Karanlığı Delen Yıldız: Tarık Bin Ziyad

710

Bir zamanlar Kuzey Afrika coğrafyasında görev yaparken, dünyanın dört bir yanından ziyarete gelen dostları, önce, bu topraklara silinmez imzalar atan, kıtalara sığmayan ruh Ukbe Bin Nafi ile tanıştırdım.

Hemen ardından da, onun Berberî topraklarına diktiği fidanın bir çiçeği, bir nevi halefi, batı Avrupa’daki karanlığı delen yıldız, beşer tarihinin altın harflerle kaydettiği büyük komutanlardan, Endülüs Fatihi, Tarık Bin Ziyad’ı anlatarak devam ettim yıllarca.

Kabirlerinin başucunda olmasa da, Atlas Okyanusu’nun kıyılarında, onların günümüze kadar yankılanan malum nidalarını hayallerimizde canlandırarak..

Ne vakit yâd edilseler, kendilerinin ve küheylanlarının ayak izleri, hala titretir sönmemiş yürekleri.

Tarık’ı Keşfeden Komutan

Kuzey Afrika fatihi Ukbe, 682’de şehit edildiğinde, Tarık henüz 12 yaşlarındadır. Hayırlı bir halef olmaya namzettir. Ama cins bir dimağ tarafından keşfedilmesi gerekir. Zira o, Ukbe’nin okyanusa çarparak yarım kalan hayallerini gerçekleştirecektir. İşte o kâşif komutan, tabiinden Musa Bin Nusayr’dır.

Kendisi, Mısır valisinin azatlısı iken, Emevi halifesi Velid Bin Abdülmelik tarafından Kuzey Afrika valiliği görevine atanır. Engin tecrübesiyle, henüz Berberi bir köle konumunda olan Tarık’taki kabiliyeti keşfeder ve onu azat eder.

Tarık’ın hayatında tattığı bu geçici esaret, onun özgürlük tutkusunun; muvakkat kölelik, ruhundaki gerçek bağımsızlık arzusunun dinamosu olsa gerek… Sonuçta o, bütün esaretlerden sıyrılır, hakiki hürriyet olan Allah’a kulluğunu ilan eder, Müslüman olur ve onun irfan ordusuna katılır.

Kısa zamanda kendisini, askeri, idari, sosyal ve edebi alanlarda çok iyi yetiştirir. Fetihlere katılır. Berberilerin merkezi Tanca şehrinin fethinde, öncü birliklerin komutanıdır. Sonra bu şehrin valisi olur.

Fetih Öncesi Süreç

Musa Bin Nursayr’ın, İslam’ı muhtaç gönüllere ulaştırmak için önünde rota olarak iki seçenek vardır. Bunlar, ya Afrika’nın içlerine doğru inmek, ya da Herkül Burcu’nu aşarak ilk kez Avrupa kıtasına açılmaktır.

Doğru bir tercih yaparak, iç çekişmelerle yorulmuş, bugünkü İspanya ve Portekiz toprakları olan Vizigot Krallığı’nı hedefine kor. Bunun için de önce Vizigotlar’ın kuzey Afrika’daki son şehri olan Sebte’yi, Tanca valisi Tarık ile beraber fetheder. Sebte valisi Julianos, direnmeden teslim olur, boyun eğer. Ama Musa, gönülleri imana ısındırmak, ‘kalplere talibiz’ mesajını vermek için stratejik bir karar alarak, şehrin yönetimini ondan almaz.

Ardından İber Yarımadası’nın güneyine keşif birliği göndererek zemin yoklaması yaptırır ve şartların fethe müsait olduğunu öğrenir. Üstelik Julianos, yeni Kral Rodrigo’ya kızgındır. Çünkü eğitim gören kızı, onun tarafından zulme uğrar, tacize maruz kalır. Sebte gibi ülkesini de Müslümanların yönetmesine dünden razıdır, hatta bunu teşvik eder.

Ayrıca krallık ve bazı Hristiyanlar, Yahudi halkını ötekileştirir, hor görür, toplumdan dışlarlar. Yüksek vergiler halkın belini büker, sefalete iter. Mazlumların, mağdurların imdat çığlıkları Tanca sahillerinden bile duyulur. Hâsılı krallığın yaşadığı buhranlar, zeminin fethe uygunluğuna delalettir.

Vizigot Krallığı’nın Siyasi Durumu

Vizigot Kralı Wittiza, koltuğunu sağlama alma hırsıyla, kendisine alternatif gördüğü bazı soylu muhaliflerin hem mallarına çöker hem de onları idam ettirir. Fakat Rodrigo, bir plan kurarak Wittiza’yı öldürür, tahtı ele geçirir. Tabi ki Wittiza’nın oğlu Akila, bu duruma isyan eder. Dolayısıyla krallık ikiye bölünür, iç savaşlar başlar.

Devam eden bu kaos, ancak Tarık’ın askerleriyle birlikte Tanca’dan İber Yarımadası’na yelken açmasını müteakip, samimi olmayan konjonktürel bir ittifaka dönüşür ve son bulur. Bu işbirliğine, menfaatleri icabı mecbur kalırlar. Aksi takdirde taç da, taht da, ülke de ikisine de kalmayacaktı.

Gemileri Yaktırması ve Tarihi Nutku

Endülüs’ün fethi için görevlendirilen Tarık Bin Ziyad, Julianos’un lojistik desteğini alarak, çoğunluğu Berberilerden oluşan 7000 kişilik ordusunu gemilerle karşıya taşır ve karargâhını kurar (28 Nisan 711). Hatta bir rüyasında Allah Resulü’nü (sas) gördüğünü askerleriyle paylaşır: “Bizi fetihle müjdeliyor, ilerlememizi ve zaferden şüphe etmememizi istiyordu. Allah’a teslim olanlara rıfk ile muamele etmemizi ve verdiğimiz sözlere vefalı olmamızı emrediyordu.” der.1

Askerlerinin nabzını iyi tutan Tarık, iki önemli adım daha atar. Önce gemileri tutuşturur. 100 geminin tamamını yaktırır. Bir rivayete göre ise temsili olarak 2 tanesini yaktırıp diğerlerini geri gönderir. Ardından onların karşılarına çıkar ve motivasyonu katlayan tarihi bir konuşma yapar:

“Ey Askerlerim! Görüyorsunuz, arkamızda (düşman gibi bir) deniz, önümüzde (deniz gibi bir) düşman var. Artık geriye dönüşümüz kalmadı. (Ya kaçacak, arkadan vurulacak ve zelilane öleceksiniz veya savaşarak muzaffer olacak ve Allah’a kavuşacaksınız.) Düşmana saldırıp bu toprakları almadan başka çaremiz yoktur.

Ey Askerlerim! Bize ancak doğruluk ve sabır yaraşır. Kısa zamanda, düşmana saldırıp, hedefe varmaz isek, kendimizi telef etmiş ve karşı tarafa cesaret vermiş oluruz. Biliyorum ölümden korkmazsınız! Fakat ölmek çare değildir! Hedefimiz ölmek değil İslam’ı yaymaktır.

Ey Askerlerim! Benim durumum da sizden farklı değildir. Bildirdiğim tehlikeler, aynen benim için de geçerlidir. Kendimi tehlikeden bertaraf edip, sizleri ölüm ile karşı karşıya getirmiş değilim. Sıkıntılara, tehlikelere katlanmadan, rahata kavuşulamaz. Sıkıntılara katlanın ki, sonunda tatlı meyveleri toplayalım. Yapacağınız kahramanlık asırlarca anılacak, bütün Müslümanlardan hayır dua alacaksınız. Savaşta sizin önünüzde olacağım, bütün gücümle saldıracağım. Eğer hedefe varamadan şehit düşersem, hemen içinizden birini komutan tayin edin. Sakın dönmeyin!”2

Bir kısmıdır sadece bunlar, onun veciz ifadelerinin. Sözlerden, kulaklara küpe olacak ne inciler sıralar bir bir… Cepheden dönmeyi, mevziyi terk etmeyi kesinlikle bir seçenek olarak görmez. Onun arkadaşlarına sunduğu iki alternatif vardır: Ya zafer ya da şehadet! Halinden gönüllere akan tesiri, sözlerinden daha ileridir. Zira hedef büyükse, uğruna feda edilen her şey küçüktür Tarık’a. O, çoğunluğu kendisi gibi Berberi olan erlerine, örnekleri kendilerinden bir hareket modeli sunar.

Aslında o, nefis deryasında gezen gemileri çoktan yakar. Fakat aynı yangını, arkadaşlarının kalbinde tutuşturmak için, gemileri çıra gibi kullanır, onların gönüllerini fetih iştiyakıyla aleve verir.

Guadalete Savaşı ve İç Fetih

Kuzeye doğru zaferlerle adım adım ilerler. Durumdan haberdar olan Vizigot Kralı Rodrigo, Akila’nın da muvakkat desteğini olarak büyük bir ordu toplar. Sayıları hakkında 40 bin ile 100 bin arası değişen farklı rivayetler olsa da bunların çoğu savaşa isteksiz ve gözden çıkarılan köle, çocuk ya da köylülerdir. Tarık, ihtiyaten destek ister. Musa Bin Nursayr 5000 kişilik takviye birlik gönderir.

İki ordu Lekke Vadisi’nde karşılaşır. Bir anlamı da, parlayan yıldız demek olan Tarık, Ramazan ayının son günlerinde, belki de gecelerin yıldızı Kadir gecesinde, harp başlamadan önce Rabbine dua eder.

Tarihe Guadalete Savaşı olarak geçen, bu 8 veya 10 günlük mücadele, Müslümanların kesin zaferiyle sonuçlanırken, tarihler 26 Temmuz 711’i gösterir. Akila ve soyluların en kritik bir anda savaştan çekilerek Rodrigo’yu yalnız bırakmaları ittifaklarının çürüklüğüne bir delildir.

Şüphesiz bu zaferde, Tarık’ın dosta/düşmana karşı kararlı duruşu, cesareti, soğukkanlılığı, tecrübesi, temkinli hareket edip tuzağa düşmemesi, orduyu yüksek tepeye konuşlandırması ve zamanlama stratejisi de önemli bir unsurdur. Karargâhını kurduğu dağın ve Calpe denen boğazın adını, artık bundan böyle tarih “Cebeli Tarık” diye kaydeder. O ve askerleri, Avrupa’da 1492 yılına kadar, yaklaşık sekiz asır devam edecek Endülüs Emevi Devleti’nin temellerini atar.

Toledo şehrinde hazinelerin üzerine ayak bastığı zaman der ki: “Tarık! Evvelki gün, bir köle idin; dün, hürriyete kavuştun; bugün, bir ordu komutanı olarak burada muzaffersin! Unutma, yarın toprağın altına girip Allah’a hesap vereceksin!”

Bu muhasebe ve murakabe, dış değil, bir iç fetihtir! Bu, İspanya ve Avrupa’dan daha büyük fetihtir! Nefsini, kendini kuşatır adeta! Böylesi bir zafer, her muzaffer komutana nasip olmaz! Kısacası, ruhun zaferidir bu!

Birbirleriyle İmtihan ve Hüzünlü Yıllar

Fethin müjdesini alan Musa, ordusuyla Endülüs’e hareket eder ve Tarık’ın daha ileri gitmeden kendisini beklemesini emreder. Fakat Tarık, beklenen zamanın aleyhlerine işleyeceği düşüncesi ile inisiyatif alır ve daha sonra komutanına izah edebileceği kanaatiyle, fetihleri hız kesmeden sürdürür. Musa da bazı şehirleri fethederek ilerler ve 712 senesinde Vizigotların başkenti Toledo’da buluşurlar.

İşte burada iltifat beklediği ağızdan azar işitince onun için hayat tam bir imtihana dönüşür. Tarihin en süratli fetihlerine imza atan Tarık’ın ganimetleri teslim etmek istememesi veya kendine alternatif olur endişesiyle Musa’nın böyle davrandığı gibi su-i zanlar, hayatlarına mahruti olarak bakıldığında pek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Zaten Tarık, hem Hz. Süleyman’ın masası dahil bütün emanetleri teslim eder hem de içtihat hatasını(!) kabullenir; diklenmez, alttan alır, hatta bir süre zindanda kalır, bedelini öder. O, zaferlerin sarhoşluğuna hiç bir zaman kapılmaz.

Musa, kademeli ve tedrici seferler yapmanın gerektiğini düşünürken, Tarık, dağılmışlarken tekrar toparlanmalarına fırsat vermeden seri hareket etmenin daha isabetli olacağı kanaatindedir. Hedefte ve fetih arzusunda ihtilaf yoktur. Sadece zamanlama mefhumunda ittifak kuramadılar.

Vicdanını dinleyen Musa, onu, hapisten çıkarır, görevine iade eder ve Abdülhak Hamid’in aktarmasıyla kızı Zehra Hanım ile evlendirir. Sonra üç farklı koldan fetihlerini sürdürürler ve sonuçta Müslümanlar tarihte ilk kez Paris’e 100 km yakınlaşır. Durdurulamayan bu yiğitler, ihtimal İstanbul’u hedeflerine koymuşlardı. Bu, gemileri yakan Tarık’a nasip olmasa da, gemileri dağdan yüzdüren başka bir Fatih’e kısmet olur.

Gelişmelerden haberdar olan halife, 714 yılında, peş peşe iki elçi göndererek onları başkent Şam’a çağırır. Muhataplarını dinleyen halife, Tarık’ın büyük bir komutan olduğunu anlar, görünüşte ceza vermez. Oysa muzaffer komutanlar için, cepheye bir daha dönememekten daha öte, nasıl bir ceza olabilirdi ki? İşte Tarık, ömrünün son 6 yılını böyle bir intizarla geçirir ve 720 senesinde 50 yaşında Şam’da ruhunu teslim eder.

Tıpkı yenilmez komutan Halit Bin Velid gibi cephede ölememek, Tarık’ın içinde bir ukde olarak kalır. Seferlere çıkamamanın, bir nevi kızağa alınmanın, halden anlaşılamamanın garipliğini ve hüznünü yaşar. Belki de, namının yürüdüğü kuzey Afrika ve Endülüs’e bir daha dönmemek/dönememek, onun yüksek karakterinin ve mahviyetinin bir gereğidir. Musa ise yeni halife tarafından önce zindana atılır, sonra affedilir ve 717 yılında 77 yaşında göçer ahirete.

Ruh Portresi ve Mirası

Tarık bin Ziyad, ismiyle müsemma bir şahsiyettir. Malum, gece görünüp gündüz kaybolan, yol tayininde gecelerin pusulası olan yıldızlara da “tarık” denir. Kur’an’da bu isim şöyle zikredilir: “Tarık’ın ne olduğunu sen ne bileceksin? O, ışığıyla karanlığı delen bir yıldızdır.”3

Kaderin hikmetli icraatına ve şu tevafuka bakın ki, Tarık Bin Ziyad da, adeta taşıdığı bu mübarek adının hakkını verir; zulüm ve zulmetlerle iç içe buhranlar yaşayan Avrupa’daki karanlığı delen bir yıldız olarak tarihe geçer. Onun, kurulmasına vesile olduğu Endülüs İslâm medeniyetinin ışığı, asırlarca Avrupa’yı aydınlatır, kıyamete kadar da bizim yolumuzu…

Ondaki itaat şuuru o kadar kıvamındadır ki, fetih tebrikleri beklediği bir anda, askerlerinin önünde itap görmesine rağmen, nefsinde bunu hazmeder, emre itaatteki kusurunu kabullenir. Hesap verirken tahammül eder, olayı büyütmeden içinde sindirir. Dahası, kırık bir mızraptan dökülen şu mısralar, bu süreçteki duruşunun resmidir adeta:

“Kadrim bilinmedi deyip darılma!

Bilinmeden göçüp gitti büyükler.

Darılıp yerinden sakın ayrılma!

Himmet bekler taşınacak bu yükler.”4

Onun en önemli mirası, can ile canan karşı karşıya geldiğinde, cananın önündeki bütün vesileleri yakabilme kararlılığıdır. Zira onun için gemiler; askerlerini sefere taşıyorsa kıymetlidir, seferden kaçıracaksa değil! Yani bu gemiler, geriye dönme, cepheden ayrılma, mevziyi terk etme aracı haline gelmişlerse onların durması manasızdır, hemen yakılmalıdır. Muhteşem bir gaye-vesile dengesi…

O, idari ve askeri potansiyelini, heyecan yakıtı ve vicdan mekanizması ile fetih yörüngesinde nice semerelere dönüştüren bir yıldızdır. Arkadaşlarının heyecanlarını tetikleyen faktör, elbette sadece onun hedef ve tezleri değildir; aynı zamanda tertemiz temsilinin tesiridir. Gerçekleştirdiği her zafer yeni hedeflere davetiye olur, dur durak bilmeden koşturur. Sefer esnasında bile başka fetih çıralarını hazırlar, projelerini çizer, zamanı sıkıştıra sıkıştıra değerlendirir. Fatih namzedi erlerine, hem önder hem de ender bir pusula olur. İslami heyecanı hiç durulmaz, aksine, durağan/durgun gönülleri dalgalandıran bir yiğittir o. Ruh dünyasında öyle kıpır kıpır yaşar ki, kendi devrinde “durağanlığı durduran komutan” dense sezadır. Bütün bir Avrupa’yı aydınlatma niyet ve azmiyle, pırıl pırıl ışıldayan bir yıldızdır Tarık.

Yazan: Selim Gül

Kaynakça:

1-Tarık Bin Ziyad / TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt 40, sayfa 24-25

2- Tarık yahut Endülüs Fethi / TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt 40, sayfa 23-24

3- Musa Bin Nusayr / TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt 31, sayfa 224-225

4- Savaşın Efsaneleri, Tarık Bin Ziyad / TRT Belgesel

5- Tarık Bin Ziyad / İslam Tarihi Ansiklopedisi, Cilt 10

6- Kur’an’ı Kerim / Diyanet Meali

7- Endülüs’ün Fethi / DFT Tarih Belgesel

8- Hanedanlar Tarihi / İslam’ı Avrupa’ya Taşıyan Komutan

Dipnot:

  1. İbn-i Hallikân, Vefayâtu’l-A’yân 5/320
    Zehebî, Târîhu’l-İslâm 6/393
  2. İbn-i Hallikân, Vefayâtu’l-A’yân 5/321
  3. Tarık Suresi /2-3
  4. M.F. Gülen
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.