Efendimiz’in (sas) Çocukluk Dönemi ve Eğitimi
Hira’da yaşananları haber alan Mekke’nin ileri gelenleri, Muhammedu’l-Emîn ile alay etmeye başlamış ve kendisine “mecnun/deli” ithamında bulunmuşlardı. Buna cevap mahiyetinde Cenâb-ı Hak, “Nûn. Kalem ve ehl-i kalemin satırlara dizdikleri ve dizecekleri şeyler hakkı için: Rabbinin lütfuyla, deli değilsin. Hem senin ecrin, mükâfatın hiç kesilmez! Ve sen pek yüksek bir ahlâk üzerindesin! Yakında göreceksin, onlar da görecekler. Hanginizde imiş o dertler, o delilikler…”1 buyurmuş; onların bu ithamının asılsızlığını ve mantıksızlığını haber vermişti. Alak Sûresi’nin hemen peşinden nazil olan bu ilahi beyanlardan “Ve sen pek yüksek bir ahlâk üzerindesin!” ayetinin işaret ettiği mana ve muhteva, Hz. Muhammed’in (aleyhissalâtu vesselâm) şahsiyeti açısından ayrı bir önem arz ediyordu. Zira ayet, O’nun risâlet vazifesine -yani iki üç gün öncesine – kadar yaşadığı kırk yıllık hayatını nazara verip takdir ediyordu.
Allah, insanlarla alakalı takdirlerinde onların kalplerine ve amellerine nazar ediyordu ki2 Muhammedü’l-Emîn’in son ve evrensel peygamber olarak seçilip görevlendirilmesinde üzerine yemin edilen bu yüce ahlâkının büyük payı olmuştu: “Allah Teâlâ kullarının kalbine nazar etti. Kullarının içinde en hayırlı kalp olarak Muhammed’in kalbini buldu. O’nu kendine hâs kılarak seçti, ayırdı ve onu peygamberlikle insanların arasına gönderdi…”3 Halbuki O, babasını daha ana rahmindeyken kaybetmiş,4 beş yaşına kadar annesinden uzakta büyümüş, bir mektebe gidip talim ve terbiye görmemiş, bir kitap okuyup hakkı batıldan ayırma imkânı yakalayamamış ve bir muallimden de eğitim tahsil etmemişti: “Ey Resulüm! Sen vahyimizden önce kitap okuyan veya yazı yazan bir insan değildin; eğer böyle olsaydı, batıl iddia peşinde olanlar şüphe edebilirlerdi.”5
Öyleyse bu yüce ve örnek ahlakı, ne zaman, nerede, nasıl kazanmış veya kimden almıştı? Bu sorunun cevabını Kur’ân veriyordu: “Seni yetim bulup barındırmadı mı?”6 Cenâb-ı Hak, “hayatı”, O’nun için âdeta bir mektebe çevirmiş; kırk yaşına kadar karşısına çıkardığı imtihan ve hikmet dolu hadiselerle O’nu en güzel şekilde terbiye etmişti. Temiz fıtratını korumasına, yüce bir ahlaka erişmesine, iradesinin güçlenmesine, hayat tecrübesi kazanmasına, mahiyetindeki insanî donanımın dinamik hale gelmesine kısacası en mükemmel şekilde yetişmesini takdirleriyle yön vermişti.7 O da bu ihsana: “Beni, Rabbim terbiye etti. Edebimi, ne güzel eyledi.”8 buyurarak tercüman olmuştu. Diğer peygamberler de olduğu gibi Rabbi, hissettirmeden farklı hususlarda O’nu da eğitip donatmış, peygamberlik yıllarında işini kolaylaştıracak birçok hassasiyet ve hususiyet kazandırmış; vahye, Kur’ân’a ve evrensel risalet vazifesine hazırlamıştı:
Yetimliği ve Merhamet Eğitimi
Yukarıda da ifade edildiği üzere babası Abdullah, kutlu doğum gerçekleşmeden önce vefat etmiş ve O, dünyaya yetim gelmişti. Öz babasının sevgisini ve sıcaklığını hiç hissedememişti. Üstelik doğumundan çok kısa bir süre sonra Mekke’deki şartlardan ve âdetlerden dolayı sütanneye verilmiş; annesinin şefkatinden ve ilgisinden uzakta büyümüştü. Beş yıllık ayrılıktan sonra annesine kavuşmuş fakat bu da ancak bir yıl sürmüş; Medine’den, babasının kabrini ziyaretten dönerken Ebva’da annesi vefat etmiş ve O, altı yaşında öksüz kalmıştı.9 Çok sevdiği büyükbabasının yanına yerleşmiş fakat bu da sadece iki yıl sürmüştü.10
Peşi sıra yaşadığı bu hüzün dolu hadiseler, O’nun ruhunda, vicdanında, gönlünde ve hislerinde derin izler bırakmıştı. Zira merhamet ve şefkatin, insan başta olmak üzere canlılar için ne kadar önemli bir ihtiyaç olduğunu, iliklerine kadar yaşayarak öğrenmişti. Bu da O’nun hayata ve varlığa bakışına etki etmişti. Üstelik her seferinde Allah, birilerini vesile kılarak O’na sahip çıkmış ve bu şekilde de sahiplenilmenin/görülüp gözetilmenin nasıl bir duygu olduğunu derinlemesine idrak etme imkânı yakalamıştı. Bu noktada latifeleri öylesine inkişaf etmişti ki daha peygamberlik öncesinde samimi bir sevgiye, ilgiye, şefkate ve merhamete ihtiyaç duyan kim varsa (başta yetimler, köleler, fakirler) olmak üzere hemen harekete geçiyor, merhamet ve şefkat kanatlarını sonuna kadar açıyor ve sahip çıkıyordu. İlk vahyi aldığı gün, hanımı Hz. Hadîce (radıyallahu anhâ), kırk yıllık yaşantısını nazara vererek O’nu şöyle teselli etmişti:
“Öyle söyleme! Vallahi Allah, seni, hiçbir zaman utandırmaz, üzüntüye düşürmez. Zira sen, akrabayı görüp gözetirsin. İşini görmekten aciz olanların yükünü taşırsın. Yoksulun ihtiyacını giderir, hiç kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın. Misafiri ağırlar, hak yolunda karşılaştıkları musibet ve felaketlerde halka yardım edersin. Sözü, doğru söyler; emaneti, yerine verirsin. Ayrıca güzel huylusun.”11
Ondaki merhamet duygularını, böylesine aktif hale getiren ve bütün varlığın ıstırabını sinesinde duymasını sağlayan Cenâb-ı Hak, O’nu, ebedi risalet vazifesine hazırlamış ve başta insanlar olmak üzere bütün alemlere rahmet olarak göndermişti.12
Dil ve Beden Eğitimi
O, doğumu üzerinden çok geçmeden sütanne yanına verilmişti. Mekke hem çok sıcak bir yerdi hem de o yıllarda şehirde bir veba salgını vardı. Üstelik gürbüz yetişsinler diye iklim şartları daha iyi bir yere çocukları sütanneye vermek bir adetti. O’nu da Benî Sa’d yurdundan Halime isimli bir hanımefendi alıp götürmüştü. Bu hadise Hz. Muhammed’in (aleyhissalâtu vesselâm) yetişmesi noktasında birçok açıdan hayırlara vesile olmuştu. İlk olarak sütanne yanında O, tam bir aile ortamına kavuşmuştu. Bebekken girdiği ve beş yıl kaldığı bu yuvada hem annesi ve babası hem de kız ve erkek kardeşi vardı. Üstelik şuuraltı, Mekke’ye hakim olan Cahiliye kültüründen korunmuştu.
İkinci olarak her şeyiyle daha sağlıklı, temiz ve doğal bir ortama yerleşmiş ve bunun kemik, kas ve beden gelişimi üzerinde ciddi etkileri olmuştu. Sütannesi, O’nun iki yaşında âdeta beş altı yaşında gürbüz bir çocuk gibi göründüğünü haber vermişti.13 Sağlam ve sağlıklı gelişen bedeninin hem ilerleyen yıllarda hem de peygamberlik döneminde büyük faydasını görmüştü. Dağlara (Hira, Sevr hatırlanabilir) çok rahat tırmanıyor ve aylar süren seferlere çıkabiliyordu. Sadece Medine döneminde otuz civarında yolculuğa çıkmıştı. Hicrette 53, çıkmak zorunda kaldığı ilk cephede 54, yaklaşık iki ay süren Tebûk seferinde 62 yaşındaydı. 8 gün gidiş 8 gün dönüş olmakla toplamda 27 gün süren hac yolculuğunu 63 yaşında yapmıştı. Hayber kuşatması esnasında bir ses duyulmuş ve herkes sesin geldiği yere koşarken kimse O’na yetişememişti. Mekkelilerin meşhur pehlivanı Rukane’yi bir hamlede yere sermiş hem Mekke’de hem de Taif’te şahsına yapılan boykot ve eziyetler karşısında dişini sıkıp sabretmişti. Hiç şüphesiz bunda sütanne yanındaki sağlıklı ve sağlam beden gelişiminin de büyük rolü vardı.
Sütanne yanına verilmesinin bir faydasını da “dil eğitimi” noktasında görmüştü. O, Araplar arasında en beliğ ve fasih konuşan insandı. Peygamberlik yıllarında bunun sebebini izah ederken “Ben, Kureyşliyim ve ben, Benî Sa’d yurdunda emzirildim; benim lisanım Benî Sa’d İbn-i Bekr’in lisanıdır!” buyurmuştu. Mekke, Yemen ile Şam arasında en işlek kavşaktı. Kâbe ve panayırlar vesilesiyle bütün Arap kabilelerinin uğradığı, hareketli bir noktaydı. Fakat Benî Sa’d yurdu, dağların boynunda, kendi halinde bir yerdi. Arapça, en saf ve en temiz haliyle burada konuşuluyordu. Çocukluğunun ilk beş yılını burada geçirmesi ve Arapçayı en duru kaynağından öğrenip konuşmaya başlaması, O’nun diline büyük katkı sağlamıştı. Şimdilik bilmese de Rabbî kendisine ilerde bir belagat mucizesi olan Kur’ân’ı indirecek ve O, ilk olarak dil zevki çok üst düzey olan Araplarla muhatap olacaktı. Cenâb-ı Hak hem beden hem de dil noktasında O’nu, yirmi üç yıl kesintisiz sürecek vazifesine hazırlıyordu.
Liderlik Eğitimi
Altı yaşında Medine’den dönerken Ebvâ’da annesini kaybeden Hz. Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm), dadısı Ümmü Eymen tarafından Mekke’ye getirilmiş ve dedesi, Abdulmuttalib’e teslim edilmişti. Mekke’nin başında bulunan Abdulmuttalib, yarımada da herkesin tanıdığı ve saygı duyduğu bir liderdi. Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe bile kendisini büyük bir ihtiramla ağırlamıştı. Torununu bağrına basan Abdulmuttalib, O’nu çok seviyor, önemsiyor ve yanından ayırmıyordu. O’ndaki potansiyeli sezmiş ve başta oğullarının itirazına rağmen ısrarla O’nu gittiği her yere götürmüştü.14
Kureyş’in ve diğer Arap kabilelerinin ileri gelenleriyle yaptığı görüşmelere, kararlar aldığı meclislere O’nunla gitmiş ve çoğu zaman kendi yerine oturtmuştu. İki yıl bu şekilde dedesiyle yaşayan ve alıcıları çok açık olan Hz. Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm), bu süreçte ondan liderlik, bir kavmin ileri gelenleriyle görüşme, meclisleri idare etme, kararlar alma ve bunları uygulamaya sokma noktasında birçok tecrübeler edinmişti. Nitekim elli üç yıl sonra Huneyn’de ani bir saldırıya muhatap olan ordusu dağılınca ileri atılmış ve “Ben, Abdulmattalib’in oğluyum bunda yalan yok!” diyerek dedesine atıfta bulunmuştu. Zira dedesi de zor durumlarda ortaya çıkan liderlik kabiliyetiyle Araplar arasında biliniyordu. Böylece Cenâb-ı Hak, O’nu, liderlik yönüyle de evrensel vazifesine hazırlamaya başlamıştı.
Sonuç
İnsan, hazır olmadığı şeyin hakkını veremez, hakkını veremediği şeyin de hesabını. Bu çerçevede Allah, bütün peygamberlerini, hadiselerle belli bir kıvama eriştirmiş, vazifelerine hazırlamış ve ondan sonra onları hayatları boyunca sürecek bir aksiyonun içine sokmuştur. Aynı husus Allah Resûlü için de geçerlidir. Kırk yaşında nübüvvetle görevlendirilen Hz. Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm), Cenâb-ı Hakk’ın karşısına çıkardığı çetin hadiselerin imbiğinden geçmiş, bununla fıtrî donanımını geliştirmiş, kendini, insanı, toplumu, hayatı tanımış ve her hususta ebedî risalet vazifesini yüklenebilecek olgunluğa erişince evrensel bir mesajla bütün insanlara gönderilmiştir. Hisleri, duyguları, düşünceleri, hassasiyetleri, bakış açısı, kabiliyetleri, hak, hukuk ve ahlak anlayışı noktasında herkesin takdir ettiği bir zirvede iken İslam’ı alıp hayata ve insanlığa taşımıştır.
Allah’ın, Resûlü’nü yüce ve örnek ahlaka eriştirme sürecinden hareketle şu çıkarımları yapabiliriz:
- İnsan, hayatta her şeyden bir şeyler öğrenebilir. Bu yönüyle başa gelen hadiseler, aslında birer okuldur. İnsan, iradesini, olayın zahirindeki sıkıntılara teslim etmeden sabır ve metanetle gelişmeleri göğüsler ve altında/arkasında yatan hikmetleri kavrayabilirse onları, ahlaki terakki ve hayat tecrübesi adına birer merdivene çevirebilir.
- İnsanlardaki merhamet duygusu, çok küçük yaşta/şuuraltının şekillendiği yıllarda aktif hale getirilmeli ve şefkat eğitimi verilmelidir. Bu manada bebekken kendilerine merhametle muamele; büyüdüklerinde, anne babalarını kaybetmiş çocukların yaşadığı mekanlara götürme; onlardaki yardım, ilgi, merhamet ve şefkat duygularını tetikleyecek, besleyecek ve büyütecek görseller izletme, kitaplar okuma/okutma, şiirler duyurma; kimsesizleri sevindirecek projelerin/etkinliklerin içerisinde istihdam etme faydalı olabilir. Başkalarının çektiği acılardan, hüzünlerden ve garipliklerden uzakta büyümek ve sadece maddi başarıya odaklı bir hayatın teşviki, onların bu duygularını âtıl hale getirebilir ki bu da zamanla hissizleşmeye ve duyarsızlaşmaya kapı aralayabilir.
- Çocuklarımıza duygu, düşünce ve davalarını yani kendilerini ifade edecekleri, başta anadili olmak üzere ihtiyaç duyacakları diller, erken yaşta ve o dilin en iyi konuşulduğu yerlerde öğretilmelidir. Onlar her şeyden önce kendilerini en doğru, akıcı ve anlaşılır şekilde ifade etmeyi öğrenmelidirler. Bu manada beyan kabiliyeti insan için hayati öneme sahiptir ve buna gereken değer zamanında verilmelidir.
- Çocukların sağlıklı ve sağlam bir bedene sahip olmaları, kas ve kemik gelişimleri sonraki hayatları açısından belirleyici olabilmektedir. Onlar bunu çocukluk yıllarında anlayıp gerekli şeyleri yapamayacaklarından anne babalara, topluma ve devletin ilgili kurum ve kuruluşlarına büyük mesuliyetler düşmektedir. Çocukların beden eğitimi hafife alınmamalıdır. Zira hem sağlık en büyük nimetlerdendir hem de hayat bir aksiyondur ve bu aksiyonun afiyet ve güçle çok yakından alakası vardır.
- İnsanın hem kendini, zamanını ve imkanlarını hem de mesuliyeti altında bulunanları doğru, dengeli ve adil idare etmesi adına liderlik eğitimi çok önemlidir. İnsanlara bu eğitim, küçük yaşlarda hem usta çırak yöntemiyle hem de uygulamalı olarak verilmelidir. Her insan ilerde bir şekilde başkalarını da işin içine alan sorumluluklarla karşı karşıya kalabilir. Bu manada onları ya da işleri, geliştirmesi, problemlerden ve krizlerden koruması, vakti ve imkânı rantabl değerlendirmesi yani israfa düşmeden süreci yönetmesi adına liderlik eğitimi çok önemlidir.
Dipnot:
- Kalem Sûresi 68/1-6
- Bkz. Müslim, Birr 10 (33); İbn-i Mâce, Zühd 9
- Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 6/84 (3600); Taberânî, Kebîr 9/12 (8582); Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid 1/182
- Bkz. Müslim, Cihad ve Siyer 24; İbn-i Hişâm, Sîre 1/171
- Ankebût Sûresi, 29/48
- Duhâ Sûresi, 93/6
- Bkz. İbn-i Hişâm, Sîre 1/197
- Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, 1/12
- Bkz. İbn-i Hişâm, Sîre 1/179
- Bkz. İbn-i Hişâm, Sîre 1/180
- Bkz. Buhârî, Bedu’l-vahy 1; İbn-i Sa’d, Tabakât 1/194
- Bkz. Enbiyâ Sûresi, 21/107
- İbn-i Hişâm, Sîre 1/173; İbn-i Asâkir, Târîhu Dımeşk 1/75
- Bkz. İbn-i Hişâm, Sîre 1/180; İbn-i Sa’d, Tabakât 1/117, 170; Beyhakî, Delâil 1/88
Çok değerli eserler ortaya koyuyorsunuz. Bu da onlardan birisi. Emeğiniz için teşekkür ederim.
Ancak Efendimizin (SAV) isminin geçtiği yerlerde isminin tek başına yalın kalması beni biraz rahatsız etti. Bu konuda hassasiyet gösterilebilirse memnun olurum.
Haklısınız. Bu konu bizi de biraz zorluyor. Hem Peygamber Efendimiz’in hem de ashabın İslam öncesi hayatını anlatırken isimlere bir şey ilave etme konusunda tam karar verilebilmiş değil. Ama biraz daha dikkatli oluruz inşaallah. Dikkatiniz için teşekkür ederiz
[…] Yakında göreceksin, onlar da görecekler. Hanginizde imiş o dertler, o delilikler…”1 buyurmuş; onların bu ithamının asılsızlığını ve mantıksızlığını haber vermişti. […]