Efendimiz’in (sas) Son Umresi ve Hikmet Dolu Hadiseler (5 Zilhicce 10 Hicrî)
Bugün, iki yıl aradan sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile Kâbe’nin birbirine kavuşacağı büyük gün! Zira hâtıralarıyla kendini hatırlatmaya başlayan Kâbe, az öteden misafirlerine el sallıyor!
Her zaman olduğu gibi yine çok erken kalkılmış, Teheccüd’le aydınlanan geceler, nöbetini artık sabaha devretmişti. Vaktin yaklaşmasıyla birlikte Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), namaz öncesinde gusül abdesti aldı. Sabah namazını da yine Kedâ ile Küdâ tepeleri arasındaki Zî Tuvâ’da kıldı. Arkasında mahşeri bir kalabalık vardı. Yolda gelirken katılanlarla Zî Tuvâ’da buluşanlar birleşmiş, sanki insan denizinden müteşekkil görkemli bir manzara oluşturmuştu!
Derken mübarek devesi Kasvâ’ya binen Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), gündüzün bereketli bir zamanı olan kuşluk vaktinde Kedâ’dan hareket etti. Arkasında yürüyen insan seli de O’nunla birlikte hareket etmiş, Kâbe’ye geliyorlardı!
Taş ve toprağında acı tatlı birçok hatıralarının olduğu Hacûn’dan aşağıya doğru ilerlermeye başlamıştı. Bu esnada onları karşılamak için Benî Abdilmuttalib’in çocukları ve kadınları önlerine çıkmıştı. Dün Mekkelilerin yaşatmak istemedikleri Resûlullah’ı, arkasındaki cemaatiyle birlikte sinelerine basıyorlardı! Bu arada Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), çocuklardan birisini önüne, diğerini de arkasına bindirmişti. Adım adım Kâbe’ye yaklaşırken şöyle buyuruyordu:
“Hac menâsikini benden alınız!”
Kâbe, Efendimiz’in bu sene hacca geleceği haberini alan mü’minlerin akınına uğramış, günlerdir artan bir kalabalığa sahne oluyordu. On binlerce insan da burada terâküm etmişti! O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem), Hacûn’dan geliş haberiyle beraber müthiş bir his tufanı yaşanmaya başladı. Zira gelenlerin büyük çoğunluğu, davasına ömürlerini adadıkları Resûlullah’ı ilk defa görecekti! Bu, onları “sahâbe” olma meziyetine yükseltecek bir vuslattı.
Benî Şeybe kapısına yönelmiş, Kâbe’ye buradan giriyordu. Kâbe’nin tamiri ve Hacerü’l-Esved’i yerine koyma hâdisesinin yaşandığı gün de buradan girmiş ve Mekkelilere “hakemlik” yapmıştı! Bu girişle birlikte Kâbe’den, Fârân Dağları’na doğru coşkun bir tekbir yükselmeye başlamıştı. Tavaf için bekleyen cemaat ile Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) beraberinde gelenler metafta buluşmuştu. Bekke Vâdisi, âdeta iki denizin buluştuğu bir nehir yatağını andırıyordu. İki taraftan gelen su birbiriyle kaynaşmış, sarmaş dolaş olmuştu.
Tevazudan iki büklüm olan Habîbullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Allah’ın ihsan ettiği bu lutfa mukabil, minnet ve şükür hisleriyle dopdoluydu. Daha dün denecek kadar yakın bir zamanda hariminde iki kişiyle bile buluşmasına müsaade edilmeyen Kâbe, Resûlullah’ı ve ashabını sinesine basıyordu! Zamanın çıldırtıcılığına karşı sabır ve teenni ile hareket, semeresini vermiş, en büyük müfessir olarak zaman da hükmünü icra etmişti! Dua ederken mübarek dudaklarından şunların döküldüğü duyuldu:
“Allah’ım! Sen Selâm’sın ve selâm da Sen’dendir! Rabbimiz! Bizi selâm içinde yaşat! Allah’ım! Bu Beytin’in şerefini, ululuğunu, heybetini artır! Ona hac ve umre ile tazimde bulunanların da şereflerini, heybetlerini, tazimlerini ve iyiliklerini artır!”
Bütün gözlerin odaklandığı Server-i Kâinât Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Kasvâ’yı Beytullah’ın kapısında ıhtırdı. Abdestini yeniledikten sonra Necrân dokuması ridâsının bir ucunu sağ koltuğunun altından alıp sol omuzunun üstüne attı.
O’nun bu sünnetine şahit olanların zihninde, Kaza Umresi’nin yapıldığı an canlanmıştı. O gün Resûlullah’ın, “Sakın Kureyşliler, sizde bir gevşeklik ve eksiklik görmesin! Bugün onlara, pazusunun kuvvetini gösterenlere Allah merhametle muamele buyursun!” dediğini duyar gibi olmuşlardı. Zira bunu O’na, güç ve kuvvetlerinin azaldığını söyleyen müşriklere karşı yapılması gereken bir hareket olarak Cebrâil söylemişti. Şimdi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), sağ omuzu açık halde Kâbe’ye doğru ilerliyordu!
Tabii olarak ilk iş, Hacerü’l-Esved’iistilam etmekti. Cennet’ten gelen ve insanların işlediği günahlarla kararan bu kutlu taşı, O (sallallahu aleyhi ve sellem), bundan 38 yıl önce kendi elleriyle oraya yerleştirmişti! Kâbe’de, Rahmânî bir yâkût gibi parlayan Hacerü’l-Es’ved, nihayet beklediği misafirine kavuşmuştu! Alemlere rahmet olarak gönderilen Allah Resûlü ile musafaha yapıyordu.
O gün Kâbe, her yönüyle tam bir vuslat yaşıyordu. Cahiliye döneminde birbirine düşman olanlar, bugün birbirini sinesine basan candan dostlara dönüşmüştü! Husumetler tarih olmuş, toprağa gömülen kin ve nefret tohumlarından âdeta muhabbet filizleri fışkırmıştı!
Nebiler Serveri’nin (sallallahu aleyhi ve sellem) yağmur yüklü bulutlar gibi dolu, güvercin kalbi gibi hassas gönlü coşmuş, Kâbe’nin gölgesinde gözler ceyhûn olmuştu! O’nun gözyaşlarına şahit olan ashâb da ağlıyordu! Uzun uzadıya ağladıktan sonra mübarek elleriyle Hacerü’l-Esved’e dokunan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), ardından yaklaşıp onu öptü.
İki yıl önce Mekke’nin fethinde Kasvâ’nın üzerinde Kâbe’yi tavaf ederken Hacerü’l-Esved’i uzaktan işaretle istîlâm etmişti. O güne şahit olanlar, öpmek ile uzaktan istîlâmın hükmünü merak ediyorlardı. Allah Resûlü’nün sükûtuyla anladılar ki uzaktan istîlâm da yeterliydi. O (sallallahu aleyhi ve sellem), bunu iki farklı muamelesiyle açıkça göstermişti. Aksi halde herkesin Hacerü’l-Esved’e dokunmaya çalışması, metaf alanında büyük bir izdihamın yaşanmasına sebep olabilirdi. İnsanlığın Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem), Kâbe’ye akın edip gelen milyonların yaşayacağı dönemlerin de peygamberiydi!
Bu arada Allah Resûlü, Hacerü’l-Esved’in yanında Hazreti Ömer’in de ağladığına şahit olmuş ve “Ey Ömer! Burada gözyaşları dökülür!” buyurmuştu.
Hazreti Ömer’in hayatı boyunca unutamadığı beyanlardı bunlar. Ne zaman Kâbe’ye gelse bu ânı hatırlayacak, tıpkı Efendimiz’in ogünkü hâli gibi o da gözyaşı dökecek ve Hacerü’l-Esved’e bakarak, işi dengede götürebilme adına herkesin kulağına küpe olacak şu cümlelerini söyleyecekti:
“Ey taş! Ben biliyorum ki senin hiç kimseye ne zararın ne de faydan dokunur. Eğer Allah Resûlü’nün seni öptüğünü görmeseydim, vallahi seni öpmezdim!”
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), “Bismillâhi vallahu ekber!” diyerek tavâfa ilk adımlarını atmış ve şöyle dua etmişti:
“Allah’a iman ederek ve Muhammed’e gönderdiklerini de tasdik ederek ve ahdine vefa göstererek başlıyorum!”
Öğle namazının girmesine bir hayli zaman vardı. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Kâbe’yi soluna alarak Hacerü’l-Esved’in olduğu yerden hareket etmek suretiyle tavâfa başlamıştı. Kaza Umresi’nde olduğu gibi ilk üç şavtında yine “remel” yapıyordu! Adım adım kendisini takip eden ashâbın da O’na uymasıyla Kâbe’de mehîb bir manzara ortaya çıkmıştı!
Dördüncü şavta gelindiğinde yürüyüş normale döndüğü gibi açık bırakılan sağ omuz da kapatılmıştı! Dikkat çeken bir başka ayrıntı ise her bir şavtta, Hacerü’l-Esved ve Rükn-ü Yemânî’nin tekbirle istîlâm ediliyor olmasıydı. İstîlâm esnasında meshettiği ve bu dokunmanın, hataları azaltacağını ifade ettiği de şahit olunup duyulanlar arasındaydı.
Rükn-ü Yemânî ile Hacerü’l Esved arasına her geldiğinde, رَبَّنآَ اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَالنَّارِ” “Ey bizim Yüce Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ve güzellik ver, âhirette de iyilik ve güzellik ver ve bizi Cehennem ateşinden koru!” ve “اَللَّهُمَّ قَنِّعْنِي بِمَا رَزَقْتَنِي وَبَارِكْ لِي فِيهِ وَاخْلُفْ عَلٰى كُلِّ غَآئِبَةٍ لِي بِخَيْرٍ” “Allah’ım! Lutfettiğin rızıklarda beni kanaat ile serfiraz eyle ve onu bereketli kıl. Bana ait olan ve kaybolup giden herbir şeyin yerine daha hayırlısını ihsan et!” diye dua ettiği duyuluyordu.
O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem), Hacerü’l-Esved ve Rükn-ü Yemânî’ye olan ihtimamını görenler, Rükn-ü Şâmî ve Rükn-ü Irâkî denilen diğer iki rüknü istîlâm etmeyişinin sebebini anlamaya çalışmaktaydı. Aslında bu, Allah Resûlü’nün Hazreti Âişe’yi muhatap alarak söylediği, “Şayet kavmin Câhiliyye’den yeni çıkmış olmasaydı, yeniden inşâ için Kâbe’nin yıkılmasını emrederdim! Sonra da Hıcr’i Kâbe’ye katar, biri doğu diğeri de batıdan olmak üzere iki kapı açar ve bunların girişini zemine kadar indirirdim. Böylece onu, İbrâhîm’in inşa ettiği hale tam uygun gelecek şekilde yeniden bina etmiş olurdum!” şeklindeki beyanlarını bilenlerin anlamakta zorlanmadıkları bir husustu.
Bu beyanlarını nazara veren Abdullah İbn-i Ömer (radıyallahu anhümâ), Hicr olarak da bilinen Hatîm tarafına gelen rükünleri, Resûlullah’ın bundan dolayı istîlâm etmediğini, çünkü onların, Hazreti İbrâhîm zamanındaki temeller üzerinde olmadıklarını söyler.
Şavtların yediye tamamlanmasıyla birlikte tavaf bitmiş ve Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), mübarek elleriyle Hacerü’l-Esved’i yeniden meshedip öpmüştü. Şimdi sırada “tavaf namazı” vardı. Makam-ı İbrâhîm’e gelen Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) “İbrâhîm’in makamını namazgâh edininiz!” mealindeki ayeti okudu ve burada iki rekât namaz kıldı. Namazın birinci rekâtında Kâfirûn, ikincisinde ise İhlâs sûrelerini okudu! Namazını bitirince yeniden Hacerü’l Esved’i yöneldi ve istîlâm etti.
Yine gözüne Hazreti Ömer ilişmişti. Muhtemelen Hacerü’l-Esved’e ulaşmak için gayret gösteriyor, bu arada kalabalığı sıkıştırıyordu. Belki de nazı geçtiği için onun şahsında ümmetine söyleyecekleri vardı; döndü ona ve şunları söyledi:
“Ey Ömer! Sen güçlü kuvvetli bir adamsın; Hacerü’l-Esved’e erişmek için kimseye omuz vurma. İnsanları, zayıfları sıkıştırma! Ne rahatsız edil ne de rahatsız et! Rüknü boş görürsen yanaşarak istilam et, değilse tekbir getirip geç git!”
Bu Nebevî uyarıya şahit olanlar, tavaf esnasında Hacerü’l-Esved’le olan münasebetini anlatan Abdurrahmân İbn-i Avf’ın, “İzdiham varsa uzaktan tekbir getirerek selamladım geçtim yoksa yaklaşıp dokunarak istîlâm ettim!” sözüne mukabil Efendimiz’in, “İsâbet etmişsin!” cevabını da hatırlıyorlardı.
Mekke fethi esnasında bizzat Allah Resûlü’nün de uzaktan istîlâm ettiğini hatırlayanların kanaati kesinleşmişti. İzdiham olmadığında Hacerü’l-Esved’e el sürülüp öpülmesi teşvik ediliyordu. Fakat izdihamın söz konusu olduğu, başkasının hukukuna girmenin kaçınılmaz hâle geldiği ve sevap kazanma arzusuyla daha vahim günahlara girme ihtimalinin olduğu durumlarda tekbir getirerek uzaktan selamlama da yeterliydi.
Bir taraftan ashâbını da yönlendiren Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), tavaf namazından sonra Zemzem’in başına geldi. Ayakta olduğu halde ve Kâbe’ye müteveccih bir şekilde Zemzem içti. Sadece içmekle kalmamış, serinlemek için suyu başına da serpmişti. Ardından bir kez daha Hacerü’l-Esved’i istîlâm ettikten sonra Benî Mahzûm kapısından Safâ tepesine doğru yöneldi. Şimdi sırada sa’y vardı!
Safâ tepesine yaklaşınca, “Safâ ile Merve, Allah’ın belirlediği nişânelerdendir; kim hac veya umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret ederse, oraları tavaf etmesinde bir beis yoktur. Her kim de farz olmadığı halde gönlünden koparak bir hayır işlerse, mükâfatını görür. Zira Allah, şükrün karşılığını verir. O, az amele çok mükâfat veren ve her şeyi bilendir!” mealindeki âyeti okudu. Sonra Kâbe’ye dönerek üç defa tekbir getirdi. Ardından da, “İnne’s-Safâ ve’l-Merve..”yi kastederek, “Allah’ın başladığından başlayalım!” diyerek Safâ’dan sa’y’e başladı. Merve’ye doğru yürürken üç kez tekrarlayacağı şu sözleri söylediği duyuldu:
“لآَ إِلٰهَ إِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌصدق اللهوَعْدَهُ وَنَصَرَ عَبْدَهُ وَهَزَمَ الْأَحْزَابَ وَحْدَهُ” “Allah’tan başka ilâh yoktur; O birdir, ortağı da yoktur. Mülk ve hamd o’na mahsustur. O’nun herşeye gücü yeter. Va’dini yerine getirmiş, kuluna yardım etmiş, düşman ordularının hepsini tek başına bozguna uğratmıştır!”
Safâ’dan inip vadiye geldiğinde, Hazreti Hâcer’in o günkü telaş ve koşuşturmasını canlandırırcasına izarını topladı ve koşar gibi hızlı adımlarla yürümeye başladı. “Hervele” denilen bu hızlı ve çalımlı yürüyüşünü bitirdikten sonra yeniden normal yürüyüşüne döndü. Bu esnada, “Vadi, ancak süratli ve hızlı yürümekle geçilir!” dediğini duyanlar olmuştu.
Sa’y esnasında da sürekli dua ediyordu; Safâ ve Merve’nin yâdedildiği âyetlerle tekbirlerini ve “اغْفِرْ وَارْحَمْ وَأَنْتَ الْأَعَزُّ الْأَكْرَمُرب” “Rabbim! Bağışla ve merhamet et; şüphesiz ki sen en Azîz ve Kerîm’sin!” beyanlarını tekrarladığı oluyordu. Safa tepesinde yaptığı dualardan birisi de şöyleydi:
اللهُمَّ اعْصِمْنَا بِدِينِكَ وَطَوَاعِيَتِكَ وَطَوَاعِيَةِ رَسُولِكَ، وَجَنِّبْنَا حُدُودَكَ، اللهُمَّ اجْعَلْنَا نُحِبُّكَ وَنُحِبُّ مَلَائِكَتَكَ وَأَنْبِيَاءَكَ وَرُسُلَكَ وَنُحِبُّ عِبَادَكَ الصَّالِحِينَ. اللهُمَّ حَبِّبْنَا إِلَيْكَ وَإِلَى مَلَائِكَتِكَ وَإِلَى أَنْبِيَائِكَ وَرُسُلِكَ وَإِلَى عِبَادِكَ الصَّالِحِينَ. اللهُمَّ يَسِّرْنَا لِلْيُسْرَى وَجَنِّبْنَا الْعُسْرَى، وَاغْفِرْ لَنَا فِي الْآخِرَةِ وَالْأُولَى، وَاجْعَلْنَا مِنْ أَئِمَّةِ الْمُتَّقِينَ. “Ey Allah’ım! Dinin ile, sana ve peygamberine itaat etmekle beni koru. Ey Allah ’ım! Beni hadlerinden, cezalarından, yasakladıklarından uzaklaştır. Ey Allah’ım! Beni, seni, meleklerini, rasûllerini ve salih kullarını sevenlerden eyle. Ey Allah ’ım! Beni kendine, meleklerine, rasûllerine ve salih kullarına sevdir. Ey Allah’ım! Bana Cennet yolunu kolaylaştır ve beni cehennem yolundan uzaklaştır. Ahiret ve dünyada beni affet. Beni muttaki imamlardan kıl.”
Etrafındaki kalabalıkla birlikte Merve’ye ulaşan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), yeniden Kâbe’ye yöneldi ve Safâ tepesinde yaptıklarının aynısını burada da tekrarladı.
O’nu yakından takip edenler, Safâ ile Merve arasında nasıl sa’y edileceğini görmüş, Rabbe teveccüh adına sergilenmesi gereken kulluk şuuruna şahit olmuşlardı. Artık Safâ ile Merve arası, insan selinin gidip geldiği bir alana dönüşmüş, içten gelen dualarla inim inim inliyordu! Nihayet sa’yin de sonuna gelinmişti. Ashâbına dönen Resûl-ü Kibriyâ Hazretleri şunları söyledi:
“Ey insanlar! Şüphesiz Yüce Allah, size sa’yi vacip kıldı; sa’y ediniz!”
Yanında kurbanlık getirmeyen ve “temettu’” haccına niyet edenlere, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), saçlarını traş etmeleri ve ihramdan çıkmaları emrini verdi. Bu emri duyanlardan birisi, “Yâ Resûlallah! Neleri helal olarak yapabileceğiz?” diye sorunca “İhramla yasak kılınan hususların hepsi helal olacak!” buyurdu.
Bu Nebevî haberi alan ve kurban sevk etmeksizin hac kafilesine katılanlar, Merve’de son bulan sa’ylerinin ardından saçlarını traş ettirip ihramdan çıktılar. Onlardan bir kısmı saçlarını kısalttırmak suretiyle “taksîr” yapmış, kimisi de kökünden kestirerek “halk” ettirmişlerdi.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ve O’nunla birlikte bayram günü kurban kesecek olan ve “kıran” haccına niyet edenlerin ihramı devam ettiği için onların burada saç traşı söz konusu değildi. Bu farklılığı yeniden gündeme getiren Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem), daha önceden konuyu bilenlere hatırlatmak veya sonradan kervana katılanlara talim etmek üzere tekrar şunları söyledi:
“Kimin yanında kurbanı varsa o, ihramı üzerine kalsın! Yanında kurbanı olmayanlar ise hemen ihramdan çıksın ve haccını umreye çevirsin!”
Bu uyarının arkasında şüphesiz, o güne kadar böyle bir uygulamanın olmayışı ve hatta bunu yapanların büyük günah işlediklerine dair algı yatıyordu. O’ndan bu sözleri duyan Sürâka İbn-i Mâlik, “Ya Resûlallah!” dedi ve zihinlerde oluşması muhtemel karışıklığı ortadan kaldırabilmek için “Bu uygulama, bu yıla mı mahsustur yoksa kıyamete kadar sürüp gidecek midir?” diye bir kez daha sorma lüzumu duydu. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), mübarek parmaklarını birbirine kenetledi ve önce, “Umre hacca dâhil olmuştur ve Kıyâmet’e kadar sürüp gidecektir!” buyurduktan sonra herhangi bir yanlış anlamayı ortadan kaldırmak ve konuyu iyice pekiştirmek için aynı cümlesini üç kere tekrar etti. Bu beyanıyla O (sallallahu aleyhi ve sellem), hac aylarında umreyi terk eden müşriklerin asılsız uygulamasını da kaldırıyordu.
Kalabalığın arasında olup bitenleri yakından göremediği anlaşılan Hafsa Validemiz, “Ey Allah’ın Resûlü!” diye seslendi ve sordu: “Umreden sonra insanlar ihramdan çıktıkları halde siz neden çıkmadınız!” Sorudan da anlaşıldığı üzere konu tam anlaşılmamıştı. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Hafsa Validemiz’in şahsında meseleye bir kez daha açıklık getirdi:
“Muhakkak ki ben saçlarımı yapıştırdım ve kurbanımı işaretledim; kurbanımı kesinceye kadar ihramdan çıkmam helal olmaz!”