Hakaret Girdabı ve Aile İçi İletişim

1.221

Aile içi sağlıklı iletişimin can düşmanlarından birisi de eşlerin birbirlerine karşı kullandıkları kötü söz ve yaptıkları hakaretlerdir. Sorumsuzca sarf edilen kelime ya da cümleler, evliliğin başlangıcında Allah’ın kalplere yerleştirdiği sevgi, saygı ve merhameti yavaş yavaş yok ederken çoğu zaman bu önemsenmez. Sonunda evliliğin olmazsa olmaz bu temel dinamikleri kaybedilince sağlıklı iletişimi korumak da mümkün olmaz. Zira hakaretlerin öldürdüğü duyguları diriltmek kolay değildir. Onun için öfkeyi dile taşıyıp hakaret olarak dışa yansıtmadan önce bin düşünüp bir söylemek gerekir ki kalplerde/duygularda telafisi imkânsız yaralar açılmasın. Çünkü dil yarası kolay kolay iyileşmez.

Hakaretin İletişim Değeri Yoktur! 

Her ne kadar öfke anında bağırmak ve hakaret etmek rahatlamak için birçok kimsenin başvurduğu normal bir tepki olarak görülse de böyle bir davranış, sağlıklı iletişim açısından doğru değildir. Zira hiç kimse kendisine bir şey anlatılırken bağırılmasından ya da hakaret edilmesinden hoşlanmaz hatta buna tahammül de edemez. Kaldı ki böyle bir kimse karşı tarafın kendisine ne söylediğine değil bağırdığına ve aşağıladığına odaklanacağından kendisine anlatılmak istenilen hiçbir şeyi de dinlemez ve anlamaz. Dolayısıyla ister erkek ister kadın, herhangi bir hakarete maruz kaldığında ister istemez kendini sözlü, gerekirse fiili müdafaa etmeye başlar. Karşılıklı söz düellolarının yaşandığı böyle bir hal ve durumda ise sadece iletişim değil, maddi-manevi kul hakları da gözetilemez.    

Böyle bir ortamda bilhassa erkek, gücünün arkasına sığınarak aşağılamaya devam ettiğinde, kadın da “altta kalıp kendini ezdirmemek” dürtüleriyle, misliyle karşılık vermeye başlayacaktır. Bir nevi hakaret yarışına giren eşlerin, bu davranışlarıyla azar azar yuvalarını bir iç savaşın eşiğine getireceği muhakkaktır. Bundan dolayıdır ki bugün bilhassa kadınların dilinde pelesenk olmuş “kendimi ezdirtmem” deyimi/düşüncesi, sağlıklı iletişimin baş düşmanı haline gelmiş durumdadır. 

Bir şekilde doğru ve sağlıklı iletişim kurmaya değil de sadece, “Niçin kendimi ezdirteyim?” sloganına odaklanmış kadınla, daima gücüne ve “Bana söz söyleyecek kadın, henüz anasından doğmamıştır!” cehaletine sığınan erkekler var olduğu sürece bu problem çözülemeyecektir. Zira iki yanlış bakış açısı, söz veya davranıştan bir doğru söz ya da bir isabetli bir davranış doğmaz. Hakaret, hakareti doğurur ve bu zincirleme devam eder. Sonunda karşılıklı sözlü aşağılamalar yerini kavgaya bırakır. Kavga ise her iki taraf için de artık mutlak sonun başlangıcıdır. 

Günah Olarak Hakaret, Yeter!

İletişimin başlangıcı dildir. Dil, ilişkilerimizi ya güçlendirir ya zayıflatır ya da zamanla tamamen yıkar. Onun için Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) dil unsurunun üzerinde özellikle durur ve müminin ne olmadığını diliyle irtibatlı ele alarak şöyle tarif eder: “Mümin, zem ve gıybetle insanların ırzlarını yaralayan, insanlara lanet okuyan ve başkalarına aşağılayıcı kötü sözler söyleyen kimse değildir.”1 Bir başka nurlu beyanlarında ise mümini aşağılamanın ve onu rencide edecek kötü söz söylemenin günah olduğunu şöyle ifade eder: “Müslüman’a hakaret etmek, sövmek fısktır, günahtır…”2 Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bunun her hangi bir günah olmadığını da belirterek özellikle uyarır: “…Kişiye günah olarak kardeşini hor ve hakir görmesi yeter.”3

Unutulmamalıdır ki eşler birbirinin aynı zamanda din kardeşidir. Bir kimse eşine/kardeşine rahatlıkla hakaret edebiliyorsa, bu büyük günahı irtikaptan korkmalı ve tövbe ederek bu kötü alışkanlığından vazgeçmelidir. Yoksa, “Eşim değil mi, hakaret eder hatta döverim de… Bana kimse karışamaz!” zihniyeti tamamen cahiliye mantığıdır. Kur’ân, Sünnet ve İslam ahlakıyla asla bağdaştırılamaz. Böyle devasız bir cehaletten kaynaklanan büyük günahın üzerine de sağlıklı iletişim kurulamaz. 

En Yakınlarımız Dilimizden Emin mi?

İkili ilişkilerde insanları aşağılamak, aynı zamanda onların şahsiyetine/kişiliğine karşı da bir saldırıdır. Böyle bir saldırı, yuvanın üzerine kurulduğu sevgi, saygı ve güven duygularını tamamen yıkar. Bundan dolayıdır ki Peygamber Efendimiz (aleyhi’s-salatü ve’s-selam) mümini tarif ederken özellikle dil ve el emniyetine dikkat çekerek şöyle buyurur: “Müslüman o kimsedir ki, diğer insanlar onun dilinden ve elinden selâmettedir, teminat altındadır.”4

Aslında çok bilinen bu hadis-i şerif, aile içi iletişimde de temel bir ölçü olmalıdır. Bir başka deyişle herkes, en dar daireden başlayarak, eşinin, çocuklarının ve çevresinin, dilinden ve elinden emin olup olmadığı muhasebesini yapmalıdır. Çünkü aile içinde herhangi bir mesele veya sebepten dolayı eşlerden birisi çözümü hakarete başvurmada arıyorsa, en yakını bile henüz dilinden emin değil demektir. Diğeri de ona misliyle karşılık veriyorsa onun da dilinden en yakın çevresi emin değildir. Hele dil yetmiyor ve devreye el de sokuluyorsa o zaman elinden de en yakını emin olamaz. Dil ve el emniyetinin olmadığı bir yerde ise asla sağlıklı iletişimden bahsedilemez.

Dolayısıyla her iki emniyeti de hayatımıza ve yuvadaki ilişkilerimize hakim kılacak olan hakikat, imana dayalı emniyet ve güven anlayışıdır. Yani inandığımız Allah, bizi görüyor, söylediğimiz her şeyi işitiyor ve kirâmen-kâtibîn meleklerine kaydettiriyor inancıdır. Kur’ân’ın beyanıyla: “İnsanı Biz yarattık. Onun için, nefsinin kendisine neler fısıldadığını, neler telkin ettiğini de Biz pek iyi biliriz. Çünkü Biz, ona şahdamarından daha yakınız. Zaten onun sağında ve solunda yerleşmiş iki kayıtçı vardır. Ağzından çıkan bir tek söz olmaz ki yanında bu iş için hazırlanmış gözcü olmasın, onun söylediğini ve yaptığını kaydetmiş olmasın.”5 gerçeğidir. 

İşte bu iman ve şuurdur ki dilimizi, yarın ahirette bizi mahcup etmeyecek şekilde dikkatli kullanmaya sevk eder. Yoksa “Ben kızdım mı gözüm kimseyi görmez, ağzıma geleni söylerim.. kim ne karışabilir!” gibi  yaklaşımlar, Allah’a ve hesap gününe iman etmiş bir kimsenin ağzından çıkacak cümleler olamaz.  

Hakaret, Kul Hakkına Girmektir!

Burada bazı kimseler, “Benim üslubum bu. Yaratılışım böyle. Böyle yetiştim ya da çevremden böyle gördüm…” gibi bahanelerin arkasına sığınarak kendisini temize çıkarmaya çalışabilir. Bu iddialar asla geçerli bir mazeret olarak kabul edilemez. Hiçbir zaman ikili ilişkilerde insanları aşağılamanın mazereti olamaz. Bu ve emsali mazeretlerin arkasına sığınması kişinin kendisini aldatması olur. Zira bir kimsenin muhatabını aşağılaması, onun manevi şahsiyetine karşı işlenmiş bir cinayettir. Muhatabın kul haklarını ihlal ve zulümdür. Sebebi ne olursa olsun her türlü hakaret ve aşağılamalar insanların ırz ve şahsiyetlerine karşı işlenmiş bir suç ve İslamî açıdan haramdır. 

Allah Resûlü, din kardeşliğini nazara verdiği hadislerinde bunu açıkça belirtmiştir: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez. Ona hiyanet etmez, yalan söylemez ve yardımı terk etmez. Her Müslümanın, diğer Müslümana şahsiyeti, malı, ve kanı haramdır…”6 İslam’da insan en güzel yaratılışa mazhar kerîm bir varlıktır. Can ve mal dokunulmazlığı olduğu kadar şahsiyetinin de dokunulmazlığı vardır.

Bu mevzuda örnek olarak Hz. İkrime’den nakledilen şu vaka çok manidardır: “İbn-i Abbas ya da onun amca oğlu arkadaşlarından birini yemeğe davet etmişti. Hizmetçiler sofrayı kurmak için hazırlık yapıyorlardı. İçlerinde bir cariye de sofranın kurulmasına yardımcı oluyor, içeri girip çıkıyordu. Derken oradan birisi ona bir şey söylemek istedi ve “Ey Zâniye!” diye çağırdı.  Bunu duyan İbn-i Abbas o şahsı: “Sakın bir daha böyle söyleme! Zira o, dünyada seni, kendisine böyle hitap etmekten alıkoyamasa da ahirette buna gücü yetecektir.” diyerek ikaz etti. O şahıs, “Ya o, dediğim gibiyse!” diye sordu. Bunun üzerine İbn-i Abbas, “Allah, kötü ve çirkin söz söyleyenleri ve haddini aşarak bunu yayanları ve bu tür davranışlar içinde bulunanları sevmez.” buyurdu.7     

İletişimde Hakaretin Bir Sonucu da Ahirette İflastır!

İlişkilerinde dillerine hâkim olamayan kimseler sadece dünyada değil ahiret hayatında da kaybederler. Zira Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), bir gün sahabe-i kiramla birlikte otururken,

-İçinizde kimi müflis sayarsınız?” diye sordu. Onlar, 

-Malını bütünüyle kaybeden kimseyi.” cevabını verdiler. Bunun üzerine Efendimiz, yukarıdaki büyük kaybı haber veren şu açıklamayı yaptı:

– Hayır, asıl müflis, kıyamet gününde, ona hakaret etmiş, buna zulmetmiş, berikinin malını almış olarak gelen kimsedir. Orada ne dinar vardır ne de dirhem. Sevapları alınıp o kimselere verilir. Yetmez, bu defa onların günahları sırtına yüklenir. İşte gerçek müflis odur.” 8

Halbuki çoğu kimse eşiyle ya da çevresiyle olan iletişiminde sadece dünyevi yönü düşünür, yaptığı hakaretlerle girdiği kul haklarını hiç hesap etmez. Öfke ve intikam duygularıyla hareket ederek söylediklerinin hesap gününe bakan yönlerini görmezlikten gelir. Bir gün bu hakaretlerin karşısına iflas belgesi olarak da çıkabileceğini hiç düşünmez. Aslında en ağır kayıp budur. 

Herkes, karakterinin gereğini sergiler!

Aşağılamalar karşısında gösterilecek doğru tepki ya da davranış da zulme girmemek için önemlidir. Bunun için hakarete hakaretle karşılık vermek ilk bakışta makul ve masum gelse de “misli misline karşılık” vermek doğru değildir. Üstad Bediuzzaman’ın da ifadesiyle “mukabele-i bi’l-misil”, zalim bir kaidedir. Çünkü bu zalim kural işletildikçe her iki tarafta kaybetmeye devam eder. Bir diğer ifadeyle, “o söylerse ben de söylerim” anlayışı ve uygulaması, eşlerin birbirine zulme devam etmesini ve sonunda birbirlerini kaybetmesini sonuç verecek fasit bir dairedir.

Peygamber Efendimiz’in bu konuda bize verdiği şu ölçü bu fasid daireyi, salih daireye çevirebilecek bir ölçüdür: “Karşılıklı birbirine hakaret edenlerden mazlum olan haddi aşmadıkça, bütün mesuliyet, hakareti ilk başlatan kimseye aittir.”9 Bu ilkeye göre hareket eden bir kimse, kendini müdafaa adına “misliyle mukabele verme” zalim kuralına göre değil haddi aşmama ve muhatabı gibi zulme girmeme prensibine göre hareket eder. Karşı tarafa had bildirmek için değil bilakis hak ve hakikat olanı duyurmak için konuşur. O bu temiz üslubuyla hem kendi şahsiyetini korumaya hem de muhatabını içine düştüğü zulümden kurtarmaya gayret eder. Karşı tarafın bu husustaki pervasızlığı bile onu bu nezih üslubundan ve vakarından uzaklaştıramaz. Bunun sonucunda belki de muhatabı, yaptığı yanlışın farkına varır ve özür diler. Bir talihsiz sözle tıkanan iletişim yolları bu sayede yeniden açılmaya başlar.   

Kaldı ki karşı taraf hakarete müstahak bile olsa, acaba kötü söz söylemek fazilet midir? Bunun en güzel cevabını Kurân verir: “Rahman’ın has kulları o kimselerdir ki onlar yerde tevazu ile yürürler. Cahiller kendilerine laf atarsa “Selâmetle!” derler.”10 “O kullar, yalan şahitlik etmezler. Boş söz ve işlere rastladıklarında vakarla oradan geçip giderler.”11 Hz. İsa’nın (aleyhisselam) ifadesiyle “Herkes yanında bulunandan verir!”12 Dolayısıyla müminler, “Herkes karakterinin gereğini sergiler!”13 ayetini dikkate alarak daima dil nezahetlerini korur ve hiçbir zaman muhataplarının düştüğü derekelere düşmemeye çalışırlar.

Hakarete Karşılık Vermenin Câiz Olduğu Hâl ve Sınır

İmam Gazzali’nin de belirttiği gibi “Günahlara misliyle karşılık vermek caiz değildir!” Bu sebeple, zinaya zina ile, gıybete gıybetle, sövmeye sövmekle karşılık vermek haramdır. Bir gün Allah Resûlü’nün huzurunda oturan bir sahabî kendisine şöyle bir soru sorar: “Ya Resûlallah! Bir kimse bana bir topluluğun içinde hakaret ederse ben de ona cevap verirsem bunda bir günah var mıdır? Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: “Birbirlerine söven iki kişi, karşılıklı birbirlerine hakaret eden ve birbirlerini yalanlayan iki şeytandır!” buyurarak14 onu böylesi bir durumda söz düellosuna girmekten nehyeder.    

Her ne kadar öfkesini kusarak sataşan ve hakaret eden kimseye karşı insanın kendisini müdafaa etmesi, ulemadan bir kısmı tarafından caiz görülse de susmak daha faziletlidir. Çünkü konuşunca, caiz olan savunma miktarıyla yetinmek zor olacağı gibi söz, sözü açtığı için tartışmanın daha çok büyümesi ve daha fazla ortamın gerilmesi buna bağlı olarak ilişkilerin daha fazla yıpranması söz konusu olabilir.

Bunun yanında kişi isterse af öncelikli davranarak haklarından feragat da edebilir. Kur’ân’ın beyanıyla: “Bir kötülüğün karşılığı ona denk bir cezadır. Bununla beraber, kim hakkını bağışlar ve barışırsa onun mükafatı Allah’a aittir.”15  

Hatta burada sadece af değil, kötülük yapan bir kimseye iyilik yapma yolu da işletilebilir. Kur’an’ın ifadesiyle bu, insanların gönüllerine girip bozulan iletişimi yeniden başlatabilmenin etkili bir vesilesidir: “İyilikle kötülük eşit değildir. Sen kötülüğe, iyiliğin en güzeliyle karşılık ver. O zaman bir de bakarsın ki aranızda düşmanlık olan kişi sanki candan bir dost olmuştur.”16 Bunun zıddı da diyebileceğimiz davranışı ise Allah Resûlü şöyle yasaklamıştır: “İnsanlar iyilik yaparsa iyilik yapar, zulmederlerse ben de zulmederim, diyenlerden olmayın. Bilakis nefislerinizi, insanlar iyilik yaparsa iyilik yapmaya, kötülük yaparsa da zulmetmemeye hazırlayın.”17 Zira zulmetmemek de karşı tarafa bir iyilik ve ihsandır. Dolayısıyla kötü söz söyleyene kötü bir sözle karşılık vermek fazilet değildir. Hakiki kemal, kötü söze karşı bile en güzel cümleyi kurup iletişim köprülerini yıkmamaktır.

Bunun en çarpıcı örneklerinden birisi Abdullah İbn Abbas’ın hayatından nakledilen şu vakadır: “Bir adam İbn-i Abbas’a gelir ve kendisine ağır hakaretler eder. Bunun üzerine İbn-i Abbas, ona herhangi bir cevap vermez ve hizmetçisine: ‘Sor, bu zatın bir ihtiyacı varsa yardımcı olalım, onu giderelim” der. Adam bunu duyunca utanır ve söylediği sözlerden dolayı özür diler ve bin pişman olarak oradan ayrılır.18  

Bütün bunların ışığı altında Allah Resûlü’nün verdiği şu ölçü herkese temel davranış kriteri olmalıdır: “Biri sana dil uzatır ve sende olmayan bir kusurla seni ayıplarsa, sen onu sahip olduğu kusurla bile ayıplama. Onu, günahı kendine, sevabı sana olduğu halde terk et. Kimseye de asla aşağılama.”19

Sonuç 

Sağlıklı iletişim adına dile, ele, göz ve kaşa hatta jest ve mimiklere kadar hâkim olunmalı ve insan, kendisini rahatsız eden kimselere hakaret yetkisine sahip olduğunu zannetmemelidir. İşte çoğu zaman bu zan ve bu gaflet, insana kaybettirir. Zira;

  • Hakaretin gönüllerde açtığı dil yarası kolay kolay iyileşmez. 
  • Hakaretten kaynaklanan kul hakları insanı hem dünya hem de ahirette iflasa sürükler.
  • Hakaretin olduğu yerde sağlıklı iletişim ya can çekişmektedir ya da çoktan ruhunu teslim etmiştir.
  • Karşılıklı hakaret ve alayların arasında doğacak olan sağlıklı iletişim ve huzur değil bunalım ve şiddettir. Bu da her iki taraf için sonun başlangıcıdır. Çünkü birbirlerine rahat hakaret edebilenlerin kuramayacağı tek şey yuva ve sağlıklı iletişimdir.

Unutulmamalıdır ki makale boyunca verilen ölçüler, içtimai hayatta uygulanması emir ve tavsiye edilen genel kurallardır. Tanıdığımız tanımadığımız insanlara karşı bile bu ölçüler içinde hareket etme mecburiyetindeysek kendi yuvamızda ve en yakınımız olan eşimize ve çocuklarımıza karşı bu ölçülere evleviyetle sadık kalmalıyız. 

Yazar: Dr. Selim Koç

Dipnot:

  1. Tirmizî, Birr 48
  2. Buharî, Fiten 8
  3. Tirmizi, Birr 18
  4. Buhârî, İman 4, 5; Müslim, İman 65; Ebû Dâvûd, Cihad 2
  5. Kaf Sûresi, 50/17-18
  6. Tirmizî, Birr 18
  7. Buharî, Edebu’l-Müfred, s. 88
  8. Buharî, Mezâlim 10; Müslim, Birr 15 (2581)
  9. Müslim, Birr 18
  10. Furkan Sûresi 63. Ayet
  11. Furkan Sûresi 72. Ayet
  12. Gazzâlî, İhya, s. 1880
  13. İsra Sûresi, 17/84
  14. Buharî, el-Edebu’l-Müfred, s. 175
  15. Şûra Suresi, 42/40
  16. Fussılet Sûresi, 41/34
  17. Tirmizî, Birr 62, (2007); Hadisin şerhi için bkz. Mübarekfûrî, Tuhfetu’l-Ahvezî, VII/103-104
  18. Gazzâlî, İhya, s. 1879
  19. Suyutî, Câmiu’s-Sağîr, 1/66
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.