Efendimiz’in (sas) Eğitim Felsefesi (3): Donanıma Dikkat
Kur’ân ve Sünnet’in eğitim anlayışında insan bir bütün olarak ele alınır ve eğitim; irade, akıl, ruh, kalp, nefis, his ve vicdana hitap eder. Fert, aile, toplum ve medeniyete rehberlik yapar. Duygu, düşünce, niyet ve nazara istikamet kazandırır. İnsanlara sahip oldukları kabiliyet, imkân ve potansiyelleri en doğru ve düzgün şekilde kullanma yollarını öğretir. Onlara, “benliklerini”, ilim, iman, ahlak, iyilik, adalet, hak ve hakikat çizgisinde inkişaf ettirme becerisi ve şuuru kazandırır. Dengeli bir hayat sürme ve problemlerle mücadele etme metodolojisi öğretir. Kısacası insanlara her alanda ve hususta hidayet yollarını talim ve terbiye buyurur.
Eğitimin bu büyük misyonundan dolayı eğitimcinin, mesleğini ve görevini, en güzel, isabetli ve verimli şekilde yerine getirmesini sağlayacak donanımlara sahip olması çok önemli hatta hayatidir. Gerekli ve yeterli donanımı olmadan talim, terbiye ve ıslah işine girişenler, bahsedilen hususlarda başarılı olamayacakları gibi muhataplarının zihin ve gönüllerinde, ruh ve vicdanlarında, tavır ve davranışlarında ömür boyu etkisini hissettirecek hasarlara, yanlış algı ve anlayışlara, bozuk bakış açılarına sebebiyet verebilirler.
Cenâb-ı Hak, alemlere rahmet olarak göndereceği, evrensel Kur’ân mesajını hayata taşıma, insanlığa tebliğ ve talimle görevlendireceği Allah Resûlü’nü, farklı açılardan hadiselerin dili ile peygamberlik görevine hazırlamış; fert ve cemiyetin ıslahı ve inşası adına bir eğitimci de bulunması gereken her türlü donanımı kendisine kazandırmıştı. Aynı şekilde O (aleyhissalâtu vesselâm) da yetiştirdiği eğitim kadrolarını, bu donanımlarla mücehhez hale getirmiş ve öyle istihdam etmişti. İşte bu donanımlardan bazıları:
Dil
Beyan kabiliyeti, Allah’ın sonsuz merhametinin en büyük tecellilerinden ve insanoğluna en büyük ihsanlarındandır.1 Çünkü o, ancak bu sayede duygu ve düşüncelerini, bilgi ve birikimlerini, dert ve ihtiyaçlarını, plan ve projelerini, hedef ve tespitlerini rahatlıkla muhataplarına ulaştırabilir. Tam bu noktada beyan kabiliyetinin inkişafı ve “dilin”, muhtevayı, maksadı ve mesajı ifade etmede, muhatabı ikna ve inşada en beliğ ve fasih bir şekilde kullanılması çok önemlidir. Hz. Musa’nın, nübüvvet vazifesi ile görevlendirildiği sırada “Ya Rabbî! Genişlet göğsümü, kolaylaştır işimi, çözüver şu dilimin bağını. Ta ki anlasınlar sözümü!.”2 şeklinde ki yakarışı da bu hususa işaret eder.
Allah Resûlü, doğumundan bir müddet sonra daha sağlıklı ve gürbüz yetişmesi, Arap dilini en düzgün ve güzel bir şekilde konuşmayı öğrenmesi için sütanne yanına verilmiş; dilin en duru halinin konuşulduğu Benî Sa’d yurduna gönderilmişti. O, burada beş yıl kalmış; dili, en beliğ ve fasih şekilde konuşmaya ve kullanmaya başlamıştı. Bir de Kureyş’e mensuptu ki Kureyş lehçesi, Arap dilinin en düzgün lehçesiydi. Bir belagat mucizesi olan Kur’ân da bu lehçe üzerine nazil olmuştu. Bu iki husus, beyan kabiliyetinin çok hızlı şekilde inkişaf etmesine ve kısa zamanda O’nu, “dili”, en güzel ve etkili şekilde kullanan insan konumuna taşımıştı. Ayrıca O, “Ben, cevami’ul-kelim; az ve öz/veciz söz söyleme özelliği ile donatılmış olarak gönderildim.”3 buyurmuş ve dil donanımına dikkat çekmişti.
O (aleyhissalâtu vesselâm), evrensel Kur’ân mesajını, duygu ve düşüncelerini, en veciz, anlaşılır, akıcı ve tesirli bir şekilde anlatmış ve muhatapları, anlattıklarını anlamada hiçbir sıkıntı çekmemişti. Ashâbın, “Allah Resûlü’nün konuşması her dinleyenin rahatlıkla anlayabileceği şekilde açıktı.”4, “Konuştuğu zaman, O’nun kelimelerini saymak isteyen sayabilirdi.”5, “O, sizin gibi hızlı ve durmadan konuşmaz, dinleyenlerin ezberleyebileceği bir tarzda apaçık ve tane tane konuşurdu.”6 gibi tespitleri de O’nun, eğitimde dili ve eğitim dili Arapçayı ne kadar verimli ve etkili kullandığını ayrıca haber verir.
Allah Resûlü, doğu taraflarından Medine’ye gelen iki adamın hitabetine ve bunun üzerine halkta oluşan hayranlığa şahit olmuş ve “Beyan da sihir vardır!” buyurmuştu.7 İşte eğitimci, hak ve hakikati anlatma adına beyanın bu etkileyici gücünden istifade etmesini sağlayacak bir dil ve beyan donanımına sahip olmalıdır.
Birikim ve Genel Kültür
İnsanlara, ailelere ve toplumlara ulaşma; hak, hakikat ve ihtiyaç olan hususlarla alakalı onlara rehberlik yapma noktasında tecrübe ve genel kültür de çok önemlidir. Zira muhatapların yetiştiği ortam ya da içinde yaşadığı şartlar, imkanlar, tarih, kültür ve medeniyet seviyesi farklı farklı olabilir. Tam burada eğitimcinin, muhatabı en isabetli şekilde yetiştirme ve yönlendirme noktasında o güne kadar edindiği birikimlerin, yaptığı gözlemlerin, incelemelerin ve muhatabı daha yakından tanıma adına ön çalışmaların büyük ehemmiyeti vardır.
Allah Resûlü’nün peygamberliğe kadar ömrünün 35 yılını geçirdiği Mekke hem Kâbe (hac ve umre) hem de çevresinde düzenlenen ticaret panayırlarından dolayı çok işlek, kavşak konumunda ve kozmopolit bir yerdi. Üstelik doğumundan hemen sonra şehir dışına yolculukları başlamış ve O, kırk yaşına kadar bir kısmı uluslararası bu seyahatleri esnasında çok şeyler görmüş, duymuş ve yaşamıştı.
Bölgeyi, farklı milletleri ve kültürleri tanımış, Arap kabilelerinin inançlarına, kendine özgü karakterlerine, reflekslerine, geleneklerine ve lehçelerine şahit olmuştu. İktisadi hayatta ki düzene ve ticarî işlemlerin detaylarına vakıf olmuştu. Bölge halkının hayat anlayışını, hadiselere bakışını ve dünyevî beklentilerini gözlemleme imkânı yakalamıştı. O, vahyin rehberliğinde Risâlet görevini yerine getirirken bu tecrübelerini de değerlendirmişti. Mesela “Size Yemenliler geldi. Onlar, ince ruhlu, yumuşak huylu ve yufka yürekli insanlardır.”8 buyurmuş ve ashâbdan, onlarla ilgilenirken bu hususa dikkat etmelerini tavsiye etmişti.
İlim
Eğitimcinin zihin olarak her şeye hazırlıklı ve ilim olarak dolu olması gerekir. O, sahasını, sahanın tarihini, edebiyatını, konularını, problemlerini ve çözüm yollarını çok iyi bilmeli; hakkında yeterli, sağlam ve sağlıklı bilgisi olmayan hususlarda ferdi, aileyi ve cemiyeti ıslaha kalkışmamalıdır. İnsanlara hangi konularda ne anlatacağını/öğreteceğini, hangi mesajı vereceğini, onları ulaştırmak istediği hedefe varıncaya kadar aradaki bütün aşamaları detaylarıyla bilmeli; işin ilmi, muhtevası, felsefesi, sistemi, plan ve projesi kafasında olmalıdır. Ve insanlar, o alanda aradıkları her şeyi onda rahatlıkla bulabilmelidir.
Allah Resûlü, içinde doğup büyüdüğü toplum ve coğrafyada gördüğü zulüm ve kötülükler, yanlış/batıl şeyler ve nefsî hazlar uğruna heba edilen hayatlar karşısında temiz fıtratı ve vicdanı, selim aklı, kalbi ve hisleri nedeniyle çok ciddi rahatsızlık duyuyor ve ıstırap yudumluyordu. Bunların giderilmesi ve çözüme kavuşturulması adına zaman zaman toplumdan uzaklaşıyor ve Hira’da derin düşüncelere dalıyordu. İçini bunaltan bu durum, zamanla sırtında taşınmaz bir yüke dönüşmüştü: “Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Senin belini çatırdatan o ağır yükünü indirmedik mi?”9 Zira o güne kadar fert, aile ve cemiyet hayatındaki çoğu yanlışın farkında olsa da ümmi olduğu; ilahi hak ve hakikatlerden habersiz olduğu için ferdin eğitimi, toplumun ıslahı, yeni bir hayat ve medeniyet inşası adına muhataplarına ne anlatacağını ve onları neye davet edeceğini bilmiyordu: “Seni, ne yapacağını bilmez bir durumda, dinin hükümlerinden habersiz bulup seçerek dosdoğru yola koymadı mı?”10
Sağlam ve evrensel bir bilgiye, hak bir yola, huzur ve saadet vesilesi bir hayat anlayışına, tamamen insanî ve ahlakî bir hareket felsefesine, adil bir sisteme ihtiyacı vardı. Nitekim Cenâb-ı Hak, kendisine Kur’ân’ı ve Hikmet’i vermiş ve bu hususlarda da O’nu tam donanımlı hale getirmişti: “Seni maddi manevî muhtaç bulup ihtiyacını gidermedi mi?”11, “… Allah sana kitap ve hikmeti indirmekte ve sana bilmediklerini öğretmektedir. Gerçekten Allah’ın senin üzerindeki lütfu pek büyüktür.”12 Bundan dolayı O, fert ve cemiyetin eğitim ve ıslahına, kırk yaşında, Kur’ân kendisine indirilmeye başlanınca başlamıştı. Zira artık Cenâb-ı Hak, maddi manevi hayatın üzerine inşa edileceği her türlü doğru bilgiyi, vahiy yoluyla kendisine indiriyor ve O, içselleştirdiği ve hayatına hayat kıldığı bu bilgiyi, diğer donanımlarını ve bütün imkanlarını en rantabl şekilde kullanarak muhataplarına sunuyordu.
Güçlü Hafıza
Talim ve terbiye görevini üstlenen kimselerin, hafıza donanımı itibarıyla da çok kapasiteli olmaları; anlatacağı ve öğreteceği hususları, muhataplarının isimlerini, yüzlerini, gelişim sürecinde her evrede yaşadığı değişimleri, hadiselerin sebeplerini ve sonuçlarını hafızasında tutmaları gerekir. Eğitimin doğası, muhataba saygı, gelebilecek farklı istek ve sorular ve ani gelişmeler de bunu gerektirir.
Allah Resûlü, insanlığa talim ve terbiye buyuracağı evrensel Kur’ân mesajını, indiği anda hafızasına kaydetme adına büyük bir tehalük göstermiş fakat Cenâb-ı Hak, “Sana vahyedileni unutmamak için tekrarlarken, hemen anında bellemek için dilini kımıldatma! Çünkü vahyi senin kalbinde toplamak ve onu okutmak, Bize ait bir iştir.”13, “Bundan böyle sana Kur’ân okutacağız da sen unutmayacaksın. Ancak Allah’ın dilediği müstesna…”14 buyurmuş ve o meselenin, Allah’a ait olduğunu haber vermişti. Buna rağmen O, sebeplere riayet hassasiyetinin bir neticesi olarak Kur’ân bilgisini zihninde canlı ve taze tutmak için her vesileyle onu okumuş ve sürekli ayetleri üzerinde düşünmüştü.
Allah Resûlü, ayrıca hayatı boyunca muhatap olduğu insanları, kabileleri, onlarla görüştüğü zamanı ve aralarında geçen diyaloğu, gördüklerini ve duyduklarını asla unutmamış; yeri ve zamanı geldikçe bu bilgilerden ilgi, takip ve motivasyon adına istifade etmişti. Mesela daha risaletin ilk günlerinde Amr İbn-i Abese isimli bir genç, Mekke’ye gelmiş, O’nunla buluşup bazı sorular sormuş, Müslüman olmuş ve ardından kabilesinin yanına dönmüştü. Yaklaşık yirmi yıl sonra Medine’ye gelmiş ve O’nun huzuruna varınca “Yâ Resûlallah! Beni tanıdınız mı?” diye sormuştu. Bunun üzerine Allah Resûlü, Amr’ı sevince gark eden şu cevabı vermişti: “Evet, elbette! Sen, Mekke’de bana gelip bazı sorular sorduktan sonra iman eden Sülemîli değil misin?”15 Yine Benî Tucîb heyetinden bir genç, Medine’de O’nunla birkaç dakika konuşmuş ve bazı hususlarda dua talebinde bulunmuştu. Heyet, bir yıl sonra Veda Haccı’nda kendisini tekrar ziyaret edince hemen bu genci sormuş ve son durumuyla alakalı bilgi almıştı.16
Fetanet, Basiret ve Firaset
Fetanet, basiret ve firaset, ferdi ve cemiyeti en doğru ve isabetli olana yönlendirme, onları yarın karşılarına çıkabilecek yeni şartlara ve gelişmelere en isabetli şekilde hazırlama, problemleri en hızlı ve verimli şekilde çözüme kavuşturma noktasında çok önemlidir.
Allah Resûlü, hayatı boyunca temiz fıtratını korumuş, iradesinin hakkını vermiş, meseleleri akıl, mantık ve muhakeme üçgeninde ele almıştı. Bundan dolayı ruhi, akli ve zihni kabiliyetleri inkişaf etmiş ve O’nda aşkın ve engin bir ufkun, basiret ve firâsetin oluşmasına sebebiyet vermişti. Bir de bu, vahyin yönlendirmesi ile buluşunca hadiseleri bütüncül, çok yönlü ve evrensel bir yaklaşımla ele alan ve çağları kucaklayan bir neticeyi doğurmuştu. Bu donanım, O’nun duygu ve düşüncelerine, söz, fiil ve hamlelerine yön vermiş; muhataplarını eğitirken dünü, iletişim kurduğu anı ve geleceği birlikte değerlendirmesine ve onları, yarınlara en güzel şekilde hazırlamasına vesile olmuştu.
İşin, sahabenin kendi hayatlarına bakan tarafı bir yana dört halife döneminde her alanda istihdam edilen kadroların büyük çoğunluğunu, O’nun bu engin ufkuyla yetiştirdiği kimseler oluşturuyordu.17 Bu noktada Arapların İslam’a kadar ki hayatları ve başarıları ile Allah Resûlü’ne iman edip O’nun dizinin dibinde yetiştikten sonra ortaya koydukları neticeleri kıyas etmek O’nun nasıl bir fetanete sahip olduğunu anlama adına yeterli olacaktır. Yine O, diğer hususlarla birlikte bu donanımı sayesinde ortaya evrensel bir sünnet ve örneklik koymuş yine talebelerini de aynı çizgide evrensel örnek insanlar olacak şekilde yetiştirmişti.
Eğitim Kadroları ve Donanım
Allah Resûlü, peygamberlik yıllarında birçok sahabîyi, fert ve kabilelerin eğitimi için yukarda da işaret edildiği üzere yetiştirmiş ve görevlendirmişti. Bu konumda istihdam edilen sahabîlerin ortak özelliği, yukarda bahsedilen hususlarda tam donanımlı insanlar olmalarıydı. Mesela bu çerçevede I. Akabe beyatına katılan on iki sahabî, Medineli Müslümanların yetiştirilmesi için bir eğitimci istediklerinde Allah Resûlü, dili çok iyi kullanan, Kur’ân ve Sünnet’e derinlemesine vakıf, işin felsefesini kavramış, ufku ve basireti açık, dış görünüşü itibarıyla muhatabında saygı ve hayranlık uyandıran Hz. Mus’âb İbn-i Ümeyr’i, onlarla birlikte göndermişti.
Yine Ril, Zekvan, Adel ve Kare kabileleri, kendilerine rehberlik ve muallimlik yapacak; İslam’ı anlatacak, derinlikli bir şekilde Kur’ân ve Sünnet’i öğretecek eğitimciler istediklerinde Allah Resûlü, onlara, üç yıl boyunca eğitimlerini bizzat kendisinin takip ettiği, her açıdan yetişmiş ve “Kurra” diye isimlendirilen tam donanımlı seksen civarında sahabîyi görevlendirmişti.
Aynı şekilde Medine içerisinde o gün itibarıyla hem mabed hem de eğitim yuvası fonksiyonu gören bir mescitte imam olarak görevlendirdiği, fetihten sonra Kureyş’e İslam’ı anlatması ve onları yetiştirmesi için Mekke’de bıraktığı ve beş bölgeye ayırdığı Yemen’e baş muallim tayin ettiği Hz. Muaz İbn-i Cebel’in de en önemli özelliği, bu işlerin hakkını verme adına her açıdan en donanımlı insanlardan birisi olmasıydı.
Sonuç
Beşere muallim olarak gönderilen Allah Resûlü’nün en büyük mucizelerinden birisi, Kur’ân’ın kılavuzluğunda yetiştirdiği “sahabe” neslidir. Ve hiç şüphesiz O’nun elde ettiği ve Cenâb-ı Hakk’ın da kendisinden razı olduğu bu neticenin altında yatan en önemli etkenlerden birisi de vazifesini en güzel ve etkili bir şekilde yapmasını sağlayan donanımlarıdır. Eğitim gibi en hayatî bir misyonu yüklenen ya da yüklenecek olan müminlerin, O’nu örnek alıp bu vazifeyi hakkıyla yerine getirmelerini temin edecek her türlü iç ve dış, özellikle ve güzellikle mücehhez olmaları çok önemlidir. Bu yönüyle onlar, her açıdan o işin hakkını vermelerini sağlayacak -mesela dil, bilgi, birikim, genel kültür, muhatabı ve şartları analiz kabiliyeti, bakış açısı, işin felsefesini kavrama, ufuk, plan, proje, metodoloji, sistem, yönetim ve istihdam becerisi gibi- hususlarla tam teçhiz olmalıdırlar.
Dipnot:
- Bkz. Rahman Sûresi, 55/1-4
- Tâ Hâ Sûresi, 20/25-28
- Buhârî, Cihâd 122; Ta’bîr 22; İ’tisâm 1; Müslim, Mesâcid 5-8; Eşribe 71
- Ebû Dâvud, Edeb 18
- Buhârî, Menâkıb 23
- Tirmizî, Menâkıb 9
- Buhârî, Tıb 51; Nikâh 48; Ebû Dâvud, Edeb 86
- Buhârî, Megâzî 74; Müslim, İmân 82
- İnşirah Sûresi, 94/1-4
- Duhâ Sûresi, 93/7
- Duhâ Sûresi, 93/8
- Nisâ Sûresi 4/113
- Kıyâmet Sûresi, 75/16,17
- Â’lâ Sûresi, 87/6-7
- Bkz. Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn 52 (294/832); Beyhakî, Delâil 2/168
- Geniş bilgi için bkz. https://peygamberyolu.com/efendimizin-sas-bir-dilegi-butun-olarak-olmek/
- Konunun canlı bir örneği için bkz. https://peygamberyolu.com/efendimizin-sas-yetistirdigi-prototip-bir-genc-zeyd-ibn-i-sabit-ra/