.

Bu, müşrikler için önemli bir zayiat demekti; hem bekledikle­ri desteği elde edememiş hem de desteği kendilerine taşımak için gönderdikleri yirmi deveden olmuşlardı. Müşrik birliklerinin başın­da bulunan ve canını zor kurtarıp da ordunun yanına dönen Dırâr İbn-i Hattab, Ebu Süfyan’ın yanına gelmiş, başlarına geleni ona anla­tıyordu. Dinledikleri karşısında küplere binen Ebu Süfyan ise, ken­disine söz verdiği halde bu sözü yerine getiremeyen Huyeyy İbn Ah­tab’a kızıyor ve şunları söylüyordu:

-Şu Huyeyy, ne uğursuz adammış! Zaten onu bildim bileli hep bizi yalnız bırakmıştır! Şimdi biz, geri dönerken yüklerimizi hangi develere yükleyeceğiz?

Bir İhanet Örnegi Daha

Resûlullah’ın yokluğunu fırsat bilen on kişilik bir Yahudi grubu, Allah Resûlü’nün ailesiyle halalarının bulunduğu yere gelmiş ve burayı ok yağmuruna tutmaya başlamışlardı. İçeriden bir ihanetti bu; yiğitçe er meydanında çarpışmak yerine, kalelere gizlenmiş korumasız, masum kadın ve çocuklara saldırmayı denemiş ve böylelikle hendek önünde savaşan Müslümanlara büyük bir telaş yaşatmayı hedeflemişlerdi. Benî Kurayza da, kendi sonunu hazırlıyordu. Hatta onlardan birisi, Efendimiz’in hane halkının sığındığı yerin kapısına kadar gelmiş, içeriye girmek üzereydi. Bunu fark eden Efendimiz’in halası Safiyye binti Abdilmuttalib Validemiz, yanlarında bulunan yaşlı Hassân İbn Sâbit’e seslenerek:

– Ey Hassân! Git ve şu adama haddini bildir, diye seslendi. Düşmanla yaka paça olan Allah Resûlü gelip de kendilerini koruyamayacağına göre belli ki meseleyi kendi aralarında halletmeleri gerektiğini düşünüyordu. Ancak Hz. Hassân, yaşlı idi ve kendisinde bunu yapacak gücü bulamıyordu. Onun için:

– Allah sana merhamet etsin ey Abdulmuttalib’in kızı! Sen de biliyorsun ki ben, bu işin adamı değilim; zaten bunu yapabilecek olsaydım, şu anda ben de Resûlullah’la birlikte çıkar ve düşmanın önünde olurdum, diye cevapladı onu.

İş başa düşmüştü; Hz. Safiyye örtüsünü üzerine alıp kılıcını da kaptığı gibi adamın yanına geldi. O ana kadar fırsat kollayıp da kapının önünde meydan okuyan Yahudi’nin karşısına şimdi, iri yapılı bir kadın dikilivermiş ve başına indirdiği darbe ile adamın işini oracıkta bitirivermişti. Aşağıdan Hz. Hassân’a sesleniyordu Safiyye Validemiz:

– Ey Hassân! Aşağıya gel de şu adamın ağırlıklarını topla; onu da ben yapardım ama yabancı bir adama el sürmek istemiyorum!
Yine Hz. Hassân:

– Onun ağırlıklarına benim ihtiyacım yok ey Abdulmuttalib’in kızı, diye sesleniyordu.

Adamlarının öldürüldüğünü gören grubun diğer üyeleri, Allah Resûlü’nün geride de asker bıraktığını zannederek oradan hızlıca uzaklaşmaya başladı.1

Yazar: Dr. Reşit Haylamaz/EFENDİMİZ isimli kitabından alınmıştır.

Dipnot:

  1. Halası Safiyye Validemizin, üzerlerine gelen adamı öldürdüğü haberini alan Allah Resûlü (s.a.s.), Hendek sonu ona da ganimetten pay ayıracak ve onu da mücahitler arasında değerlendirecekti. Bkz. Ebû Ya’lâ, Müsned, 2/43 (683); Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 6/134
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.