Işığa Hamile Kapkaranlık Bir Dünya ve Beklenen Şafak

372

Işığa hamile kapkaranlık bir dünya.. ve Nebi’nin zuhuruna az bir zaman kala müjde ve muştu dolu akisler var ufukta.. vicdanlarda tesiri o kadar fazla ki, birçok Mekkeli gelecek son Nebi’yi anlatmakta.. tavsiyeler ve tavsiyeler: Zuhur eder etmez hemen koşun O’na! Ve bütünleşin O’nun ruhuyla.!1

Bütün bir beşeriyet canı dudağında ve herkesin umudu gelecek son kurtarıcıda. Ana-babalar bu kurtarıcının kendi nesillerinden olmasını istiyor.. ve birçoğu yeni doğan çocuğuna “Muhammed” ismini veriyor…2

Fakat O, Hz. İbrahim’den İsmail’e intikalle gelen ve Abdülmuttalip’ten Abdullah’a geçen bir altın silsileden gelecekti; ve gönüller de bu kanaldan gelecek nuru bekliyordu. Hâdiseler O’nun geleceğini haber veriyor; karanlığın koyulaşması, sökün edecek şafağın yaklaştığını söylüyordu. O günkü insanlık, hayatı hayat yapacak olan gaye ve idealden mahrumdu. İnsanların bütün yaptıkları işler, “ıssız çöllerde serap kovalamak gibiydi. Susayan onu su zanneder; nihayet ona vardığında herhangi bir şey bulamaz.”3

Duygu, düşünce ve davranışlar da bundan pek farklı değildi. “Engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibi ki, onu dalga üstüne dalga kaplıyor; üstünde de bulut.. birbiri üstüne karanlıklar.. insan elini çıkarıp uzatsa, neredeyse onu dahi göremez.”4

Bu devrin adı “Cahiliye”dir. Ancak ilmin zıddı olan bir cehalet değil, iman ve inancın karşılığı olan küfrün müradifi cahiliyet…

O devre ait çirkinlikleri kapkara bir tablo hâlinde arz edip geçici de olsa ruhlarınıza karanlık bir perde germek istemem. Bâtılı şöyle-böyle tasvir, zihinleri idlâl eder. Ve bence buna sebebiyet de bir cürümdür. Fakat yine de, o devri anlatabilmek için az da olsa, o günün örf ve âdetlerinden bazılarına ve sadece bir işaret çerçevesinde temasta yarar görüyoruz; ta ki Allah Resûlü’nün, nasıl bütün kâinata bir rahmet olarak gönderildiği ve bu rahmetin gönderilişinin nasıl bir ilâhî lütuf olduğu daha iyi idrak edilmiş olsun!..

O’nun gelişi herkes için Cenâb-ı Hakk’ın en büyük lütfu ve en engin ihsanıdır. Bunun böyle olduğunu bizzat Rabbimiz anlatmaktadır:

لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولاً مِنْ أَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ

“İçlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden, münkerden) onları temizleyen ve onlara Kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, mü’minlere büyük bir lütufta bulunmuştur.”5

Allah’ın (celle celâluhu) lütuf, ihsan ve keremine bakın ki, insanlara kendi içlerinden, özlerinden, onlarla aynı duygu ve aynı düşünceyi paylaşan; hakka giden yolda onların rehber ve pişdârı olan; imama ihtiyaçları olduğunda önlerine geçebilen; hatibe ihtiyaçları olduğunda minbere çıkabilen; emîre ihtiyaçları olduğunda tuğra basıp sikke kesen; kumandaya ihtiyaç duyduklarında, onları en mükemmel erkân-ı harplerden daha mükemmel idare eden bir nebi, bir elçi gönderdi.

Hıristiyanlıkta bir akide vardır. Onlar Hz. İsa’nın, insanlığın ilk günahını affettirmek için Cenâb-ı Hak tarafından feda edildiği inancını taşırlar. Yani onlara göre Rab, fedakârlıkta bulunmuş ve insanları affetmek için -hâşâ- kendi oğlu olan Mesih’i feda etmiştir. Dolayısıyla da Hz. İsa -onların itikatlarına göre- çarmıha gerilmiş ve Hz. Âdem’le başlayan, daha sonra da her insanın, daha doğarken, beraberinde getirdiği bu ilk günah böylece affedilmiştir. Bu, bir itikat olarak yanlış ve bazı tevillere açık yanları itibarıyla da dalâlettir. Ancak bu yanlış telakkinin anlattığı doğru bir telmih vardır, o da şudur:

Cenâb-ı Hak, insanların günahını bağışlamak; onları sapıklıkta, dalâlette, tuğyanda, azgınlıkta kendi başlarına bırakmamak için, en sevgili kulunu, Hz. Muhammed’i (sallallâhu aleyhi ve sellem), hem de maruz kalacağı şeyleri bildiği hâlde peygamber olarak göndermiştir. Ta ki şaşırıp yollarda kalmasınlar, kalıp da zayi olmasınlar.. insanlık semasına çıkıp kâmil birer insan olsunlar.. içlerinde derinleşip her an ruhlarında Allah’ı (celle celâluhu) duysunlar.. ve İbrahim Hakkı’nın ifadesiyle, Rabbilerini vicdanlarında kenzen bilsinler:

Sığmam dedi Hak arz u semaya
Kenzen bilindi dil madeninden.

Gönül öyle bir hazineler menbaıdır ki, dünyalara sığmayan Hak, her an en kıymetli bir cevher gibi orada kendini hissettirir. Kitaplar, zihinler, düşünceler, felsefeler, beyanlar, sema, arz ve bütün mükevvenât Allah’ı (celle celâluhu) ihata edemez.. ve bunların hiçbirinin, O’nu ifadeye gücü yetmez. Ancak kalbdir ki, kısmen de olsa O’nu ifadeye tercüman olabilir. Evet, kalb öyle bir dildir ki, şimdiye kadar kulaklar, o dilin beyanı kadar parlak bir beyan duymamışlardır. Öyle ise insan, kalbinde yol almaya, aradığını orada aramaya ve Rabb’e erip O’nda fâni olmaya çalışmalıdır. Zaten Allah, Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ı onun için bizim aramıza göndermiştir.

Evet, O, insanlığa Allah’ın (celle celâluhu) âyetlerini okumak, fasıl fasıl mucizelerini gözler önüne sermek ve insana kendi mahiyetini öğretmek için gelmiştir. Evet O’nun sayesinde beşeriyet tabiat kirlerinden arınarak tertemiz hâle gelecek, bedene ait süfliyattan kurtularak kalb ve ruhun hayat derecesine yükselecekti.. ve yükseldi de. Evet, O, insanlara Kitap ve hikmeti talim edecek; insanlık da, Kitap ve hikmetin ışıktan dünyasında kendini bularak, ukbâlara uyanacak ve ebedîleşme yoluna girecekti; neticede öyle de oldu.

Bizim için çok mühim, bereketli ve feyiz dolu günler vardır. Bunlardan bazıları da mü’minlerin bayramı sayılır. Her hafta, cuma günü yaşanan bu bayram sevincini daha büyük çapta Kurban ve Ramazan Bayramlarında da yaşarız. Kurban Bayramı, Hz. İbrahim’in belli bir buudda fedakârlık yaptığı, Müslümanların da bütün samimiyetleriyle günahlarının affına yol aradıkları.. ve bu gayeye matuf, bazılarının Beytullah’a yüz sürüp, Arafat’ta vakfeye durdukları ve Muhammedî bir ruhla yalvarıp yakardıkları bir gündür. Ramazan ise, bir ay oruçla Rabb’e yaklaşma sevincini, yaşama sevincini paylaşmanın ifadesi zengin, dolgun ve bereketli bir bayramdır. Fakat bir bayram daha vardır ki, o, bütün insanlık, hatta bütün bir varlık âleminin bayramı sayılır; o da Allah Resûlü’nün dünyayı teşrif buyurarak tenezzülen aramıza girip bizi şereflendirdiği gündür.. vilâdet-i Ahmediye’dir. Yani Cenâb-ı Hakk’ın, tıpkı bir güneş mahiyetinde yarattığı o Nur’u bir kandil gibi insanlık semasına astığı gündür. Evet, o Nur sayesinde bütün cahiliye karanlıkları yırtılmış ve âlem nura gark olmuştur. Bu da Cenâb-ı Hakk’ın cin ve ins’e en büyük bir lütfu ve büyük bir ihsanıdır.


Yazar: M. Fethullah Gülen/Sonsuz Nur isimli kitaptan alınmıştır.

Dipnot:

  1. Örnek olarak bkz.: İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, 1/161-162; Taberî, Tarihu’l-ümem ve’l-mülûk, 1/529.
  2. İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, 1/169.
  3. Nur sûresi, 24/39.
  4. Nur sûresi, 24/40.
  5. Âl-i İmrân sûresi, 3/164.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.