Dönüşteki Yansımalar

197

Bütün bunları bırakıp da yeniden çile ve mihnet yurduna hicret, ancak O’nun gibi bir Nebi’nin yapabileceği bir şeydi; görmüş, gördüklerini ümmetine de göstermek için geliyor; duymuş, duyduklarını ruhlarımıza duyurmak için aramıza geri dönüyordu. Rü’yet ufkuna kadar bütün mâverayı görmüş; gözleri kamaştıran o güzellik armonilerini arkadan gelenlerle paylaşıp kapıyı da, müstaid ruhlar için aralık bırakma adına ümmetinin arasına dönüyordu. İşin özü; kendisi gibi gitmiş, kendisi gibi görüp duymuş ve yine kendisi gibi de geri dönüyordu. Gidişi, herkese açık bir ders olduğu gibi gelişi de, ayrı bir mesaj içeriyordu.

Ve… Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), gecenin bir anında çıktığı bu kadar uzun yolculuğu tamamlamış; yaşadığı bunca hadiseyi çok kısa bir ana sığıştırarak yine geri gelmişti. Tabii olarak konuyu ilk anlattığı kişiler de, en yakınlarıydı; sabah namazını kılınca ev halkına dönmüş ve gecenin bir anına sığan bunca hadiseyi anlatmaya başlamıştı.

Meseleyi duyunca Ümmü Hâni validemiz, büyük bir tedirginlik geçirecek ve bunları kimseye anlatmamasını talep edecekti. Hatta, kalkıp giden Efendimiz’in ridasından tutup çekecek ve O’nu engellemeye çalışacaktı. Zira, zaten fırsat kollayan can düşmanlarının, bu konuyu malzeme yapıp Allah Resûlü’ne acımasızca saldıracaklarından endişe ediyor ve:

– Ey Allah’ın Nebisi! Sakın bunları insanlara anlatma; çünkü onlar Seni yalanlar ve Sana eziyet ederler, diyordu. Efendimiz ise:

– Allah’a yemin olsun ki, mutlaka bunu da anlatacağım, diyor ve Allah’ın açıktan bir ikramını insanlardan gizlememek gerektiğini, ortaya koyuyordu.

O’nun, her şeye rağmen konuyu insanlara anlatmak üzere evden çıktığını gören Ümmü Hâni, hizmetçisini çağırarak:

– Git ve Resûlullah’ın peşine takıl; tâ ki, konuyu insanlara anlattıklarında insanların nasıl bir tepki verdiklerini bana haber ver, diye tembihte bulunacak ve bu hadisenin, Mekke’de nasıl bir yankı meydana getireceğini merak edecekti.

Derken Efendiler Efendisi çıktı ve Kâbe’ye gelerek orada karşılaştığı insanlara isrâ ve mi’raç hadisesini anlatmaya başladı. Duyan herseste büyük bir şaşkınlık meydana geliyordu; nasıl olabilirdi? Bir insan, hem de gecenin sadece bir anında Mekke’den yola çıkar, önce Mescid-i Aksâ’ya gelir ve buradan da semalar ötesi sırlı bir yolculuk yaparak yine Mekke’ye nasıl geri dönebilirdi? Bir de buna, mücerret bir yolculuğun dışında, her bir durağında karşılaşılan hadiseler eklenince, konu onlar açısından içinden çıkılmaz bir hale bürünüyordu. Bir beşer olarak, hiçbir insanın üstesinden gelemeyeceği bir meziyetti bütün bunlar…

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.